Dolar

32,5874

Euro

34,8578

Altın

2.495,97

Bist

9.668,37

GORUS: Dini asiriligin iki yuzu: Tekfircilik ve mezhepcilik

GORUS: Dini asiriligin iki yuzu: Tekfircilik ve mezhepcilik

9 Yıl Önce Güncellendi

2016-02-01 14:43:31

GORUS: Dini asiriligin iki yuzu: Tekfircilik ve mezhepcilik

Allah Teala şöyle buyurmaktadır (Nisa: 94): "Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, "Sen mü'min değilsin" demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

Okuduğumuz ayet konumuzla alakalı çok önemli açılımlar yapmaktadır. Öncelikle, müslümanlığın zahiri bir alameti olan Allah'ın selamını veren kişinin bir mümin olduğunu, ona "sen mümin değil kâfirsin" demenin kimsenin hakkı olmadığını bildirmektedir.

İkinci olarak, tekfirin, birisini dinden çıkartmanın sıradan bir şey olmadığına işaret etmektedir. İki defa geçen "araştırın" emr-i ilâhisi, basit istidlallerle ve bugün yapıldığı gibi umumi bir şekilde tekfir mekanizmasını işletmenin mümkün olmadığını, sağlam bir tahkikatın lazım geldiğini ve bu araştırmanın o kişiye özgü yapılacağını belirtmektedir.

Üçüncü olarak ayet, tekfirin arkasındaki günümüzde de çoğu kez karşımıza çıkan temel bir sâiki gündeme getirmektedir ki bu da geçici dünyevi menfaatlerdir. Bugün bu daha çok siyasal hesaplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayet dördüncü bir husus olarak Kur'an'ın muhatabı o günkü müslümanlara, "siz de önceden müslüman değildiniz" hatırlatması yapmaktadır. Bu hatırlatma, bir "insaflı olun" uyarısıdır. Muhatabınız hakikaten İslam'la ilgisini kesmiş dahi olabilir, ama tevbe kapısı açıktır, hatadan dönmek mümkündür ve kolaydır. Allah'ın lütfu geniştir, dilediğine hidayet verir. O halde tekfirde aceleci ve ısrarlı olmanın makul bir tarafı yoktur.

Hz. Resulullah'ın, hem kendinin hem de müslümanların güvenliğini açıkça tehdit eden, onların izzetini küçük düşürücü pek çok faaliyetin arkasında olan münafıklar hakkında Medine'de toleranslı davranması, onların imani durumunu çok iyi bildiği halde harekete geçmemesi, hatta bazılarının cenaze namazını kılması bu yüzdendir. Zira tekfirin zararı, onların verdiği mevcut zarardan daha fazla olacaktır. Kelime-i şehadet getirip "ben müslümanım" dediği halde, "tembel tembel" de olsa namaz kıldığı, "gönüllü olmasa da" zekâtını verdiği, "mecburen" cihat ordusuna katıldığı halde bu insanların cezalandırılması, sürülmesi, öldürülmesi, İslam toplumuna fitne tohumları ekecek, tüm samimi müslümanlar bundan tedirgin olacaktır. Müslümanlar, beyân ve ilan etmekten başka iman ve islamını daha başka nasıl isbat edebilirim endişesi içine girecektir. Bu ciddi bir toplumsal travmadır. Nifak ve riyanın da önünü açacak tehlikeli bir gelişmedir.
Son olarak ayet, "Allah'ın her yapılandan haberdar olduğunu" söyleyerek nihayete ermektedir. Yani Allah "ey tekfirciler, siz niyet okuyarak insanları tekfir ediyorsunuz, ama ben de sizin niyetinizi okuyorum, içinizdekini biliyorum, asıl maksadınızdan haberdarım" mesajını vermektedir.

Zaten O Allah, "Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah'a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah'ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir," buyurmaktadır (en-Nûr: 64). Ve yine, "Hakkında ayrılığa düşüp durduğunuz şeyler konusunda, kıyamet günü Allah aranızda hüküm verecektir," demektedir (el-Hac: 69). Bu mealdeki naslardan hareketle Ehl-i Sünnet, sahabenin uygulamasına benzer şekilde, nifak hareketlerini bile günah kapsamında değerlendirmiş, bu türden kişileri ve kesimleri İslam toplumu cümlesinden saymaya devam etmiş, tekfir yerine bu kişiler hakkındaki kararı Allah'a havale etmiştir. Ebu Hanife ve ashabının bazı kaynaklarda "Mürcietü Ehli's-Sünne" sayılmasının sebebi budur. Ali (r.a.)'ın Cemel ve Sıffin'deki muhaliflerine kâfir gözüyle bakan taraftarlarına (şîasına) onların kâfir değil "isyankâr kardeşleri" olduğunu söylemesi, Ehl-i Sünnet'in en önemli dayanağı olmuştur.

Tarihteki Haricilik ne yazık ki söz konusu Nebevi tavır ve tutumu ihlal eden bir hareket olarak belli bir zaman etkili olmuş, İslam diyarında terör estirmiş, canların yanmasına, kanların akmasına sebebiyet vermiştir. Ancak aşırılık sürdürülebilir bir şey değildir. Bu nedenle Harici gruplardan eser kalmamıştır. Fakat bu hastalık İslam tarihi içinde zaman zaman hortlamıştır.

Bugün de Hariciliğin revaçta olduğu bir zamanı tecrübe ediyoruz. Tarihteki emsalleri gibi bugünkü Hariciler de dini konularda cahil insanlardan oluşmaktadır. Eski kitapları karıştırıp onlardan birşeyler bulmak ve bunlara dayanarak fetva vermek ilim değildir. Naslar arkasındaki Allah'ın ve Resulü'nün maksadları nelerdir? Ulemanın icmâı tarih sürecinde hangi uygulama üzerinde oluşmuştur? Ümmetin tecrübesi bu konuda nasıl cereyan etmiştir? Bugünün fıkhı (el-fıqhü'l-vâkı') neyi gerektirmektedir. İşte esas ilim bu soruların cevaplarındadır.

Dini aşırılığın bir yüzü tekfircilik ise diğer yüzü mezhepçiliktir. Mezhepçiler belki tekfir etmiyorlar, ama yapıp ettikleri ile tekfircilerle aynı kavşakta buluşuyorlar. Mezhepçiliği şöyle tarif edebiliriz: Bir dinin farklı bir yorumunu benimseyenlerin, kendi aralarında güçlü bir dayanışma oluşturarak kendilerinden olmayan müminleri sapkın ilan etmeleri, daha önemlisi, bununla da kalmayarak sosyal, siyasal, kültürel ve hatta gündelik meselelerde onlara ayrımcılık uygulamalarıdır. Tekfir olayı gibi bu da müslümanlar arasında kin, nefret, düşmanlık tohumları ekmekte, kavga, çatışma ve savaşlara sebebiyet vermektedir.

Allah Teâla'nın, "Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir," şeklindeki uyarısının (el-En'âm: 159) muhatapları şüphesiz mezhepçilerdir. Aslında bir rahmet kaynağı olan ihtilaf, mezhepçiler elinde bir zulüm ve eziyet sebebi haline gelmektedir. Zira mezhepçi mezhebini din yerine ikame etmekte, sadece kendi mezhebinden olanı din kardeşi olarak görmektedir. Artık onun tüm çabası mezhebinin zaferidir. Bunun için büyük paralar harcamaktan çekinmez. Onun için bu harcama en sevaplı sadakadır. Eğitim sistemini tamamıyla dışlayıcı nitelikteki bir mezhep talim ve tedrisi üzerine oturtur. Bu sistemden çıkan kişi, fanatik bir mezhepçi olur ve diğer mezheplerin mensuplarına sanki başka bir dindenmiş gibi bakar. Yine mezhepçi tüm gayretini mezhebine insan kazanmak gayesiyle sarf eder. Bu agresif tavrın karşı tarafta oluşturacağı tepkiyi dikkate almaz. Fitneye sebep olup olmadığını düşünmez. Aksü'l amele maruz kalacağını hesaplamaz.

Tekfircilik ve mezhepçilik birbirlerini besleyen kanser hücreleridir. İslam'ın bünyesini korkunç şekilde tahrip etmektedirler. Tarihe baktığımızda mezhep çatışmalarının arızi olduğunu görürüz. Çoğu zaman müslümanlar hangi mezhepten olursa olsunlar bir arada sulh içinde yaşamayı bilmişlerdir. Birbirlerini tekfir de etmemişlerdir. Kız alıp vermişler, aynı camide namaza durmuşlardır. İşte güzel Yemen'in dört yıl önceki hali böyle idi.

Ama zaman zaman nükseden siyasi rekabetler neticesinde mezhebi gruplar da bu rekabetin bir parçası oluvermişlerdir. Siyasiler maalesef mezhepleri kendi hallerine bırakmamakta, bundan istifade yollarını aramaktadırlar. Zira mezheplerin yakıcı ve yıkıcı büyük gücünü bilmekte, bunu kullanmak istemektedirler. Ulemanın bu tekfirci ve mezhepçi politikalara alet olması en acı olanıdır. Her zaman sağduyulu âlimler çıkmaktadır, ama onların sesleri bu gürültüde boğulmaktadır.

Çare ve çözüm babından birkaç önemli konu şu şekilde sıralanabilir:
1. Âlimler ve aydınlar toplumun nabzıdırlar. Onlar aşırıya giderse toplum da aşırıya gider. Onlar soğukkanlılıklarını kaybetmemeliler. Tansiyonu düşüren faaliyetlere sürekli öncülük etmeliler.
2. Âlimler ve aydınlar siyasilere nasihat etmeliler. Âlimlerin kendileri siyasiler ise eğer, daha bir dikkatli olmalılar. Çünkü her söz ve işlerinin dini ve dünyevi karşılığı olacaktır.
3. Farklı görüşteki ulema her fırsatta bir araya gelmeye gayret etmelidir. Bu tür toplantılarda sorunlar dürüstçe konuşulmalı, cidal ve mücâmele değil musâraha esas olmalıdır.
3. Tekfirciliği bahane edip mezhepçilik yapmak; yahut mezhepçilik yapılıyor diye tekfir silahına sarılmak her ikisi de ifrat davranışlarıdır. Bunlar bahane olarak kullanılamaz. Ateşi körüklemekten başka bir işe yaramazlar.
4. Tekfircilik ve mezhepçilik nefret suçu kapsamına alınmalı ve mutlaka bunun müeyyidesi olmalıdır. Ulema bu konuda belirleyici olup yardımcı olabilir.
5. Hem tekfirci hem de mezhepçi gruplarda gördüğümüz "eski metinlere koşulsuz bağlılık" sorgulanmalıdır. Bu metinler hangi değerli âlimin elinden çıkarsa çıksın, ilahi ve nebevi metinler değildirler. Eğitim süreçlerinde buna dikkat edilmelidir.
6. Tekfircilik ve mezhepçilikte gördüğümüz "geçmişte kalmış acı hatıraların" sık sık gündeme getirilmesi ve yine "geleceği haber veren ve daha çok dünyanın sonuyla ilgili" birtakım rivayetler üzerinden bugünün dizayn edilmesi konumuz açısından önemlidir. Biz Allah katında bugünden sorumluyuz. Bu yüzden müslümanların bugünkü menfaatleri esas alınmalı, tarz-ı siyaset buna göre belirlenmelidir.

Haber Ara