Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

'FETÖ en çok yargı kurumlarına sızdı'

'Islak imza'da kumpas iddianamesinde, FETÖ üyelerinin, en çok yargı kurumlarına bilirkişilik yapan Adli Tıp, TÜBİTAK ve kriminal daireler gibi devlet kurumlarına yerleştiği belirtildi.

8 Yıl Önce Güncellendi

2016-12-31 13:12:38

'FETÖ en çok yargı kurumlarına sızdı'

CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek'e, Ergenekon davasında delil kabul edilen "İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' belgesinde ıslak imzası bulunduğu öne sürülerek "kumpas" kurulduğu iddiasına ilişkin 18 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, FETÖ/PDY üyelerinin, örgütün yapısı ve amaçları doğrultusunda en çok yargı kurumlarına bilirkişilik yapan Adli Tıp, TÜBİTAK ve kriminal daireler gibi devlet kurumlarına yerleştiği belirtildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Bülent Başer ile Başsavcıvekili Zafer Koç tarafından hazırlanan ve İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 144 sayfalık iddianamede, kamuoyunda "Ergenekon" olarak bilinen davada yargılanan sanıkların bazılarının, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek, "soruşturma ve kovuşturma safhalarında kendilerine kolluk ve adli mercilerce kumpas kurularak davalar açıldığı, kamu görevlilerinin gerçeğe aykırı bilirkişi raporları düzenleme, belgede sahtecilik, hürriyeti kısıtlama, iftira suçlarını bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işledikleri" yönünde şikayette bulundukları belirtildi. İddianamede, Genelkurmay Başkanlığının da aynı yönde suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma başlatıldığı bildirildi.

Ergenekon davası ve bu davanın sanığı müştekilere atfedilen eylemlerin sıralandığı iddianamede, diğer FETÖ/PDY iddianamelerinde olduğu gibi, örgütün kuruluşu, örgütlenme şekli, özellikleri, yapısı, yasa dışı faaliyetleri, amacı ve 15 Temmuz darbe kalkışması anlatıldı.

FETÖ/PDY'nin, aslında gerçekleşen soruşturmalarda ortaya çıkarılabilenden çok daha yoğun şekilde devletin tüm kurum ve kuruluşlarına sızdığı, örgütün yapısı ve amaçları doğrultusunda en çok da yargı hizmeti veren kurumlar ile bu kurumlara bilirkişilik yapan Adli Tıp, TÜBİTAK ve kriminal daireler gibi devlet kurumlarına yerleşildiğine dikkati çekilen iddianamede, soruşturma konusu İrtica ile Mücadele Eylem Planı belgesiyle ilgili şu ifadelere yer verildi:

"Dosyadaki bilgi ve belgelere göre İrtica ile Mücadele Eylem Planı belgesinin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine müteakip, mevzuata uygun olmayan şekilde ele alındığı ve görev taksimatının yapıldığı, istenilen yönde rapor tanziminin sağlanması için şartları uymayan adli tıp uzmanlarının görevlendirildiği, belge ile ilgili kararın kuruma geldiği gün oy çokluğu ile çıkarıldığı, muhalif kalan üyelerin kurumdan uzaklaştırıldığı, Jandarma Kriminal Daire Başkanlığınca ve Emniyet Kriminal Laboratuvarınca verilen raporlarda, bilimsel gerçeklikten uzak davranıldığı, belge incelemesi yapan uzmanların üzerinde baskı oluşturulduğu, belgenin fluaj incelemesinin yapılmadığı, tüm raporlarda imzanın tersimi basit, taklidi kolay olduğu belirtilmesine ve hatta işin ehli olmayanlar tarafından dahi basitçe taklit edilebilecek nitelikte olmasına rağmen, imzanın müştekiye ait olduğunun kabulü gerektiği hususunda maddi delilleri gösterilmeksizin kanaat bildirildiği, müştekiler Dursun Çiçek ve Serdar Öztürk'ün verilen bu raporlar doğrultusunda tutuklandığı, bu plan konu edilerek Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da soruşturmaya dahil edildiği, tutuklandığı ve hakkında kamu davası açıldığı anlaşılmıştır."

Doğrudan Zekeriya Öz'e gönderilen belge aslı

İddianamede, soruşturma devam ederken, İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli belgenin aslının açık kimlik ve adres bilgileri tespit edilemeyen Serkan Çakır isimli şahıs tarafından, mektup ekinde ve posta yoluyla doğrudan soruşturma savcısı Zekeriya Öz'e gönderildiği ve bu aşamadan sonra söz konusu belgeyle ilgili yeni bilirkişi raporları alındığının görüldüğü kaydedildi.

Yine aynı dairede 24 Eylül 2009'da görevlendirilen şüpheli Bülent Üner'in de 19 Ekim 2009 tarihli raporda aynı yönde mütalaada bulunduğuna dikkati çekilen iddianamede, Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin 23. maddesinde, "Bilirkişi raporları arasında çelişki olması durumunda ilgili ihtisas dairesi en az yedi uzmanın katılımıyla rapor hazırlar." şeklinde düzenleme bulunduğu, yedi uzmandan oluşan heyet tarafından rapor tanzim edilmesi mümkünken Fizik İhtisas Dairesinin 4 Şubat 2010 tarihli raporunu düzenleyen genişletilmiş heyetin 11 kişiden oluşturulduğu bilgisi verildi.

Heyet oluşturulurken, kısa bir süre önce Fizik İhtisas Dairesinde görevlendirilen, adli belge inceleme konusunda yeterli eğitimi almayan ve uzmanlık alanları farklı olan şüphelilerin heyete dahil edildiklerinin tespit edildiği aktarılan iddianamede, şöyle devam edildi:

"Bununla birlikte raporda muhalefet şerhi koyan adli tıp uzmanları Tuncay Çınar'ın 21 Temmuz 1999, Hasan Karasu'nun 30 Ekim 1995, Uğur Günaydın'ın 5 Kasım 2002 ve Kağan Gürpınar'ın da 3 Kasım 2002'den itibaren Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinde görevlendirildikleri, mesleki açıdan uzun yıllardır aynı dairede görev yapan adli belge inceleme uzmanları olmaları nedeniyle bu anlamda mesleki tecrübelerinin yeterli olduğu halde belgenin aslının gönderilmesine müteakip İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 16 Ekim 2009 tarihli yazıyla talep edilen ilk imza incelemesinde görevlendirilmedikleri, şüpheli Lokman Başer ile Fizik İhtisas Dairesinde kısa bir süre önce görevlendirilen şüpheliler Bülent Üner ve Mehmet Akın tarafından rapor tanzim edildiği anlaşılmaktadır." 

Şüphelilerin İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (TEM) ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği savunmaların da yer bulduğu iddianamede, eski Adli Tıp Kurumu Başkanı Cengiz Haluk İnce'nin, 4 Ağustos 2016'da İstanbul TEM'e verdiği ifadeyle, yurt dışına kaçtığı tespit edilen dönemin özel yetkili cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz'ün, soruşturma konusu dönemde İrtica ile Mücadele Eylem Raporu'nu kuryeyle Adli Tıp Kurumuna getirdiği yönünde beyanda bulunduğu anlaşıldı. 

"Zekeriya Öz kuryeyle beraber geldi"

İnce'nin, "4 Haziran 2013'e kadar Adli Tıp Kurumu Başkanlığı yaptığı, çok sık olmamakla beraber çok önemli evrakların kuryeyle geldiği ve evrakı gönderen cumhuriyet savcısının bununla ilgili hassasiyet istediği" yönünde beyanda bulunduğu aktarılan iddianamede, İnce'nin soruşturma konusu belgeyle ilgili şu ifadesine yer verildi:

"Bahsedilen belge Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından kurye bir astsubay ile kurumumuza gönderildi. Belgeyle ilgili askeri savcı olduğunu bildiren, ismini hatırlayamadığım bir savcımız telefonla, bu belgenin incelenmesi konusunda olabildiğince yüksek hassasiyet ve hızlı dosya yazımı konusunda destek istedi. Ben kurye astsubayımızla beraber gelen evrak birim sorumlusu Kerem Bey'i genel kayıt birimine gönderdim. Bu arada Fizik İhtisas Dairesinin o zamanki başkanı Çetin Seçkin'i aradım. Kısaca konuyu aktardıktan sonra bir heyet oluşturmasını söyledim. Bu 3 kişilik bir heyet olacaktı. Heyetteki kişilerin ikisi Adli Tıp Uygulama Yönetmeliğince belirlendi. (Çetin Seçkin ve Tuncay Çınar) Üçüncüsünü de Çetin Seçkin, konu hakkında en deneyimli uzman olarak değerlendirdiği Lokman Başer'i getirdi. Bu 3 kişi ve Kerem Bey, kurye astsubay huzurunda dosya açıldı. İçindekiler tutanak altına alındı. Dosyanın raportörü Lokman Bey'e teslim edilerek, inceleme süreci başlatıldı. Ben o tutanakta dosya sayfa sayısını, içeride neler olduğuyla ilgili hiç bir şey şu anda hatırlamıyorum. Dosyanın teknik incelemesi aşamasında hiçbir şekilde müdahil olmadım. Adli Tıp Uygulama Yönetmeliği'ne göre müdahil olmam da mümkün değil. Ayrıca bahse konu belgeyi merak etmedim. Üzerine düştüğüm bir konu da değildi.

Zekeriya Öz, belgenin ikinci ve üçüncü incelemesinde kuryeyle beraber geldi. Benim odamda oturdu. Odada sadece ben, ilgili dönemin savcısı ve başkan yardımcısı Yüksel Aydın Yazıcı ve 1. Hukuk Müşaviri Emin Akbaşoğlu vardı. Askeri savcılıkla ilgili yaptığımız prosedürün aynısını ona da yaptık. Dosyayı gelen evraka kaydettirdikten sonra Fizik İhtisas Birimine teslim ettik. Dosya ile ilgili, ilgili ihtisas dairesinden hiçbir uzmanla benim odamda benim bilgim dahilinde görüşme yapılmamıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanı'nın makamına gelen bir cumhuriyet savcısına gösterilecek nezaket gösterilmiş, aynı şekilde de uğurlanmıştır. Bunun dışında bahsedilen habere konu olan olaylarla ilgili bilgim ve dahilim yoktur." 

"Kanaat bildirirken çok rahat değildim"

İddianamede, şüphelilerden eski İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ses ve Görüntü İnceleme Şube Müdür Vekili Bülent Özata'nın da "imza incelemesi öncesi herhangi bir baskı görmediği, ancak daha sonra psikolojik rahatsızlık duymaya başladığı" yönündeki beyanları aktarıldı. 

İddianamede, Özata'nın şu ifadeleri yer buldu: 

"Geçmişe dönüp bakıldığında sanki o yönde bir karar çıkartılması yönünde bir kurgulanma yapılmış gibi bir intibaya insan kapılıyor. Tam olarak da nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Ben bu belgenin kuruma getiriliş usulünü de doğru bulmuyorum. Savcı Zekeriya Öz tarafından elden getirildiğini basından duydum. Kanaati bildirirken çok rahat değildim. Sebebi belgenin kasada muhafaza edilmiş olması, kurul olarak toplanılması, hassas olduğunun başlangıçta söylenmesi ve belgenin gelişinde usule uygun olmayan şeylerin de olması beni kanaatimi bildirirken tedirgin ettiğinden dolayı ayrıca bu şerhi düşme gereği duydum."

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Bülent Başer ile Başsavcıvekili Zafer Koç tarafından hazırlanan ve İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen 144 sayfalık iddianamede, dönemin İstanbul Polis Kriminal Laboratuvarı görevlisi şüpheliler Kemal Pelit, Hakan Kaymak, Savaş Uğurlu ve Ahmet Mesut Mudu'nun suça konu eylemlerine yer verildi. 

Kriminal Polis Laboratuvarının 20 Haziran 2009 tarihli raporunda, İrticayla Mücadele Eylem Planı isimli belgenin incelemesi sonucunda, "Belirlenen bulgulara atfen söz konusu belgenin 4. sayfasında Dursun Çiçek Dr. Dz. P. Kur. Kd. Albay ismi üzerindeki imzanın Dursun Çiçek'in eli mahsulü olduğu kanaatine varılmıştır." şeklinde rapor tanzim edildiği belirtilen iddianamede, söz konusu incelemenin, belgenin fotokopisi üzerinden yapıldığı ve daha önce müşteki Çiçek tarafından çeşitli kurum kuruluşlara, banka ve GSM operatörleri gibi yerlere ibraz edilen toplam 43 imzasının bulunduğu belgelerin mukayeseye konu edildiği ifade edildi.

''Bilimsel gerçeklikten uzak rapor verildi"

Raporda, "Tetkik konusu belgenin fotokopi makinesi/bilgisayar yazıcısı vasıtasıyla husule getirildiği müşahede edilmiştir. Bu tür belgeler üzerindeki imza/imzaların grafolojik tanı unsurlarının tamamını belirlemek mümkün olmadığı gibi, montaj ve ilave gibi yöntemlerle yapılması muhtemel tahrifat türleri de her zaman belirlenemeyebilir." şeklinde değerlendirme yapıldığı kaydedilen iddianamede, daha sonra, hiç bir şart belirtmeksizin, "Kaligrafik, grafolojik özellikler yönünden uygunluk, benzerlikler bulunduğu müşahede edilmiştir. Mevcut imzanın Dursun Çiçek eli mahsulü olduğu kanaatine varılmıştır." şeklinde ibareyle bilimsel gerçeklikten uzak, adli belge incelemesinin teorik prensiplerine ve bilimsel kriterlerine uygun bulunmayan şekilde rapor verildiğinin anlaşıldığı vurgulandı.

El kaldırma hareketi olmayan imzaların mukayeseye esas alındığı, 58 mukayese imzadan bir veya ikisinin benzerlik gösterdiğinin bildirildiği belirtilen iddianamede, buna rağmen raporda, "Mevcut imzanın Dursun Çiçek eli mahsulü olduğu kanaatine varılmıştır." şeklinde bilimsel gerçeklikten uzak, adli belge incelemesinin teorik prensiplerine ve bilimsel kriterlerine uygun bulunmayan şekilde rapor verildiğinin anlaşıldığı kaydedildi.

Cihangiroğlu, Dursun Çiçek'i suçladı

İddianamede, MİT tırlarının durdurulması davası kapsamında bir süre tutuklu kalan şüphelilerden dönemin Jandarma Kriminal Daire Başkanı emekli Albay Burhanettin Cihangiroğlu'nun, 4 Ağustos'ta İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne (TEM) "Söz konusunun belgenin, laboratuvarlarına incelenmek üzere gönderildiği dönemde Jandarma Kriminal Daire Başkanı olarak görev yaptığı, rapor vermediği, rapor veren, delil inceleyen, rapor imzalayan bir pozisyonda değil, üst yönetici olduğu" şeklinde bilgi verdiği belirtildi. 

İddianamede, Cihangiroğlu'nun müşteki Dursun Çiçek'e yönelik, eleştirel sözler kullandığı şu beyanı dikkati çekti:

"Savcılık tarafından alınan rapor, bizim Jandarma Kriminal Laboratuvarının verdiği raporun doğru ve bilimsel düzenlendiğini teyit etmektedir. Özellikle belirtmek istiyorum ki, imzanın sahibi olduğu iddia edilen şahıs çok uzun zamandır yazılı ve görsel medyada sanki Ergenekon, Balyoz ve casusluk davası kapsamındaki deliller, Jandarma Kriminal Laboratuvarında incelenmiş ve yalan yanlış raporlar verilmiş algısı yaratarak ıslak imza ile ilgili kurumum tarafından verilen ve bugüne kadar aksi yönde tek bir resmi bilirkişi kurumunda rapor alınamayan, bilimsel değeri yüksek raporu itibarsızlaştırma gayreti içerisine girmiştir. Halbuki Ergenekon, Balyoz, casusluk gibi davalarda laboratuvarlarımıza hemen hemen hiç bir delil incelenmek üzere gönderilmemiştir. Savcılığınız tarafından alınan en son bilirkişi raporunu gördüğünde bu telaşını daha iyi anlıyorum. Zira bu raporda imzanın zayıf ihtimal derecesinde Dursun Çiçek'in eli ürünü olabileceği yönündedir. Savcılığınızca alınan bu rapor, jandarma kriminal laboratuvarı tarafından verilen raporun ne kadar doğru ve bilimsel olduğunun bir ispatıdır. Bu rapor üzerine asıl soruşturmanın Dursun Çiçek hakkında yapılması gerekirken raporu düzenleyen jandarma laboratuvar uzmanları ve yönetici hakkında olması oldukça manidardır.

Rapor, Genelkurmay Başkanlığın talimatı ile başlatılan, askeri savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında kurumumuz tarafından verilen bir rapordur. Bu süreçte kimseden talimat alınmamıştır. Kimseye de talimat verilmemiştir."

"Salih Sala beni yoğun baskı altında tuttu"

Şüphelilerden Özlem Karslı'nın da savcılığa verdiği ifade şöyle:

"Ben belgeyi incelediğimde tespitim, 'söz konusu imzanın, basit tersimli, yani taklidi kolay nitelikte olması ve ayrıca fluaj izinin de belli belirsiz olması sebepleriyle müspet ya da menfi kanaat bildirmenin mümkün olmayacağı' şeklindeydi. Ancak şube müdürü Salih Sala, yarım gün boyunca tespit edilen benzerliklere rağmen bu şekilde kanaat bildirmemin yanlış olduğu yönünde beni yoğun bir baskı altında tuttu."

İddianamede, Karslı'nın, "rapor hazırlama sürecinde artan baskılar nedeniyle psikolojisinin bozulduğu" yönündeki beyanda bulunduğu kaydedildi.

Karslı'nın, "Salih Sala'nın kurumdan ayrılmaması için kendisini tehdit ettiği ve 2011 yılında dava açarak kurumdan ayrıldığı" ifadesi de bulunan iddianamede, Karslı'nın, "Yaklaşık 6 yıldır bu belge ile ilgili haberleri basın ve yayın organlarından takip etmekteyim. İlk belge incelemesi yapıldığında da endişeye kapılmıştım. Kesinlikle bir talimatla veya bir örgütün yönlendirmesi ile hareket etmedim. Söz konusu yapı ile hiçbir organik bağım olmamıştır." dediği aktarıldı.

İddianamede, şüphelilerden Kemal Çakır'ın "İnceleme formunda belirttiğim kanaati değiştirmem yönünde Salih Sala'dan talimat aldım. Üzerini çizmek ve paraflamak sureti ile değiştirdim. Ancak kısa bir süre sonra kendisi bana bunun uygun olmadığını, formu yeniden düzenlemem gerektiğini emretti. Eski formu kendisi imha etti. Ben de yeni formu kuvvetle muhtemel el ürünü olduğu şekli ile düzenleyerek kendisine verdim. Salih Sala'nın hem bu emrini hem illaki bir kanaat bildirmemiz gerektiği konusundaki ısrarını teknik olarak mı istediğini yoksa bir amaca hizmet edip etmediği bilmiyorum." şeklinde beyanda bulunduğu belirtilerek, Çakır'ın da Sala tarafından tehdit edildiği ifadesini kullandığı iletildi.

- "Dursun Çiçek'in yaşadığı süreç için üzgünüm"

Şüpheli Çakır'ın, "Sayın Dursun Çiçek'in yaşadığı süreç için üzgünüm. Ancak şahsi fikrimdir bu imza çalışma arkadaşları ya da ona yakın birileri tarafından yoğunluğundan ve dalgınlığından faydalanılarak bir şekilde attırılmış olabilir. Eğer bir kumpas varsa kumpası bu imzayı attıran kişi kurmuştur diyebilirim. Çünkü yaptığı görev itibarıyla ve bulunduğu rütbe olarak böyle bir belgenin hazırlanmasını onaylayacağını düşünmüyorum. Söz konusu belge TSK yazım kurallarına hiçbir şekilde uymamaktadır." şeklinde beyanına da yer verilen iddianamede, süreçle ilgili hukuki değerlendirme de yapıldı.

Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması kapsamında, İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli belgeye ayrı bir önem atfedildiği, belgeyle ilgili imza incelemelerinin de bu soruşturma makamları ve ilgili adli kolluk personeli tarafından yaptırıldığına dikkati çekilen iddianamede, "Bu bağlamda bilirkişilik görevini yapan Adli Tıp Kurumu ve Polis/Jandarma kriminal laboratuvarı görevlilerinin silahlı terör örgütü yapılanması içerisinde yer alarak veya bu yapı içerisinde yer almamakla birlikte yönlendirilme, baskı, ikna suretiyle söz konusu raporları tanzim ettikleri anlaşılmıştır. TCK'nın 276/1.maddesinde tanımlanan, 'gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma' suçunda; gerçeğe aykırılık, somut olayın gerçeklerine uymama veya bilimsel gerçeklere aykırı olma şeklinde ortaya çıkmaktadır." denildi.

Şüphelilerden Cengiz Haluk İnce'nin de belirttiği üzere, soruşturmayı yürüten Zekeriya Öz'ün belgenin ikinci ve üçüncü incelemelerinde, belgeyi Adli Tıp Kurumu Başkanlığına bizzat getirdiği ve kurum başkanı şüpheli Haluk İnce ile görüştüğü, bu durumun soruşturma usul ve esasları ile adli belge inceleme prensiplerine açıkça aykırılık teşkil ettiği anlatılan iddianamede, incelemeye konu belgelerin mahiyeti ile sayısı dikkate alındığında, suça konu raporlara ilişkin incelemelerin çok kısa bir sürede tamamlanarak rapor haline getirildiği ve genişletilmiş heyetle yapılan incelemede yeterli tartışma yapılmadan blok halinde görüş verildiği dile getirildi.

"2010 yılı ve sonrasında Adli Tıp Kurumunda üst seviyede kadrolaşma"

FETÖ/PDY'nin diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolaşmasına paralel Adli Tıp Kurumu Başkanlığında da aynı yol ve yöntemleri izlemek suretiyle kadrolaşmaya gittiği, özellikle "İrtica İle Mücadele Eylem Planı" olarak bilinen belge ilgili bilirkişi incelemesi yapılan 2010 yılı ve sonrasında kurumdaki kadrolaşmanın en üst seviyeye ulaştığı vurgulanan iddianamede, örgütün özellikle bu tür incelemeleri yapan Fizik İhtisas Dairesine özel bir önem verdiği ve örgütsel açıdan kurumda istenilen kadrolaşmanın tam olarak sağlandığı anlatıldı.

İddianamede, özellikle aynı kurumda çalışan tanıklar ile gizli tanıkların beyanlarına göre, suça konu raporlarda imzası bulunan bazı şüphelilerin örgüt yapılanması ile irtibatlarının açıkça ortaya konulduğu belirtilerek, suç örgütünün yargı, emniyet yapılanması içerisindeki soruşturma birimlerinin talebi ve yönlendirmesiyle "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" isimli belgenin incelemesinin yaptırıldığı, Adli Tıp Kurumundaki örgütsel yapılanma kullanılarak amaçlanan şekilde rapor tanzim ettirildiği ifade edildi.

Şüphelilerin "gerçeğe aykırı bilirkişi raporu tanzim etme" suçunu işledikleri belirtilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Öte yandan anılan dönemde Adli Tıp Kurumu Başkanı olan şüpheli Cengiz Haluk İnce'nin görev yaptığı dönemde suç örgütüne ilişkin yapılanmanın Adli Tıp Kurumunda en üst seviyeye ulaştığı, aynı kurumda çalışan bir kısım personel ile gizli tanık beyanlarına göre kendisinin de bu örgütlenmenin içerisinde yer aldığı, söz konusu imza incelemeleri yapılmadan önce soruşturma savcısı ile kurumda görüştüğü, Fizik İhtisas Dairesinde belgeyi inceleyecek heyetin oluşturulmasına yönelik mevzuata uygun olmayan görevlendirmeler yaptığı, belgenin incelenmesi ve rapor verilmesi sırasında uzmanları etki altına aldığı ve heyeti yönlendirdiği, örgütün amaçladığı şekilde iki ayrı rapor tanzim edilmesini sağladığı, bu şekilde, 'gerçeğe aykırı bilirkişi raporu düzenleme' suçuna azmettiren olarak iştirak ettiği, suça konu iki ayrı rapor düzenlenmesi nedeniyle hakkında ayrıca TCK'nın 43/1 maddesinin uygulanması (zincirleme suç) gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır."

Haber Ara