Dolar

32,3350

Euro

35,1123

Altın

2.309,02

Bist

9.079,97

Fast and Ridiculous: Müslümanların sekülerleşme serüveni

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-12-29 11:16:37

Fast and Ridiculous: Müslümanların sekülerleşme serüveni

İlk Söz: Son 25 yılda Türkiye'de yaşayan dindar kesim anlaşılması güç ve baş döndürücü bir hızla sekülerleşme serüveni geçirmektedir. Bu durumun sebebi ne tek başına iktidarlar ne de toplum kesimleridir. Bu anlamda bir suçlama yerine, doğal bir süreç tespiti ve özeleştirisi yapmaya çalışacağım. Bunu da kolay anlaşılması açısından bölümler halinde yazmaya gayret edeceğim. Ama şöyle mouse'un ortasındaki tekerlekle sona kadar gidip “uzunmuş be kim okuyacak şimdi” deme sakın güzel kardeşim, uğraşmışız o kadar.

1-) Türkiye toplumunda yıllardan beri bir “Sekülerlik Şizofrenisi” yaşanmaktadır. Bugün “hayat tarzına müdahale”den bahseden kitle aynı söylemi Başörtüsü meselelerinin gündeme geldiği zamanlarda da “Bize baskı yapacaklar, başımızı zorla kapatacaklar” şeklinde dillendiriyordu. Bu kitlenin patolojik/şizofrenik durumu ise kendilerinin Müslüman olması ve ara sıra “yanlış anlamayın bizim ailemizde de başörtülüler var” şeklinde savunmalar yapmasıydı. Önemli bir hususu belirtmeliyiz ki bu kitle hakkında sarfedilen “bunların asıl sorunu İslam ile, din ile” yakıştırmasına katılmamaktayız. Çünkü bu kitle örneğin İngiltere gibi bir yerde Çarşaflı bir bayan ile yan yana aynı sınıfta okuyabilmekte, pekala bunun bir özgürlük olduğunu düşünebilmektedir. Daha çok bu kitlenin bir “Kıskançlık İdeolojisi” içerisinde olduğunu ve tepkilerinin bundan kaynaklandığını düşünüyoruz. Şöyle ki; bu kitlenin en önemli klişe sözlerinden birisi “Cumhuriyetin kurucu ideolojisi”dir. Sekülerler, Osmanlı sisteminin çöktüğünü ve kendileri gibi düşünen kimselerin Türkiye Cumhuriyetini kurduklarını, dolayısı ile devletin asıl sahibinin kendileri olduğunu, siyaset yapmak isteyen müslümanların “İran”a giderek pekala siyaset yapabileceklerini düşünmektedirler. Şunu belirtelim ki Kıskançlık tabirini bu kitleye düşmanlık etmek ya da iktidar taraftarlığı yapmak için kullanmamaktayız ve bunun doğal bir durum olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim İngiltere toplumu da Amerika'yı kıskanmaktadır çünkü eski Britanya İmparatorluğu'nun yerini Amerikan İmparatorluğunun aldığını düşünmektedirler. Ayrıca Türkiye'de de İngiltere gibi Müslüman kesimin iktidar olması ihtimal dahilinde olsa, bu kitlenin daha farklı hareket edebileceğine inanıyoruz. Bizim yazımızın asıl konusu ise “Laikler” olarak adlandırılan bu kitleyi değil, asıl bu kitle haricindeki müslüman kesimin Sekülerlik macerasına ışık tutmaktır. Çünkü bu Klasik Sekülerler yani Laikler'in haricinde bir de Seküler Müslümanlar diyebileceğimiz bir kitle var artık. Bu anlamda aşağıda “Müslümanlar” tabirini dine mensubiyet anlamında değil kimlik kolaylığı anlamında kullandığımızı beyan etmemiz gerekir.

2-) Hatırlarsınız Erdoğan Başbakanken “Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” demişti ve Laikler yine ayağa kalkmıştı. Çünkü Başbakan, zenginleşme ve iktidar ile birlikte yeni gelen neslin “Facebook/Twitter Gençliği” ya da “Klavye Mücahidi” olduğunu farketmekte, bugün “Huqqa” gibi mekanlarda caka satan bu gençlikten kendisi gibi kimselerin çıkamayacağını düşünmekte ve başlattığı dönüşümün akamete uğrayacağını öngörmekteydi. Ancak bu mesele Başörtüsü'nin kanunen çözülememesi gibi havada kaldığı gibi, tam aksine yukarıda bahsettiğimiz “Laikler”den başka ikinci bir seküler kitlesinin daha ortaya çıktığını söyleyebiliriz. “Ak Parti mi bu kitleyi çıkardı yoksa bu kitle mi Ak Partiyi” tartışması “tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan” paradoksu gibi kısır bir döngüden ibarettir. Her ikisidir de denebilir bu yüzden. Ancak şurası bir gerçek ki bugün her türlü dünyevi tadı elinin altında bulan bu gençlik çoğunlukla 28 şubatta tüm hakları kısıtlanan neslin çocuklarıdır. Neticede bu gençliği leylekler getirmedi. Bu anlamda 28 şubatta hakları kısıtlanan neslin “Bize yaşatmadılar bari çocuğum her şeyi yaşasın” şeklindeki Anadolu tabiri ile hareket etmiş olabileceğini düşünmekteyiz.

3-) Ak Parti döneminde müslümanların doğal olarak zenginleştiği doğrudur. Zenginin helal dairede malını harcamasına hiçbir şey denemez, zaten öyle bir çene yormaya da niyetimiz yoktur. Ancak zenginlerin sekülerleşme ile birlikte müslümanın kimliğini alaya alması, “zekatımı veririm, gerisinde kim ölmüş kim kalmış beni alakadar etmez” gibi infak'a önem vermeyen tavırları “Antikapitalist Müslümanlar” denen grubu ortaya çıkardı. Bu grup Kur'an'ın “Kenz” kavramını diline pelesenk etti, ihtiyaçtan fazla elde tutmak veya Jip'e binmek haramdır, İslam mülkiyet problemini çözmek için inmiştir demeye başladı. Bu durum bize tarihte birbirine tepki olarak ortaya çıkan Bid'at mezhepleri hatırlatıyor, biri ifrat ise diğeri tefrit. Tabi ki fıkhen kalkıp “helal mi değil mi sen bana onu söyle” diye bir itiraz edilebilir, biz her müslüman'ın temsil konumunda olduğundan hareketle kimlik üzerinden bu eleştirimizi yapıyoruz.

4-) Gençlik ve idealleri de sekülerleşti elbette. 28 şubat dönemi ve öncesinde gençler Fatih ya da Üsküdar'da bulunan çay mekanlarında sabaha kadar birkaç “islam devleti” kurup yıkarlardı ya da bir sonraki günün Başörtüsü eylemini planlarlardı ve ciddi bir heyecan sözkonusu idi. Bunu dahi eleştirirken birden 2000'lerin başında aynı mekanlarda bir elinde nargile diğer elinde Kur'an Meali, “hüküm açık bence” diye konuşan bir gençlik ortaya çıktı. Bu grup bir süre sonra Ayet ve Hadis'lerden çok filozof ve edebiyatçıların aforizmaları ile konuşmaya başladı, -izm'ler, -loji'ler ve isim'ler havada uçuşuyordu ve ciddi bir “cedel” hastalığı yaygındı, bir fayda ortaya çıkarmak üzere değil de rakibi altetme üzerine bir tartışma söz konusuydu. Son aşamada geldiğimiz noktada ise bu da terkedildi ve müslüman gençler “Huqqa” gibi mekanlarda boy göstermeyi sınıf atlama mesabesinde görmeye başladı ve kızlarımız moda dergileri ile uğraşır oldu. Bu anlamda uğraştıkları Moda'yı da kendi üzerlerinde mücessem hale getirmeyi ihmal etmediler. Oysa eskiden Kızlarımız “ya ahir zaman alameti üzerimde tecessüm ederse” endişesi taşımakta idi.

5-) Elbette bu süreç “biz de her yerde olmalıyız, bizim onlardan neyimiz eksik” sözleri ile başladı. Ancak ne gariptir ki bu söz sanki gerçekleşti gibi gözükse de bizce gerçekleşmedi. Mesela müslüman kitle “Sinema”da yer alamadı. Koca İslam Dünyası'nın bir “Mustafa Akkad” daha çıkaramadığından söz etmiyorum. Televizyon dizilerinde bile herhangi bir başarı gösterilemedi. “Her yerde olmalıyız” felsefesi ne yazık ki Kuran Kurslarını, Medreseleri, Camileri kapsamadı. Çünkü buralar zaten kendilerinindi ve evdeki “Dana” kıymetsiz olurdu her zaman.

6-) Tesettür sekülerleşmesinden söz edeceğim ama Kızların klasik feminen tepkisi olan “ya bu erkekler de taktı bizim örtümüze” dediğini yine duyar gibiyim. Evet faturayı yalnız onlara kesmek bence de haksızlık olur. Dönüşüm açısından hatırladığım kadarıyla, Çarşaf Pardesü'ye, Pardesü Tunik ve Pantolon'a, Tunik ve Pantolon daha dar ve kısa bir forma dönüşmüş idi. Bir de cıvıl cıvıl renklerde ve aşağıdan bir karış kısa olması şart olan etekler var tabi. Ben üniversite okurken bunları hiç görmedim çünkü başörtüsü eylemlerinde zaten bu tip kimseler yoktu, bu tip olabilecek potansiyel taşıyanlar da başını açarak okula girmekte idi. Kimseyi yargıladığım yok, dediğim gibi suçu yalnızca kızlarımızda aramıyor, durum tespiti yapmaya çalışıyorum. Okumuş müslüman kızlarımızın Fatma K. Barbarosoğlu'na yazdıkları mektupları hatırlıyorum, başörtülü ve okumuş bir hanım ablamız bir genç ile evlilik görüşmesini aktarıyor ve erkeklerden yakınıyordu: “Hocam Kant'ı bilir misin dedim şekerli su sandı ya”. Peki ya erkeklerimiz? Eskiden “en azından sakalımı jilete vurmayayım belki Allah'ı bir nebze razı ederim” derdinde olan erkekler bugün “sakalı tersten bile aldım, temizlik gibisi var mı ya” gibi cümleler sarf ediyorlar. Başörtüsü gibi kimlik belirten bir şey de giymediklerinden ilk bakışta hiçbir ayırıcı kimlik özelliği taşımayan erkeklerimizin en önemli saplantılarından birisi de “eş dediğin şiirden, felsefeden anlayacak” sözleridir. Artık en hassas dediğimiz erkeklerimiz bile Allah için tesettürüne ve kimliğine dikkat eden bir bayanı tercih etmemeye başlamış ve neticede talebe göre yeni tesettür şekilleri arz edilmeye başlanmıştır. Düzgün tesettürlü bir bayan ile evlenirse devlet kademelerinde önünün kesileceği düşüncesi neredeyse bütün erkeklere sirayet etmiş durumda. Öte yandan Yeni Tarz tesettürlüler çoğunluğa geçince, azınlıkta kalanlara “bu biraz aşırı değil mi sence” demeye başladılar. Zaten değilmi ki çoğunluk azınlığı tanımlar. Seküler müslümanlar çoğalınca geride kalanlara isim de bulundu hemen: “Radikal”. Kanaatimizce tesettürün sekülerleşmesinde en az kızlar kadar erkekler de sorumluluk sahibidir. En doğrusunu Allah bilir tabi.

7-) Bir de meslek fetişizmi ve sekülerleşmesi söz konusu. Müslüman aileler artık çoçuklarını Medrese ya da Kuran kursuna vermez oldular. Başka bir ailenin zeki çocuğunu gördüğünde “aa ne zeki çocuk versenize bunu falan hocaya hafız olsun” diyen ebeveynler “peki ya sizinki?” diye sorulduğunda “bizimki mühendis olacak” şeklinde cevap verir oldular. Çocuklara daha küçüklükten “benim çocuğum doktor mu olacakmış” şeklinde yakıştırmalar yapılır oldu. Tabi ki toplumun bunlara da ihtiyacı var ancak biz diğerlerinin önemsizleştirilmesinden bahsediyoruz. Çocuğu hafız olursa aç kalacağını düşünen ailelerin bir evveli, çocuğu imam hatip'e giderse üniversiteye giremez endişesi taşıyan ailelerdi. Bu şeklide yetişen çocuklar büyüdüklerinde sadece para peşinde koşan, fedakarlık kelimesini unutan, CEO olmayı en büyük ideali olarak gören bir hale bürünüyorlar. Zenginliğin Allah'ın bir lütfu olduğunu unutup “Ticaret” alanında master doktora yaptığında zengin olacakları hayali ile yaşıyorlar. İlmihal kitapları yerini kişisel gelişim kitaplarına bırakıyor. Bu şekilde zeki çocukların hiçbiri din ilimlerine yönlendirilmiyor ve Alim de çıkmıyor dolayısı ile. Hatta çocukların isimleri bile değişti, zor zamanlarda müslümanlar çocuklarına Muhammed, Muaz, Mus'ab, Nesibe, Hatice gibi isimler koyarken şimdilerde Kaan, Mertcan, Sude, Bade gibi isimler koymaya başladılar. E doğru ya Mus'ab isminde CEO mu olur? En idealist gencimiz bile bir gün kendini Televizyondaki tartışma programlarında havalı havalı paradigma çürütürken hayal ediyor ya da kitap fuarında entelektüelce kitaplarını imzalarken.

8-) Sekülerleştikçe müslüman gençlerin idealleri çalınmakla kalmadı bir de o ideallerin “Ütopik” olduğuna inandırıldı müslümanlar. Bu hastalığın kangrene dönüşmesi ile birlikte “İslam Hukuku” veya “İslam Ekonomisi” gibi dersler kaldırılmaya başlandı. Oysa ingiltere gibi yerlerde harıl harıl bunların enstitüleri kurulmakta idi. Hatırlıyorum Hukuk fakültesine ilk girdiğimde adı önceleri “İslam Hukuku” olan ders “Türk Hukuk Tarihi” olmuştu. Derste eski Göktürklerin bazı hukuk müesseselerinden bahsedilmekte ve çoğunlukla Batıdan alınan Kanunların kodifikasyonu üzerinde durulmakta idi. Oysa en azından dersin bir mukayeseli hukuk olabileceğini düşünmüş idim. Çünkü Roma Hukuku ile ilgili 3 ayrı ders vardı. Bu derste de İslam Hukuku veya en azından Külli Kaideler mukayesesi yapılabilir umudu içerisindeydim. Yanılmıştım.

9-) Facebook ve Twitter hastalığımızdan söz etmemek olmaz tabi. Her ikisinin de aktif kullanıcısı olarak gördüklerimizden yola çıkarak diyebiliriz ki, bu iletişim araçları bilgiyi “fast food” haline dönüştürdü ve ilmi “avamileştirdi”. Zaten Google çıktığından beri gençler arasında “Molla” görevi görüyordu ve gençler derslerinde bile hocalarını Google ile düzeltmeye çalışıyordu. Buna şimdi facebook ve twitter da eklendi. “Sanal Maskeler” takan gençler normalde hiçbir fikrinin olmadığı konularda, Google'dan kopyala yapıştır sistemi ile görüş beyan etmeye başlamış ve yüz yüze tartışmaya girmeye cesaret bile edemeyeceği kimselerle tartışmaya girmeye başlamıştı. Sanal alem sanki “Matrix” gibi, bağlanınca farklı kimlik, bilgisayarın önünden kalkınca faklı kimlik. Ayrıca hayatında hiç ilmihal'i bile eline almamış, Buhari'yi son dönem edebiyatçılarından zanneden gençler Ayet ve Hadis'ler paylaşmaya başlamıştı. Ayet Hadis paylaşmakta bir beis yok, asıl problem bunların lafzından yola çıkarak belli olaylar hakkında Allah ve Resulünün de öyle düşündüğünü iddia etmeye kalkışmak idi. Bir de bilgi birbirine karıştı, rastlanılan her güzel sözün altına “Mevlana” ismi eklenerek paylaşılmaya başlanmış, Alim bir zat modern kültür malzemesi haline getirilmiş idi. Zannımca Kıyamet gününde “Yarabbi şu kulundan şikayetçiyim” sözünü en çok kullanacak isimlerden biri de Mevlana'dır. Tabi ki bunların hızlı iletişimde faydalı araçlar olduğu gerçeğini yadsımıyoruz ancak hayatında bir mitinge katılıp ses çıkarmamış insanlar Twitter'da #islambirliğişimdi gibi hashtag'lerle büyük iş yaptığını zanneder oldu. Bunları elbette yapmak gerekir ancak Gerçeklik, Sanallık karşısında varlığını yitirmemelidir. İnsanın bu gibi ufuk gerektiren meselelere el atması en azından bir aksiyon ve ameli de beraberinde getirmelidir. Bir şeyin başına “İslami” takısı getirildiğinde o şey islamdan olmuyor. Netice itibari ile bu tip iletişim araçlarının fikir dünyamıza etki ettiği bir gerçektir. Ancak Farz İlimlerini öğrenmemiş bir müslüman genç bu tip iletişim araçlarında “Müslümanca Duruş” ve “Müslümanca Bakış Açısı”ndan söz etmemelidir. Fikrin bakışını yola sokan tek şey bizde İlim'dir. Entelektüellik değildir.

10-) Facebook ya da Twitter'da bazen öyle gençler görüyorum ki her şeyden anlıyorlar, bunu başarabilmek için ya insanüstü bir varlık olmak ya da hiçbir şeyden anlamamak gerekir. Ayrıca çiçekli böcekli mutluluk felsefesine kapılmış, filozofluğa soyunan gençler de şu evrenin sırrını bir türlü vermiyorlar, aşk olsun. Kendince önemli adamlarla çekilmiş fotoğraflarını Facebook'a yükleyen gençler, kendilerinin de bu yolla önemli olacağını zannetmektedirler. Bu arkadaşların bir versiyonu da Mevlana'nın Pergel Metaforu'na kafayı takmış gençlerdi. Bu tür kelimeleri diline pelesenk etmiş gençlik, “müslüman günceli de takip etmeli” şeklinde kendini savunuyordu. Tabi ki takip etmeli ama 1400 yıldır güncel olan bir Din var onu da bu takibe ekleyerek.

11-) Sekülerleşme Dini pratiklerin de içini bir nebze boşalttı tabi. En yakın örneğini Ramazan Eğlencelerinden verebiliriz. Eskiden benzer eğlenceler Yılbaşı'nda yapıldığında tepki gösteren müslümanlar, bugün aynı eğlencelerin “Dansözsüz” olanını kendileri düzenlemeye başladılar. Çok güzel gelişmeler de oldu elbette ancak bunlar sayısı çok az olan çalışmalardır.

12-)Bütün bunları kendimizi sürecin dışında tutarak yazmadık, özeleştirimizi de tabi ki yaptık. Zaten bunları söyleyebilmek sürecin tam ortasında olduğumuzu kanıtlamaya yeterdir. Peki bunların yanında çok düzgün bir nesil de yetişmedi mi yetişti tabi ki ama bunların sayısı çok az ve sonunda sekülerlik bombardımanına karşı bu kesim de kendini bir “Getto” içerisine tıktı. Aynı kitapları okuyan, aynı müzikleri dinleyen, aynı yönetmenleri takip eden, aynı vakfa/derneğe takılan bu kitle sadece birbirleri ile muhatap olmaya başladı ve diğer büyük kitleden kendini bir nebze soyutladı. İyi mi yaptılar kötü mü bilemeyeceğim ama iletişimsizliğin iyi bir şey olmadığı tecrübe ile sabit bir gerçektir.

Son Söz: Tespit yaptık ama bir reçete sunma hadsizliğinden kaçındık, sürecin içinden reçete olmaz diye. Eklemek isterim ki, Şeriat gelecek diye korkan Klasik Sekülerler yani eski tabirle Laikler bence korkmasın, şu anki durumumuza bakılırsa “Şeriat”ı sizden önce bizim kitle reddedecek gibi duruyor… Öyleyse Allah'ın kullandığı bir kelime olan “Şeriat”ı dilimize pelesenk etmeyelim, gelin herkes işine baksın olur mu? Nasıl olsa “Sizin Mahalle”yi de kaldıracak bir gün “Bizim Mahalle”.

Not: Bu yazıya benzer bir yazıyı daha önce de yayınlamıştım ama yayınlayan yer kapandı. Yazının güme gitmesine gönlüm razı gelmedi. O yüzden trip atma sayın okuyucu. Kib bye…

Haber Ara