Dolar

32,5874

Euro

34,8578

Altın

2.495,97

Bist

9.668,37

Her sene bir 28 Şubat yazısı yazacağım

8 Yıl Önce Güncellendi

2017-02-27 21:55:32

Her sene bir 28 Şubat yazısı yazacağım

Ben sekiz yaşındaydım. Hayır aslında yedi yaşındaydım. Babam yaşımı bir sene büyük yazdırmış kimliğe, o yüzden yaşımı soranlara hep tereddütle cevap veririm.

Babamdan bahsedeyim size, miting olsa götürür, eylem olsa peşine takardı bizi. Böyle ördek yavrularının annelerini takip etmesi gibi biz de babamın peşinde sırayla dizilmiş giderdik kardeşlerimle. O yüzden 28 Şubat'ta yaşım küçük olsa da hiç de kreşte değildim, meydanlardaydım.

Huysuz ve geçimsiz olduğumu düşündüğüm zaman sisteme küfrediyorum, eğer Freud haklıysa ve çocukluk travmalarımız kalıcı izler bırakıyorsa on bir yaşındaki bir çocuğun babasıyla öğretmeni arasında kalması ve ikisini de memnun etmek için çırpınışını da açıklayabilir belki. Babam başımı örtmemi istiyordu, galiba babam benim üzerimden sisteme meydan okudu yıllarca. Babam bunu yıllar sonra fark etti de, sistem babama benim üzerimden meydan okuduğunu bir türlü kabul etmiyor hâlâ. Okul kapısında başımı açıyordum gizlice bir köşede. O okulu ateşe verebilirdim, yemin ederim bunu yapabilirdim. Zaten o okulla işim bittiğinde yıllarca hiç önünden bile geçmek istemedim. Yolum düştüğünde bile başımı çevirdim hep. Okulu suçluyordum galiba, yokuşlu yolu olan, hiç de geniş olmayan bahçesiyle o okulu.

Babama da isyan edemedim, öğretmenime de bir şey diyemedim ama galiba arkadaşlarımla çok kavga ettim o dönemde. Her gün bir kızla saç baş kavga ediyordum. Neyseki uzun sürmedi okul hayatım…

Babam yaşımı büyük yazdırmış nüfus memuruna. Zaten okula başlayınca kimliğim çıkarılmış ve zaten iki tane tek çocukluk fotoğrafım var, birinde traktöre yaslanmış olan büyük halamın kucağındayım diğerindeyse annemin ördüğü kırmızı kazak ve eteğimle karlar içindeyim ve çok asabi bakıyorum. Erkek kardeşimin gözleri kapalı çıkmış. Kardeşim çocukken gözlerinin mavi olduğunu iddia ediyor, sonradan kahveye döndüğünü. Kim bilir onun travması neydi, hiç sormadım. Ama benim yüzümdeki çiller hiç değişmemiş onu biliyorum, olduğu gibi duruyor…

Babam sistemle neyin kavgasını verdi bilmem ama önemli şeyler yaptığını düşünüyordum her daim. Yumruk sıkmayı öğrendiğimde mavi önlükten beyaz gömlekli üniformaya yeni geçecek yaştaydım. Yumruk sıkmak ve dişlerini sıkmak ve gözlerini sımsıkı yummak... Bunlara dair epeyce anı biriktirdim sonra. Babam sistemle kavgasına devam etti ve ben babamın tarafını tutmuştum. Yenileceksek de birlikte yenilecektik. Babam bir gün alnına doluşan hüzün kırışıklıklarınıı hiç gizlemeden baktı ve dedi ki “Müslümanlar için daha çok çalışmamız lazım.” Neden baba, diye sormadım, babam bana bunu söylediğine göre ben anlamalıydım, Müslümanların bana ihtiyacı var ha! Ama benim boyum neden uzamıyor acaba?

Ayşe de okulu bırakmıştı, Şeyma da, Sultan da… Git gide sayımız artıyordu ve inanın bana tiyatrolar kapanırsa ne yaparız hiç bilmiyorduk. Okul birincisiydim ben be, Allahın belaları sizin çocuklarınızdan daha aptal değildik, özel öğretmen tuttuğunuz öğrencilerinizden daha zekiydik işte. Başı açık herkese öfke duydum bir süre, başını açıp okuyanlara da. Meşrulaştırıyorlardı bu sistemi, kimse bizi görmüyor, kimse bizden haberdar değildi. Artık bu babamın kavgası olmaktan çıkmıştı çünkü benim bir diplomam bile yoktu. Böyle kağıt parçalarını çok önemseyecek yaşta değildim gerçi ama sanırım inada dönüşmüştü benim için. Okul üniformasını her gördüğümde hem kıskandım hem içimden nefret ettim. Galiba bir ara babamdan da nefret ettim, benim gitmediğim okula erkek kardeşlerim neden gidiyordu? Madem ben babamın davasını sahiplenmiştim kardeşlerim de benim davamı sahiplenmeliydi. Ama onlar okuyup sistemi düzelteceklerdi, onlara güvenmek zorundaydım. O sırada çok iyi yufka açmayı ve içli köfte yapmayı öğrendim Türkçe bilmeyen Mardinli komşu teyzeden, camı sirkeli suyla silmenin daha iyi parlattığını da tecrübe ettim. Bu tecrübelerimle anneciğime minnacık yardımım dokunmuşsa ne mutlu bana. O dönemlerde olaya hiç böyle bakmıyordum tabi ama annemle vakit geçirdiğim, onun babama söylenmelerini, dertlerini gönülsüz de olsa dinledim ve ona arkadaşlık ettiğim için de aferin bana…

Sonra, Filiz Beyaz'ı elinde kelepçe ile gördüğümde hapse girmek çok onurlu bir şeymiş gibi gelmişti ama iki yanında asker gördüğümde galiba askerlerden de nefret etmeye başlamıştım. Sürekli nefret ediyordum bir şeylerden o dönemde, Ömer Şarlak'ları okuyordum öfkemi taze tutmak için. Kışladan Kampüse gelmiş bir Rektörün anıları, başörtülüleri nasıl üniversitede barındırmadığını büyük bir marifet olarak anlatan adamı okuyordum ve onun benden hiç haberi yoktu. Biz bu travmaları geçirirken kimseciklerin bizden haberi yoktu. Bu mağduriyetine tapınmak değil, bu her daim panikle başımıza durduk yere yine bir iş mi açılacak korkusu taşıyan neslin duygu durumunu anlatıyorum sadece.

Biz daha otuz yaşına girmedik, biz daha yirmilerin ortalarındayız rica ederim yüzyıl öncesinden bahsediyormuşuz gibi yapılmasın. Rica ediyorum sanki “Genelkurmay rahatsız” denmemiş ve başörtüsü yasağının askeriyede kalkmasından bahsedilmemiş gibi poz verilmesin kameralara. Evet tedirginim, bu sistemin sürekli dışladığı biri olmak benim tercihim değildi ama sonuçta sistemle bir kavganın içine girdim ve yüreğime, elime bulaştı bu kavga. Yarın yine bu kavgayı en zayıf halka olarak görülen bizim başımız üzerinden yapılacak bal gibi biliyorsunuz.

Benim sözüm geçtiğinde, içkisine bile karışılsın istemedim kimsenin ama hiç güvenmiyorum kendi çocuklarının arkadaşları tek tek okuldan ayrıldığını duyduğunda bir anormallik hissetmeyenlere. Ufak bir siyasal değişimde kabağın bizim başımızda patlamayacağının hiçbir güvencesi yok.

O yüzden 28 Şubat'ı her defasında gözüne sokacağız o gün gözlerini yumanların… O günlerde tazecik gelin ilahiyat mezunu arkadaşım bürokraside mühür sahibi olan eşi tarafından cüzamlı gibi saklandığını, eşinin çalışma odasını on yıllık evliliğinde bir kere bile göremediğini yok mu sayalım şimdi?

28 Şubat'ta tanklar Sincan'da yürütülmedi, binlerce imam hatipli öğrencinin hayallerinin üzerini çiğneyerek tüm ülkede yürütüldü. Master yapmış başörtülü kızlar beyaz eşyacıda mikro dalga fırın satmaya çalıştı ve üstüne de asgari ücrete bile layık görülmediler. Yani görüldüğü her yerde böcek gibi ezilen bu insanlardan normal olmaları bekleniyor ya, 28 Şubat sanki tarih öncesine ait bir efsaneymiş gibi “e sıkıldık canım” denmesine inat ben her 28 Şubat yazacağım, gerekirse aynı şeyleri yazacağım. Çünkü bizimle helalleşmeden sıkılmaya hakkı yok kimsenin.

Babama gelince, onunla helalleştik biz ama hala içimde bir kırgınlık; Babam neden beni bir yaş büyük yazdırmıştı ki…

Haber Ara