İlk Söz: Son 25 yılda Türkiye'de yaşayan dindar kesim anlaşılması güç ve baş döndürücü bir hızla sekülerleşme serüveni geçirmektedir. Bu durumun sebebi ne tek başına iktidarlar ne de toplum kesimleridir. Bu anlamda bir suçlama yerine, doğal bir süreç tespiti ve özeleştirisi yapmaya çalışacağım. Bunu da kolay anlaşılması açısından bölümler halinde yazmaya gayret edeceğim. Ama şöyle mouse'un ortasındaki tekerlekle sona kadar gidip “uzunmuş be kim okuyacak şimdi” deme sakın güzel kardeşim, uğraşmışız o kadar.
1-) Türkiye toplumunda yıllardan beri bir “Sekülerlik Şizofrenisi” yaşanmaktadır. Bugün “hayat tarzına müdahale”den bahseden kitle aynı söylemi Başörtüsü meselelerinin gündeme geldiği zamanlarda da “Bize baskı yapacaklar, başımızı zorla kapatacaklar” şeklinde dillendiriyordu. Bu kitlenin patolojik/şizofr
2-) Hatırlarsınız Erdoğan Başbakanken “Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” demişti ve Laikler yine ayağa kalkmıştı. Çünkü Başbakan, zenginleşme ve iktidar ile birlikte yeni gelen neslin “Facebook/Twitte
3-) Ak Parti döneminde müslümanların doğal olarak zenginleştiği doğrudur. Zenginin helal dairede malını harcamasına hiçbir şey denemez, zaten öyle bir çene yormaya da niyetimiz yoktur. Ancak zenginlerin sekülerleşme ile birlikte müslümanın kimliğini alaya alması, “zekatımı veririm, gerisinde kim ölmüş kim kalmış beni alakadar etmez” gibi infak'a önem vermeyen tavırları “Antikapitalist Müslümanlar” denen grubu ortaya çıkardı. Bu grup Kur'an'ın “Kenz” kavramını diline pelesenk etti, ihtiyaçtan fazla elde tutmak veya Jip'e binmek haramdır, İslam mülkiyet problemini çözmek için inmiştir demeye başladı. Bu durum bize tarihte birbirine tepki olarak ortaya çıkan Bid'at mezhepleri hatırlatıyor, biri ifrat ise diğeri tefrit. Tabi ki fıkhen kalkıp “helal mi değil mi sen bana onu söyle” diye bir itiraz edilebilir, biz her müslüman'ın temsil konumunda olduğundan hareketle kimlik üzerinden bu eleştirimizi yapıyoruz.
4-) Gençlik ve idealleri de sekülerleşti elbette. 28 şubat dönemi ve öncesinde gençler Fatih ya da Üsküdar'da bulunan çay mekanlarında sabaha kadar birkaç “islam devleti” kurup yıkarlardı ya da bir sonraki günün Başörtüsü eylemini planlarlardı ve ciddi bir heyecan sözkonusu idi. Bunu dahi eleştirirken birden 2000'lerin başında aynı mekanlarda bir elinde nargile diğer elinde Kur'an Meali, “hüküm açık bence” diye konuşan bir gençlik ortaya çıktı. Bu grup bir süre sonra Ayet ve Hadis'lerden çok filozof ve edebiyatçıların aforizmaları ile konuşmaya başladı, -izm'ler, -loji'ler ve isim'ler havada uçuşuyordu ve ciddi bir “cedel” hastalığı yaygındı, bir fayda ortaya çıkarmak üzere değil de rakibi altetme üzerine bir tartışma söz konusuydu. Son aşamada geldiğimiz noktada ise bu da terkedildi ve müslüman gençler “Huqqa” gibi mekanlarda boy göstermeyi sınıf atlama mesabesinde görmeye başladı ve kızlarımız moda dergileri ile uğraşır oldu. Bu anlamda uğraştıkları Moda'yı da kendi üzerlerinde mücessem hale getirmeyi ihmal etmediler. Oysa eskiden Kızlarımız “ya ahir zaman alameti üzerimde tecessüm ederse” endişesi taşımakta idi.
5-) Elbette bu süreç “biz de her yerde olmalıyız, bizim onlardan neyimiz eksik” sözleri ile başladı. Ancak ne gariptir ki bu söz sanki gerçekleşti gibi gözükse de bizce gerçekleşmedi. Mesela müslüman kitle “Sinema”da yer alamadı. Koca İslam Dünyası'nın bir “Mustafa Akkad” daha çıkaramadığından söz etmiyorum. Televizyon dizilerinde bile herhangi bir başarı gösterilemedi. “Her yerde olmalıyız” felsefesi ne yazık ki Kuran Kurslarını, Medreseleri, Camileri kapsamadı. Çünkü buralar zaten kendilerinindi ve evdeki “Dana” kıymetsiz olurdu her zaman.
6-) Tesettür sekülerleşmesind
7-) Bir de meslek fetişizmi ve sekülerleşmesi söz konusu. Müslüman aileler artık çoçuklarını Medrese ya da Kuran kursuna vermez oldular. Başka bir ailenin zeki çocuğunu gördüğünde “aa ne zeki çocuk versenize bunu falan hocaya hafız olsun” diyen ebeveynler “peki ya sizinki?” diye sorulduğunda “bizimki mühendis olacak” şeklinde cevap verir oldular. Çocuklara daha küçüklükten “benim çocuğum doktor mu olacakmış” şeklinde yakıştırmalar yapılır oldu. Tabi ki toplumun bunlara da ihtiyacı var ancak biz diğerlerinin önemsizleştirilm
8-) Sekülerleştikçe müslüman gençlerin idealleri çalınmakla kalmadı bir de o ideallerin “Ütopik” olduğuna inandırıldı müslümanlar. Bu hastalığın kangrene dönüşmesi ile birlikte “İslam Hukuku” veya “İslam Ekonomisi” gibi dersler kaldırılmaya başlandı. Oysa ingiltere gibi yerlerde harıl harıl bunların enstitüleri kurulmakta idi. Hatırlıyorum Hukuk fakültesine ilk girdiğimde adı önceleri “İslam Hukuku” olan ders “Türk Hukuk Tarihi” olmuştu. Derste eski Göktürklerin bazı hukuk müesseselerinden bahsedilmekte ve çoğunlukla Batıdan alınan Kanunların kodifikasyonu üzerinde durulmakta idi. Oysa en azından dersin bir mukayeseli hukuk olabileceğini düşünmüş idim. Çünkü Roma Hukuku ile ilgili 3 ayrı ders vardı. Bu derste de İslam Hukuku veya en azından Külli Kaideler mukayesesi yapılabilir umudu içerisindeydim. Yanılmıştım.
9-) Facebook ve Twitter hastalığımızdan söz etmemek olmaz tabi. Her ikisinin de aktif kullanıcısı olarak gördüklerimizden yola çıkarak diyebiliriz ki, bu iletişim araçları bilgiyi “fast food” haline dönüştürdü ve ilmi “avamileştirdi”. Zaten Google çıktığından beri gençler arasında “Molla” görevi görüyordu ve gençler derslerinde bile hocalarını Google ile düzeltmeye çalışıyordu. Buna şimdi facebook ve twitter da eklendi. “Sanal Maskeler” takan gençler normalde hiçbir fikrinin olmadığı konularda, Google'dan kopyala yapıştır sistemi ile görüş beyan etmeye başlamış ve yüz yüze tartışmaya girmeye cesaret bile edemeyeceği kimselerle tartışmaya girmeye başlamıştı. Sanal alem sanki “Matrix” gibi, bağlanınca farklı kimlik, bilgisayarın önünden kalkınca faklı kimlik. Ayrıca hayatında hiç ilmihal'i bile eline almamış, Buhari'yi son dönem edebiyatçılarınd
10-) Facebook ya da Twitter'da bazen öyle gençler görüyorum ki her şeyden anlıyorlar, bunu başarabilmek için ya insanüstü bir varlık olmak ya da hiçbir şeyden anlamamak gerekir. Ayrıca çiçekli böcekli mutluluk felsefesine kapılmış, filozofluğa soyunan gençler de şu evrenin sırrını bir türlü vermiyorlar, aşk olsun. Kendince önemli adamlarla çekilmiş fotoğraflarını Facebook'a yükleyen gençler, kendilerinin de bu yolla önemli olacağını zannetmektedirle
11-) Sekülerleşme Dini pratiklerin de içini bir nebze boşalttı tabi. En yakın örneğini Ramazan Eğlencelerinden verebiliriz. Eskiden benzer eğlenceler Yılbaşı'nda yapıldığında tepki gösteren müslümanlar, bugün aynı eğlencelerin “Dansözsüz” olanını kendileri düzenlemeye başladılar. Çok güzel gelişmeler de oldu elbette ancak bunlar sayısı çok az olan çalışmalardır.
12-)Bütün bunları kendimizi sürecin dışında tutarak yazmadık, özeleştirimizi de tabi ki yaptık. Zaten bunları söyleyebilmek sürecin tam ortasında olduğumuzu kanıtlamaya yeterdir. Peki bunların yanında çok düzgün bir nesil de yetişmedi mi yetişti tabi ki ama bunların sayısı çok az ve sonunda sekülerlik bombardımanına karşı bu kesim de kendini bir “Getto” içerisine tıktı. Aynı kitapları okuyan, aynı müzikleri dinleyen, aynı yönetmenleri takip eden, aynı vakfa/derneğe takılan bu kitle sadece birbirleri ile muhatap olmaya başladı ve diğer büyük kitleden kendini bir nebze soyutladı. İyi mi yaptılar kötü mü bilemeyeceğim ama iletişimsizliğin iyi bir şey olmadığı tecrübe ile sabit bir gerçektir.
Son Söz: Tespit yaptık ama bir reçete sunma hadsizliğinden kaçındık, sürecin içinden reçete olmaz diye. Eklemek isterim ki, Şeriat gelecek diye korkan Klasik Sekülerler yani eski tabirle Laikler bence korkmasın, şu anki durumumuza bakılırsa “Şeriat”ı sizden önce bizim kitle reddedecek gibi duruyor… Öyleyse Allah'ın kullandığı bir kelime olan “Şeriat”ı dilimize pelesenk etmeyelim, gelin herkes işine baksın olur mu? Nasıl olsa “Sizin Mahalle”yi de kaldıracak bir gün “Bizim Mahalle”.
Not: Bu yazıya benzer bir yazıyı daha önce de yayınlamıştım ama yayınlayan yer kapandı. Yazının güme gitmesine gönlüm razı gelmedi. O yüzden trip atma sayın okuyucu. Kib bye…