Dolar

32,3124

Euro

35,0549

Altın

2.279,12

Bist

9.022,69

Clinton’a, “Eğer ölürsek bize Fatiha okumayın” dedim

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY) eski Başkanı Mesut Barzani, 'Clinton iktidara geldikten sonra, Washington'un bize karşı mesajı değişti. İslam’da Fatiha Suresi var, ölüler üzerine okunur. Eğer ölürsek bize Fatiha okumayın” dedim.

4 Yıl Önce Güncellendi

2020-04-12 18:57:42

Clinton’a, “Eğer ölürsek bize Fatiha okumayın” dedim

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY) eski Başkanı Mesut Barzani, "Clinton iktidara geldikten sonra bize karşı bu mesaj değişti. 'Siz Irak ordusuna saldırırsanız biz müdahale etmeyiz, hiçbir şey yapmayız. Ancak onlar saldırırsa biz karşılık veririz fakat bizim belirlediğimiz bir zaman ve yerde' dediler. Ben de onlara, İslam'da Fatiha Suresi var, ölüler üzerine okunur. Eğer ölürsek biz bize Fatiha okumayın” dedim.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY) eski Başkanı Mesut Barzani'nin, Merkezi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olan Suudi televizyon kanalı MBC'ye verdiği röportajın ikinci bölümü, 10 Nisan 2020 günü yayınlandı.

Barzani, röportajında Saddam rejiminin yıkılış süreci, ardından yaşananların yanı sıra IŞİD savaşı ve Bağımsızlık Referandumu sürecinden bahsetti.

Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden önce Londra'da düzenlenen kongrede yaptığı konuşmayı ayrıntıları ile anlatan Barzani, Saddam sonrasında Paul Bremer ile arasındaki diyalog ve çelişkilere de değindi.

Başkan Barzani, IŞİD'in Musul'u işgalini, yeni nesil peşmergelerin cephedeki durumunu ve bağımsızlık referandumu konusunda sorulan sorulara da yanıtlar verdi.   

Mesud Barzani, Arapça yayınlanan röportajında kendisine sorulan sorulara şu yanıtları verdi:

Kürt-ABD ilişkilerinin şekli şu ana kadar da net değil. Bazen Kürtlerin müttefiği oluyor bazen de gizli çıkarları uğruna sırt çeviriyor…

Baba George Bush döneminde bize güçlerini geri çekeceklerini ancak Zaho'da koordinasyon üssü bırakacaklarını söylediler. Aynı zamanda, Irak hükümeti bize saldırırsa karşılık vereceklerini ancak biz saldırırsak olacaklara müdahale etmeyeceklerini vurguladılar. Bu Washington'ın mesajıydı. Clinton iktidara geldikten sonra bu mesaj değişti. “Siz Irak ordusuna saldırırsanız biz müdahale etmeyiz, hiçbir şey yapmayız. Ancak onlar saldırırsa biz karşılık veririz fakat bizim belirlediğimiz bir zaman ve yerde” dediler. Ben de onlara, “İslam'da Fatiha Suresi var, ölüler üzerine okunur. Eğer ölürsek bize Fatiha okumayın” dedim. Nasıl olacak, sizin istediğiniz zaman ve yerde saldırıya yanıt vermeniz? Müsait zaman ve yer neresi? Bu mantıklı değil. Daha sonra rejim devrilmesinden önce açıklanmayan bir ziyaretle Washington'a gittik. Orada, rejimin yıkılmasına karar verildiği kanaatine vardık. Bize, “Siz ısrarlıysanız biz de ısrarlıyız, bu rejimi devirmek istiyoruz. Yeni bir Irak'ın inşaşı için yeni bir imkan oluşsun istiyoruz. Vatandaşlar görev ve haklarının bilincine varsın. Biz bu isteği gördüğümüzde gerçekten rejimin devrilmesi için bir karar oluştuğu kanaatine vardık. Bizimle veya bizsiz ama önemli olan böyle bir karar vardı.

Baas rejimi devrilmeden önce, Saddam Hüseyin sonra Irak'ın geleceğinin tartışılması amacıyla muhalefet güçlerinin bir araya gelerek kongre düzenlemesini önerdiniz. Bu kongreden sonra Irak'ın geleceğinin büyük bir tehlike altında olduğunu hissettiniz mi?

Öneriniz nedir diye sordular. Tüm Irak muhalefetinin katılacağı bir kongre düzenlenmesini ve orada yeni bir Irak'ın inşası için anlaşmayı önerdik. Bu iyi bir öneri dediler ve Aralık 2002'de Londra'daki kongre bu şekilde gerçekleşti. Londra'daki kongrede Irak'ın gelecekte nasıl yönetileceği konusunda anlaşmaya varıldı, boşlukların doldurulması ve diğer detaylar konuşuldu. Fakat kongrenin son gününde intikam kokusu aldım. Orada, “Kardeşlerim, şimdi kongrenin sonuç bildirgesi yazılıyor ama izin verin söyleyecek sözlerim var” dedim. Kongreye katılanlar hala yaşıyor ve biliyorlar. Orada yaptığım konuşmada, “Lokal ve yerel çelişkilerimizi bir tarafa bırakmak hepimizin görevidir. Iraklılara demokrasiyi, geniş yelpazeli bir siyaset anlayışını, adalet ve eşitliği müjdelemek, beklenen medeni bir toplumu inşa etmek istiyorsak bunu yapmalıyız” dedim. Hiç kimse bu konudan bahsetmedi ama ben bahsettim. Başkası bunu konuşmaya cesaret edemeyebilir ama ben edeyim. “Ben Kürt'üm, tüm hayatımı diktatörlüğe ve rejime karşı mücadele ile geçirdim. Ailemden kardeş, yeğen ve akrabalarımdan 37 kişiyi, kaybettim. Aşiretimden 8 bin, ulusumdan 180 bin kişiyi yitirdim. Söyleyin bana, bu aşamadan sonra Saddam'ın ailesinden 37 kişiyi, Tikrit kentinden 8 bin, Saddam'ın ulusundan 180 bin kişiyi öldürmeyi düşünürsem, herkes intikamı düşünürse bu ülkede ne kalır? Bu yüzden kardeşler en iyisi odur ki, bin, iki bin kişi olur veya sayısını siz bilirsiniz, suçluların bir listesini oluşturun, mahkemeye verin ve cezalandırılsınlar. Diğerlerini bırakın halk içerisinde yaşasınlar, yeni bir sayfa açılsın ve Kürdistan tecrübesinden faydalanalım. Biz yeni bir sayfa açtık, çok sayıda Kürt Saddam'ın korucusuydu ve bize karşı savaştı. Fakat biz yep yeni bir sayfa açtık ve şimdi onlar iyi birer vatandaş oldu. Kürdistan Bölgesi'nde üzerilerine düşen görev sorumluluğu yerine getiriyorlar ve sorun bitmiştir” dedim.

Irak muhalefetinin o anki niyeti intikam mıydı?

Evet, evet. Ben, şu an gördüklerim gelecek konusundaki korku ve endişelerimdir dedim. Bu şekilde ülke inşa etmeyelim. Velhasıl bazıları desteklerken bazıları da rahatsız oldu.

Baas'ın kökten temizlenmesine karşı mıydınız?

Söylediğim gibi, Baas rejimine kökten karşıydım. Suç işleyenler adil bir şekilde cezalandırılsın. Diğerlerine karışmayın, ekmeklerini kesmeyin. Ben kim olursa olsun insanların ekmeklerinin kesilmesine karşıydım. Ama siyasi açıdan benim Baas'ın kökten temizlenmesi gibi bir problemim olmadı. Ben insanların ekmeklerinin kesilmesi kararına karşıydım.
ABD'nin Irak'taki askeri hakimi Paul Bremer, Saddam Hüseyin devrildikten sonra Saddam'ın koltuğuna oturdu. Barzani ile ilişkileri dostane değildi, özellikle de ilk görüşmeden sonra.  
Bremer bölge hakkında bilgisi olmayan biriydi. Bölgedeki durumdan tamamen habersizdi. İlk hatası şuydu, cumhurbaşkanlığı köşkünü kendisine karargâh yaptı. Cumhurbaşkanlığı köşkünün o dönem Irak'I temsil eden bir kuruma verilmesi gerekiyordu, hükümet meclisi gibi. Ama onlar karargâhlarını cumhurbaşkanlığı köşküne kurdu. Biz de gidip kendisi ile görüştük. “Ben uluslararası koalisyonun, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı'nın temsilcisiyim” dedi. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararı var ve bunu işgal olarak görüyor. Biliyorum sizin açınızdan işgal kavramı ile yaşamak zor bir durum. Ama ben meşru temsilciyim, sizinle gerçekçi olmak için tüm görüş ve önerilerinizi dikkate almak ve kabul etmek zorunda değilim” diye ekledi. Çok katıydı. Herkes birbirine bakakaldı.

Yüksek sesle mi konuşuyordu?

Evet, Ona, “Ben kendimi temsil ediyorum, burada herkes de kendisini temsil ediyor ve ben diğerlerinin görüşünü bilmiyorum” dedim. “Bana sorarsan bu tarzının başarı şansı olup olmayacağını sen kendin dene. Bak bakalım nasıl devlet inşa edebilecek, işleri nasıl yönetecek, devlet kurumlarını nasıl oluşturacaksın. Bu seninle ilgili bir şey. Fakat benim karargâhım Erbil'de, hayatım boyunca bir başkasına danışman olmaya alışmadım. Bana ihtiyacın olursa, işin olursa ben Erbil'deyim” dedim.

Buna yanıtı ne oldu?

Doğrusu tam hatırlamıyorum ama sanırım yanıt vermedi.

Böyle bir yanıt beklemiyor muydu?

Hayır. Fakat daha sonra beni boykot etti. Yaklaşık iki ay boyunca benimle ilişkisini tamamen kesti. Sadece ilişkilerini kesmekle kalmadı, birkaç konuda beni rencide etmeye de çalıştı. Fakat ben ona karşı durdum, yanıt verdim ve bunu kabul etmedim. Daha sonra gelip beni ziyaret etti, ziyaretlerini devam ettirdi, hiçbir şey olmamış gibi.   

Kısa bir süre sonra, geciş hükümeti meclisi başkanlığına aday gösterilmeniz size şaşırttı. Araplar bu meclis hakkında farklı görüşlere sahipti. Meclisi Irak'a karşı bir komplo ve işgal planı olarak gördüklerini açıkladılar.
Adımı hiç haberim olmadığı halde o listeye almışlardı. Başta reddettim ama daha sonda listede bazı saygın isimlerin de olduğunu gördüm, onlara saygı gereği sessiz kaldım. Çünkü benim için zor da olsa bu meclisin üyesi olmayı reddedersem onların da bundan etkileneceklerini, incineceklerini ve farklı yorumlayacaklarını gördüm. Kalırsam benim açımdan böyle bir durumda kalmak kabul edilebilir gibi değildi. Sonuçta, size saygım var diyerek ismimin bu mecliste yer almasını kabul ettim. Meclis Başkanlığı dönemim Nisan ayında başladı. Ben de iki-üç gün kalıp başkanlık görevini kendimden sonrakine devrederek geri dönmeyi düşünüyordum. Oraya ulaştığım gece Felluce olayları patlak verdi. Çok hassas bir durumdu, ne yapacağımı bilemiyordum. Bu durumda meclisi yüzüstü bırakıp Bağdat'tan ayrılırsam dost ve arkadaşlarımın farklı şeyler düşüneceğinden endişe ettim. Bu yüzden ay sonuna kadar orada kaldım.

Geçici mecliste karşılaştığınız zorluklar nelerdi?

Meclis sekreterini çağırdım ve sordum; “burada çalışma koşullarınız nedir, bana anlat” dedim. “Ben dağlardan geldim, bu tür çalışmalar konusunda deneyimli değilim, işlerinizi nasıl yürütüyorsunuz” diye sordum. “Buradan alınan kararları Bremer'e götürüyoruz, o da ya geri çeviriyor ya da onaylıyor” dedi. “Peki Bremer şu ana kadar kaç kararı geri çevirdi veya kaçını onayladı” diye sordum. O da, “doğrusu meclis şu ana kadar 113 karar çıkardı, Bremer sadece 97'si üzerine karar verdi” dedi. Bremer'e şunu söyledim; “Allah'ın adına yemin ediyorum, benim imzaladığım bir kararı reddedersen tek bir dakika bile burada kalmam. Bu yüzden şimdi bana söyle, bana da diğerleri gibi davranacaksan hiçbir şekilde buna müsaade etmem, altına imzasını aldığın kararları reddetmeni kabul etmem” dedim. Bana söz verdi ve hiçbir kararımı geri çevirmedi. Bu geciş hükümetinin çalışmasıydı. Sonraki süreçle mukayese ederseniz geçiş hükümeti dönemi çok çok daha iyiydi.

Meclis Irak'ta sorunlu ve taifi bir durumun ortaya çıkmasına neden olmadı mı?

Hayır geçici meclis hükümeti öyle değildi. Üyelerimiz birbirine saygı duyuyordu ve danışıyordu. Karar alma infisyatifi vardı ama yetkisi yoktu. Tüm yetkiler Bremer'in elindeydi. Fakat kendi içerisinde uygun bir meclisti, sorumluluk hissine sahipti, sorumluca davranıyordu.

Arap ülkeleri bu hükümete nasıl yaklaşıyordu. O dönem sizinle ilişkileri var mıydı?

Onlar sakınmayı tercih etti.

Hangi ülkeler kendilerini koruyordu?

Sanırım hepsi. İran gelip meclisi tebrik eden ilk ülke oldu. Avrupa ülkelerinin de bir kısmı, hepsi değil. Fakat tüm Arap ülkeleri sakındı, kendini korudu.

2017'de Kürtler Irak'ta kendi kaderini tayin etmek ve bağımsızlık sahibi olmak için referendum kararı aldı. Bu karar nedeniyle İran, Türkiye ve Bağdat, Kürdistan Bölgesi ile olan sınırlarını kapatma kararı aldı ve sert tehditler savurdu. Bazıları, referandumdan bir gün sonra Kürdistan'ın bağımsızlığını ilan edeceğini sandı. Sizin planının böyle miydi?

Doğrusu referandumdan önce de, hemen ertesi gün bağımsızlık ilan edeceğiz demedik. Bu Kürdistan halkının kendi görüşlerini dile getirmesi ve Bağdat'la müzakere etmesi için bir fırsattır, diyalog ve barışçıl bir şekilde bir sonuca ulaşmalıyız dedik. Sonuç buydu.

Yeni nesil Kürt gençlerin eskilerine oranla Kürt meselesi ve mücadelesine bağlığına dair endişeleriniz var mı?

Bana sorarsanız en büyük başarı referandum için toplanan destek oylarıydı. Açıkçası Kürt evlatlarının yüzde 93'ünün “Evet” oyu kullanacağını beklemiyordum. Bence en büyük başarı budur.

Uluslararası düzeyde nasıl bir tepkiyle karşılaştınız, genel olarak hangi ülkeler referandumu destekledi?

Referandum öncesi birçok ülke desteklemeseler dahi karşı çıkmayacaklarına dair söz vermişti. Ancak sözlerinden pişman oldular.

Hangi ülkeler?

Ayırt etmeksizin hepsi diyebilirim.

Türkiye ve İran?

Türkiye ve İran tamamen düşmanmışız gibi bayrakları göndere çekti.

Etrafınızdaki ülkeler bütün meselelerde fikir ayrımı içerisindeler. Fakat konu Kürdistan'ın bağımsızlığı olunca hemfikir oluyorlar, bu doğru mu?

Evet, biz bunu gördük.

Peki, bir gün gerçekleşeceğini (bağımsızlığın) düşünüyor musunuz?

Bu bir rüya değil, haktır. Biz bu rüya için değil bu hak için önemli bir altyapı oluşturduk. Ben görmesem dahi önemli olan bizden sonraki kuşakların bunu görmesidir. 

Kürt halkından emin olduğunuzu ve onlara inandığınız söyleyebilir misiniz?

Evet eminim. Çünkü Kürt halkı hiçbir koşulda, hiçbir şeye karşı diz çökmeyeceğini ispatladı. Hiçbir zaman zulm karşısında boyun eğmedi.

Bağdadi Musul'da mimbere çıkarak Irak Şam İslam Devleti'nin kuruluşunu ilan etti. Bu kez savaş gelip kapıya dayandı. Önceki nesiller gibi bu nesil savaşa alışkın değildi. Genç kadın herkes savaş cephelerine koştu…
IŞİD'in ortaya çıkması garip ve ilginç bir olaydı. Eskiden terör vardı ancak yer altında faaliyet gösteriyorlardı. Eylemleri sınırlıydı, örneğin bomba yüklü bir aracı infilak ettiriyor ya da belirli bir yerde bir intihar eylemcisi kendini patlatıyordu. Ancak IŞİD öyle değildi, bir gün uyandık ve bin 50 kilometre boyunca hazır ve örgütlenmiş bir orduyla karşı karşıya olduğumuzu gördük. Irak ordusuna ait 700 tank ve zırhlı araçla çok sayıda ağır ele geçirdiler. Aynı zamanda Suriye'ye ait silahları da ele geçirmişlerdi. Büyük bir saldırıya başladılar. O dönemde bizim silah ve mühimmat açısından yeterli gücümüz yoktu, çünkü maalesef Irak hükümeti Peşmerge'ye silah ve mühimmat desteğini kesiyor, bize ulaşmasını engelliyordu. Halbuki Anayasada Irak'a gönderilen silah ve mühimmattan Peşmerge Güçleri'nin payı da olduğu açıkça ifade ediliyor. Amerikalılar da bu konuda Bağdat'a baskı kurmuyordu. Kısacası, Irak da ABD de Peşmerge'ye karşı yükümlülüklerini yerine getirmiyordu. Savaşın ilk birkaç gününde Peşmerge ile halkımız bu büyük saldırının önüne geçmeye çalıştı. Kendi irade ve inançlarıyla saldırılara göğüs gerdiler. 

Irak Ordusunun Musul'daki yenilgisi sizce normal miydi, yoksa bunun altına yatan başka nedenler de var mıydı?

Irak Ordusu vatana bağlılık temelinde kurulan bir askeri güç değil. Bir şahsa karşı duyulan vefa da sahtedir ve gerçekçi değildir. Tek bir kişi bile olsa bence yanlıştır. Bizim daha önce bir grup milisin Musul'un batısına geçmeye çalışacakları yönünde bilgimiz vardı. O süreçte Irak Ordusu Ramadi ve Anbar illerindeki olaylarla meşguldü. IŞİD çok tehlikeli bir şekilde Irak Ordusunu Ramadi'de bozguna uğrattı. Diğer taraftan Musul'un güney batısında bulunan Hazır bölgesine geçerek orada mevzilendiler. Biz daha önce bundan bilgimiz vardı.

Siz hareketlerini gözlemliyor muydunuz?

Biz Bağdat yönetimine ortak bir operasyon yapma önerisinde bulunduk. Ancak Bağdat yönetimi hiçbir şekilde buna yanaşmadı. Daha sonra saldırıya başladılar ve alanlarını genişletmeye başardılar. Uyuyan hücreleri vardı ve diğerleri de onlara destek verdi. Musul'a konuşlandırılan Irak Ordusu unsurları mezhepçi yaklaşımları nedeniyle bölge halkına kötü davranıyordu. Hatta IŞİD ilk geldiğinde halk onları kurtarıcı olarak görüyordu.

Irak Ordusu'ndan daha merhametli mi?

Evet, bu bir felaketti. Bağdat yönetimi Musul'da durumu kontrol etmek için Genelkurmay Yardımcısını görevlendirip piyade birliklerini gönderdi. IŞİD, El-Kaide'nin uzantısıydı, hem de gelişmiş haliyle. Badoş'taki hapishanelerde tutsakları bulunuyordu. Aldığımız bilgilere göre IŞİD Badoş cezaevindeki tutsaklarını kurtarmayı amaçlıyordu. Musul'da Ghazlani Askeri Üssü var, eski bir karargâh burası. Operasyonlar Genel Komutanlığı karargâhı olarak kullanılıyor. 1'inci ve 2'inci tugay birlikleri Genelkurmay Yardımcısı ile piyade birlikleri de söz konusu karargâhta görev yapıyordu. IŞİD mensupları askeri üsse saldırarak dikkatleri dağıtmayı umuyordu. Esasen IŞİD'liler de bu kolaylıktan yararlanarak Musul'u kontrol edeceklerini planlamamıştı. Onlar Badoş'a saldırı düzenleyeceklerdi. Belli ki bazı gözlemcileri içeriden onlara yardım etti ve üssü havan atışlarıyla vurmaya başladılar. Genelkurmay Yardımcısı, Piyade Birlikleri Komutanı ile diğer komutanlar kaçtı. Komutanların kaçtığı yönünde çıkan haberler kente hızla yayılmaya başladı. Orduda bir kırılma yaşandı. Tıpkı anız yakmak gibi, bir kıvılcım yetti. Ardından uyuyan hücreler faaliyete geçti. IŞİD Badoş'u kontrol etmek için gitmişti ama Musul düştü. Musul kontrol edildikten sonra Badoş nedir ki, orası kolayca düşer. Musul bu şekilde teröristlerin eline geçti. Yoksa kendileri bile bu kadar kolaylıkla Musul'u işgal edeceklerini düşünmemişlerdi.

Nuri Malik'inin Musul'u teslim ettiği söyleniyor? 

Hayır teslim etmedi, ancak ordunun kendisine tamamen bağlı olduğunu düşünüyor ve IŞİD'e karşı son anına kadar savaşacaklarını umuyordu. Öyle olmadı, askerler üniformalarını çıkartıp silahlarını atıp kaçtı. Bir çoğu Peşmerge'ye sığındı. Sorunuza gelcek olursak, bu nesilde de kahramanlar çıktı, hepsiyle gurur duyuyorum.

Mesud Barzani'nin yeniden savaş meydanlarına geri döndüğünü gördük, ancak bu kez yaşı da farklıydı içinde bulunduğu dönem de. Savaş cephelerine geri dönmenize neden olan şey neydi?

Tehlikenin boyutlarının farkındaydım, IŞİD'ten gördüğümüz caniliğe biz daha önce okuduğumuz kitaplarda bile rastlamadık. Kafa kesme, insan öldürme, tecavüz gibi suçlar işlediler. Halkımız karanalık bir kaderle karşı karşıydı, bu durumda savaş cephelerinde hazır bulunup görevimizi yerine getirmek mecburiyetinde kaldık.

Barzani'nin etrafındaki komutanlar kendisinin cephelerde olmaması gerektiğini söylüyordu, çünkü çatışmalara çok yakındı, ne düşünüyorsunuz?
 
İlk günlerde, ilk haftalarda bunu yapmak gerekiyordu. Çünkü durum oldukça kritikti ve bazı cephelerde başarısızlıklar yaşanmıştı. Yeni bir tecrübeydi. Örneğin onların elinde 700 zırhlı araç bulunuyordu, bizim elimizdeki kalaşnikof ve BKC mermileri onların zırhlı araçlarını delemiyordu. Onlar gruplar halinde zırhlı araçlarla saldırıyor ve Peşmerge Güçleri'nin bulunduğu cephelere saldırarak yok ediyorlardı. İlk birkaç gün bazı cephelerde yenilgiye uğradık. Bu nedenle Peşmergenin moralini yüksek tutmak için cepheye gitmeliydim.

Yeni kuşak önceki kuşaktan daha farklı şartlarda yaşayıp büyüdü. Bu kuşağın eski kuşak kadar direngen olmayacağı yönünde endişeniz var mı?

Açık söylemek gerekirse endişeliydim. Çünkü eski kuşağın bir bölümü şehit oldu, diğer bölümü ise yaşlandı ve görev yapacak durumda değillerdi. Yeni kuşağın da tecrübesi yoktu. Ancak bir iki hafta sonra içlerinden öyle kahramanlar çıktı ki gurur duyduk. Hepsi birer kahraman, hepsiyle ayrı ayır gurur duyuyorum. Kahraman bunlar kahraman. İlk iki hafta geçtikten sonra saldırılara yanıt vermeye ve mukavemet yapmaya başladık, 3'üncü haftada cephelerimizi daha fazla sıkılaştırdık ve güçlendirdik, 4'üncü haftada taarruza geçtik. Peşmerge birliklerinden biri taarruza başladı, IŞİD buna bomba yüklü bir araçla karşılık verdi. Görevdeki komutan o sırada gelen bomba aracın önünü hiçbir şeyin kesemeyeceğini anlayınca kendi aracıyla bomba yüklü arabanın önüne geçerek durdurmayı başardı ama kendisi de şehit düştü. IŞİD'in Peşmerge Güçleri'ne ulaşmasını engellemek için kendi canını ortaya koydu.

ABD bu süreçte Kürtleri destekledi mi yoksa geri mi durdu?

ABD başlangıçta bize hiçbir şey vermediği gibi Bağdat yönetimine yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı da kurmadı. Ancak IŞİD saldırılarının başlamasından 3-4 gün sonra hava desteği vermeye başladı. Bize çok başarılı bir hava desteği sundular. Daha sonra uluslararası koalisyon oluşturuldu. O süreçte bütün savunma bakanları beni arıyordu, Fransa Cumhurbaşkanı (François Hollande) da beni aradı. Fransa Cumhurbaşkanı'nın tutumlarını asla unutmayacağım; 12 Eylül'de Erbil'i ziyaret etti. O dönemde hala Erbil tehlike altındaydı. Erbil IŞİD'in top ve havan menzilinin hedefindeydi ve kentin çevresinde saldırı halindeydi. O Erbil'de iniş yaptı. Zırhlı araçlara karşı Almanya hükümeti bize Milan füzeleri gönderdi ve bu silah savaşın gidişatını değiştirdi. İngiltere ve Avrupa ülkeleri bize destek vermeye başladılar, bu uluslararası bir koalisyona dönüştü. Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün hepsi destek vermeye başladı. Süleymani (Kasım Süleymani) bize uçak dolusu gıda yardımı gönderdi.

İran'ın o dönemdeki rolü nasıldı?

Tahran yönetimi ilk birkaç günde bize tanksavar silah gönderdi. Bize neye ihtiyacımız olduğunu sordular. Kasım Süleymani beni aradı ve neye ihtiyacınız var iye sordu. Ben de kendisine tanksavar, docka ve RPG gibi silahlar gönderilirse iyi olur dedim. Ertesi gün sabah iki uçak dolusu mühimmat ve gıda gönderdiler.

Sayın Başkan eminim Hasan Nasrullah'ın İran'ın desteğiyle ilgili sarf ettiği sözleri duymuşsunuzdur. Siz bu konuda hiçbir cevap verme gereğinde bulunmadınız ama ben sizden duymak istiyorum.

Zaten Arap kardeşlerimiz Kürtlerden önce gereken cevabı verdiler. Başarısız bir tiyatro, iftiradan ibaret bir hikâyeydi.

Ne yaptınız da bunları söyleme gereği duydu?

Bilmiyorum, ancak başarısız bir tiyatro sahnesiydi.

Tekrar iletişim sağlandı mı?

Evet, daha sonra ilişkiler oldu.

Özür mü dilediler?

Bundan bahsetmesek daha iyi olur.

Suudi Arabistan'da görkemli bir şekilde karşılanıp ağırlandınız…

Şu ana kadar 4-5 kez Suudi Arabistan'a gittim. Kral Fahd, Kral Abdullah, Kral Selman'ı ziyaret ettim. İlişkilerimizden bahsederken Kral Abdullah bana bir hikaye anlattı. Barzani ile Kral Faysal arasındaki bir anıyı anlatı ki ben daha önce bunu duymamıştım. Bana ilişkilerin daha da öncesine dayandığını söyledi. Kral Abdullah ilişkilerin Kral Abdülaziz dönemine kadar uzandığını söyledi. Bu benim için yeni bir bilgiydi.

Kral Fahd, Kral Abdullah, Kral Selman ile görüştüğünüzü ifade ettiniz. Kürt meselesine karşı tutumlarında bir fark var mıydı?

Açıkçası hepsinin ayrı ayrı insani ve mertçe tutumları vardı. Son ziyaret Kral Selman'la görüşmek içindi. Suudi Arabistan halkına ve başkanlığına teşekkürü bir borç bilirim.

Haber Ara