Dolar

32,5991

Euro

34,8085

Altın

2.499,01

Bist

9.448,13

'Osmanlı modernleşmediği için değil, modernleşirken yıkıldı'

Hakan Erdem, 'modernleşme' anlatılırken Rönesans, Reform..' sıralamasıyla anlatılan sürece karşı çıkarak, bu süreçlerin Avrupa'da kısıtlı bir etkiye sebep olduğunu belirterek 'Osmanlı modernleşmediği için değil, modernleşirken yıkıldı' dedi.

5 Yıl Önce Güncellendi

2019-12-01 13:37:43

'Osmanlı modernleşmediği için değil, modernleşirken yıkıldı'

Karar Yazarı Hakan Erdem, 12 ve 17 Kasım 2019 tarihlerinde Teke Tek programında katıldığı "Osmanlı'da sanayi var mıydı?" sorusunu bugünkü köşesine taşıdı. Konuyu, "Osmanlı'dan kopuş mu, devamlılık mı?" sorusu çerçevesinde ele alan Erdem, "Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşmeyi kaçırdığı, yakalayamadığı için yıkıldığı" iddialarına karşı çıktı. Erdem, açıklama yapılırken "Rönesans, Reform.." sıralamasıyla aktarılan "modernleşme sürecinin" de hatalı olduğunu belirterek "Osmanlı modernleşmediği için değil, modernleşirken yıkıldı" dedi.

İşte Erdem'in yazısının ilgili bölümü:

“Cumhuriyet düşmanı” imişim, tabii ki cahilmişim, nasıl oluyormuş da çalıştığım üniversite beni istihdam ediyormuş, etmeyeymiş. Cezalandırılmamı, atılmamı istiyorlar ama kötücüllükten değil alicenaplıklarından; meğerse öğrencilerime çok üzülüyorlarmış… Meselenin özüne daha çok temas eden hususlar da pek farklı değil, Osmanlı'nın asla bir sanayii olamazmış. Hiçbirinin aklına yatmamış. Un fabrikasını, buharlı değirmeni, kiremit fabrikasını, fes fabrikasını, çuha fabrikasını beğenmeyen de var, Zeytinburnu demir fabrikasında Osmanlı'nın çelik top namlusu dökmesini, kendi yaptığı geriden dolmalı topları savaşta kullanmasını, Tophane-i Amire'yi, Tüfenkhane-i Amire'yi, Tersaneyi beğenmeyen de...

KOPUŞ MU DEVAMLILIK MI?

İlk programın yarısına doğru söz bana değdi. “Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kopuş mu devamlılık mı?” ve “Cumhuriyet'e neler miras kaldı?” temaları üzerinde konuşuluyordu. Altaylı, bu soruları tekrarlamaya gerek görmeksizin “Hakan Hocam buyurun” diyerek benim de görüşümü sordu.

"HANEDENDAN BAŞKA HER ŞEY CUMHURİYET'E OSMANLI'DAN KALDI"

Kestirmeden giderek hanedandan başka her şeyin erken cumhuriyete, Osmanlıdan kaldığını söyledim. Orada da örnekler verdim, ama “her şey” deyince bilmem ki artık saymaya gerek kalıyor mu? Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, ilkokulundan üniversitesine kadar okullar, ordu, parlamento, siyasî partiler, itfaiye, posta, jandarma ve polis teşkilâtları, kanunlar, spor kulüpleri, Kızılay, Yeşilay, Ziraat Bankası, gazeteler, Osmanlının borcu, Osmanlının bayrağı…

tophane-i-amire
Tophane-i Amire: İstanbul'un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan top döküm merkezi, Osmanlı ordu ve donanmasının kullandığı askeri topların üretildiği bu mekan, 1850'lerden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda silah sanayisinin ve silah ticaretinin merkezi olmuştur. 1900'lü yıllarda bir süre eğitim merkezi olarak kullanılan bina, 1958 yılında Askeri Müze olarak kullanılmak istenmiş, 1992 yılına kadar çeşitli düzenlemeler geçirmiştir.

"YIKILAN HANEDAN ve SALTANAT, DEVAM EDEN MEMLEKET"

Konumuz açısından önemli, pek çok da sanayi tesisi. Ayrıca, kalmayıp da ne olacaktı? Kısaca, Osmanlı'dan bir memleket kaldı. Neyin kalmadığı da aşikâr: Hanedan. O zaman, yıkılan ve ilga edilenin hanedan ve saltanat, devam edenin isim ve rejim değişikliğiyle memleket olduğu da açık değil mi?

"TÜRKİYE" İSMİ ÖNCEDEN DE KULLANILIYORDU


Kaldı ki, Osmanlı İmparatorluğu'nu Türkistan ve Türkiya / Türkiye olarak adlandırmak, hem de Osmanlılar arasında, daha imparatorluk döneminde bile bugün sanıldığından daha yaygındı. “Türkiye” adı Büyük Millet Meclisi'nin başına eklendiğinde hiç kimse, “Nereden çıktı bu isim?” dememişti. Dolayısıyla, belki biraz da ayıp olmuştur ama ne kaldı diye sormanın “çok abes bir tartışma” olduğunu da söyledim.

"MECLİS DOĞRUDAN BİR OSMANLI MECLİSİYDİ"


Büyük Millet Meclisi'nin devam falan olmayıp, zamanında bu sayfada yazdığım gibi doğrudan bir Osmanlı meclisi olduğunu da söyledim. İlginçtir, bütün bu saydıklarım içinde tek itiraz hem oradakilerden hem de izleyicilerden, sanayie geldi.

Başka kapsamlı bir itiraz noktasının ise Osmanlının yıkılışı üzerine söylediklerimden kaynaklandığını düşünüyorum. Cumhuriyet tedrisatında bu konuların başından beri nasıl öğretildiğini (aslında hemen hiç öğretilmediğini) kafamın bir kıyıcığında tutarak, “Rönesans'ı, Reform'u [aslında Reformasyon], Askerî Devrim'i veya Sanayi Devrimi'ni ıskalamak ki onlar da hep tartışılır, yeni bilgiler ortaya çıkıyor, Osmanlı devletini ortadan kaldırmadı” dedim.

Meşrutî bir monarşi olan Osmanlı devletini I. Dünya Savaşı'nın sonlandırdığını, Osmanlı devletinin I. Viyana'dan sonra sürekli çökerek bir gün de yıkılması gibi bir olgunun olmadığını, I. Dünya Savaşı'nın, Viyana'nın galiplerini de, Hapsburgları da, Romanofları da yıktığını, Hohenzollernleri de ortadan kaldırdığını, savaşın dönüştürücü etkilerinin iyi etüt edilmesi gerektiğini söyledim. Altaylı, hak vererek, “Onlar gidip Osmanlı kalır mıydı?” diye sordu ben de kısaca “O hâliyle kalmazdı, dönüşürdü” cevabını verdim. Aslında olan da bundan başka bir şey değildir. Bu meyanda, Osmanlı hanedanını kaldırmanın siyasî bir tercih olduğunu, Millî Mücadele'nin başında böyle bir hedef olmadığını da belirttim.

Mimar_Sinan_Universitesi_Kultur_Ve_Sanat_Merkezi_Tophane_i_Amire_19_Nisan_2013_Istanbul
Tophane-i Amire binası, bugün Mimar Sinan Üniversitesi'ne devredilmiştir. Günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmet vermektedir.

OSMANLI MODERNLEŞMEYİ YAKALAYAMADIĞI İÇİN Mİ YIKILDI?

Malum, Türkiye'de bir yaklaşım, şu yukarıda Rönesans ile başlayanların mutlaka geçilmesi gereken merhaleler olduğu, Osmanlı gibi geç[e]meyenlerin de bu dünyada tutunamadığı, giderek zayıfladığı, çöküşe başladığı ve bir gün de çöktüğü görüşündedir. Bazen, araya Bilim Devrimi de katılır, böyle bir modernleşme güzergâhı çizilir. Osmanlı modernleşemediği için ortadan kalkmıştır. Bu düşünce çizgisinin bir faydası ise, Osmanlının kimse tarafından ortadan kaldırılmadığı, kendi kendine tarih sahnesinden silindiği görüşüne imkân tanımasıdır.

RÖNESAS BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜM MÜ SAĞLADI?

Söylenecek çok şey var. Rönesans (İtalyan Rönesans'ı), Akdeniz- Karadeniz ticaretiyle zenginleşen Kuzey İtalya kentlerinde ortaya çıkan, sanatta ve bir ölçüde beşerî bilimlerde bir akımdı. İtalya'nın güneyine bile etkisi çok sınırlıydı. Peter Burke'ün ikna edici bir şekilde tartıştığı gibi Ortaçağların bir olgusuydu. Kaldı ki Avrupalı pek çok ülkenin Rönesans'la ilintisi, Fatih devri Osmanlı'sından daha fazla değildi.

"REFORM SÜRECİ KATOLİKLERİ BİLE SINIRLI BİR BİÇİMDE ETKİLEDİ"

Reformasyon derseniz, Katolik kilisesi içinde hem doktriner nitelikli, hem de kilisenin ve ruhban sınıfının örgütlenişiyle ilgili taleplerin bir kısım Hıristiyanlar nezdinde kabul görmesi sonucu Protestanlığın ortaya çıkmasına neden olan bir dinî hareket. Bizde az bilinir ama doktriner açıdan değilse de kilisenin örgütlenişiyle ilgili bir Katolik reformasyonu da vardır. Daha önemli olan ise Katolik kilisesinin Reformasyon karşıtı faaliyetleridir. Dünya Hıristiyanlarının çoğunluğunu oluşturan Katolikleri sınırlı etkileyen, Ortodoks Kilisesi'nin ve diğer kiliselerin hiç bulaşmadığı Reformasyon, nasıl olup da Budistlerin, Hinduların, Müslümanların modernleşme haritasında bir merhale oluyor? Diğer dinleri bırakın, Ortodoks Hıristiyanlar modernleşmedi mi?

Esasen, inanç ve ekonomik performans arasındaki ilişkiyi kurmak için yapılan en kapsamlı çaba Max Weber'e aittir. Çok eksik bir tarih bilgisiyle, kapitalizmin yükselişini (ama aslında ekonomik performans ve moderniteyi) Protestan çalışma ahlâkına bağlamış, kendi devrindeki konjonktürü yansıtır bir şekilde, Protestan Kuzey Avrupa ülkelerinin başarısını ve Katolik Güney Avrupa'nın başarısızlığını açıklamaya çalışmıştı. İnsan hassaten merak etmiyor değil, bugün sanayi ülkeleri olan Rusya, Çin, Japonya, Türkiye gibi çeşitli dinlere mensup ve hiçbiri Protestan olmayan ülkeleri görseydi tezini acaba gözden geçirme lüzumu duyar mıydı?

MODERNLEŞME SÜRECİNİN SIKIŞTIRILDIĞI "RÖNESANS-REFORM" ÇERÇEVESİ HATALI

Dünyanın birinci sanayi ekonomisi olan Çin, Protestanlığı bırakın, Weber'in anladığı şekilde kapitalist bile değil
. Dolayısıyla, diyorum ki Bilim Devrimi, Askerî Devrim ve tabii ki Sanayi Devrimi'ni bir miktar ayrıştırsak bile modernleşme öyküleri anlatırken şu “Rönesans ve Reform” duraklarını güzergâhtan çıkarsak daha açıklayıcı ve daha az Avrupa-merkezci olmaz mı?

"OSMANLI MODERNLEŞMEDİĞİ İÇİN DEĞİL, MODERNLEŞİRKEN YIKILDI"

Konuya dönersem, Osmanlı sanayileşemediği, okullaşamadığı, modernleşemediği için aslında meşrutî monarşiden cumhuriyete geçiş ve tabii ki Arap vilayetlerini kaybediş diye özetleyebileceğimiz bir şekilde yıkılmadı. Televizyonda da vurguladım, böylesi illiyet ilişkilerini kurabilmek çok güçtür. I. Dünya Savaşı, Osmanlıya göre çok daha sanayileşmiş, modernleşmiş Hohenzollern Almanya'sını (imparatorluk rejimini) yıktı ama savaşa katılmayan veya “doğru” tarafta katılan sanayileşmemiş ve moderniteyle tanışıklığı çok daha kısıtlı olan pek çok ülkeye de hiç dokunmadı.

Bundan daha can alıcı bir şey varsa, o da Osmanlının (aynen Çarlık Rusya'sı) gibi modernleşmediği için değil, modernleşirken yıkıldığı gerçeğidir.

"SANAYİLEŞMEK MODERNLEŞMEYLE BİR TUTULUYOR"


Tam öyle değil tabii ki ama sanayileşmeyi, modernleşmeyle özdeş görme gibi bir eğilimimiz var. Acaba, benim Osmanlı sanayii üzerine söylediklerim bu bağlamda mı bir sıkıntı yarattı? Öyle ya, şu yukarıda açıklamaya çalıştığım kurguya göre, Osmanlının sanayileşirken, modernleşirken yıkılmaması gerekmez miydi? Veya şöyle koyayım meseleyi; Osmanlı, sanayiinde muharrik herhangi bir güç kullanmadığı, büyük fabrikalarının hemen hiçbirini kurmadığı, devlet eliyle kamu parasını eğitime henüz harcamaya başlamadığı, okulların birkaç askerî okuldan ibaret olduğu 1820'lerin başında değil de bunların hepsinin mevcut olduğu 1920'lerin başında yıkılıyor, bunda bir garabet yok mu?

Aslında, her iki programda da çoğu tarihçinin bildiğinden daha öteye geçen pek bir şeyler söylemedim. Ne Osmanlının sanayileşmiş bir ülke olduğunu söyledim, ne de sanayiinin tam aksamıyla mevcudiyetinden bahsettim. Bilâkis, işin ucunun 19. Yüzyılda ucuz ve seri üretim yapan Avrupa sanayi ile rekabet edilememesinden dolayı kaçtığını, bu malların daha kaliteli değil, ucuz olduğu için piyasaları ele geçirdiğini, bir anlamda bugünkü Çin ürünleri gibi olduğunu söyledim. Vakanüvis Lûtfî Efendi'den, Avrupa sanayiinin Osmanlı ürünlerini nasıl taklit ederek Osmanlı pazarına girdiğine dair bir örnek verdim. Halit Kakınç ile 19. Yüzyıl öncesi için bile anlaşamadık. Ben, 1500-1800 yılları arasındaki diğer Erken Modern Dönem devletlerinde ne sanayi varsa Osmanlı'da da olduğunu söyledim, örnek olarak top döküldüğünü, gemi yapıldığını belirttim. O da “Yahu ne yapıyorsunuz, döktüğünüz toplar nereyi vuruyor?” şeklinde bir tepki verdi. Sadece, o dönem Osmanlı ateşli silahlar sanayiini çalışan Gabor Agoston'un, Osmanlı silahlarıyla Avrupa silahları arasında anlamlı bir fark göremediği yolundaki bulgusundan bahsettim.

Soru “Osmanlı'da sanayi var mıydı?” olunca akla gelenleri söylemezlik etmedim tabii ki. Osmanlı sanayi kollarını, işletmelerin adlarını, buhar kullanıp kullanmadıklarını, dahası Osmanlı sanayinden tasarım örneklerini, geliştirilen prototipleri söyledim.

"OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E TABİİ Kİ BİR SANAYİ MİRASI KALDI"


Osmanlıdan Cumhuriyet'e tabii ki bir sanayi mirası da kaldı. Bunu söylemenin, bunları konuşmanın benimle tartışanlarda neden bir infial yarattığını anlamış değilim. Halaçoğlu, “Batı'yla mukayese ettiğinizde Osmanlı devede kulak kalıyor. Boy ölçüşmek söz konusu değil” ve daha sonra da “Bunları ihraç ediyor muydu Osmanlı?” görüşlerini serdetti.

Altaylı ise, herhalde “halkımız anlayabilsin” diye iki ayrı kez renkli çıkışlar yaptı. İlkinde “Osmanlı'da Wright kardeşler çıktı da uçak mı yapıldı, anlamadım ki!”, ikincisinde de “Bakın şuraya gidiyor, Newton, Osmanlı'dan çıkmıştı. Newton Osmanlıydı mı diyeceğiz?” dedi. Kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi bunları lafzen söylemediğim gibi uzaktan yakından çağrıştıracak bir şey de söylemedim.

Haber Ara