Dolar

32,3134

Euro

35,1047

Altın

2.292,82

Bist

9.055,63

Bölünme, Şii-Sünni bölünmesi değil

Tunuslu yazar Sümeyye Gannuşi, İslam dünyasında mezhebî farklılıklar üzerinden tanımlanan bölünmüşlüğün siyasî ve tarihi geçmişini konu alan bir makale kaleme aldı. Gannuşi’nin “Bölünme, Şii-Sünni Bölünmesi Değil” başlıklı yazısı:

7 Yıl Önce Güncellendi

2017-08-03 17:55:48

Bölünme, Şii-Sünni bölünmesi değil

TIMETURK | ÇEVİRİ

Uzun yıllar boyunca İslam alemindeki iç çekişme Sünni-Şii çekişmesi olarak algılandı. Bölgedeki bütün çatışmaların mezhepsel ayrışmadan kaynaklandığı sanıldı.
Bu algının güçlenmesinde, bir taraftan 80'lerden bu yana İran devrimi, diğer taraftan bazı körfez ülkelerinin de desteklediği radikal selefi yönelişler doğrudan ya da dolaylı olarak etkili oldu.

Mezhepçi kamplaşma ve mezheplerin birbirine yönelik suçlamalarını birçok güç istismar etti. Bu soğuk savaşta, ulema ve şeyhlerle halktan birçok kişi de söz konusu güçler tarafından kullanıldı.

TASNİF AMERİKA VE İSRAİL TARAFINDAN YAPILDI

Şii fanatizm, İran ile bağlantılı olarak Irak ve Suriye'ye bir şekilde girdi ve buralarda hem Vahhabi tandanslı Selefi radikal kuvvetlere, hem ilmî Selefilere, hem de şiddet ve savaş yanlısı Selefiler olarak bilinen gruplara karşı mücadeleye girişti.

Bölgedeki ana çatışma hattının Arap ılımlı kuvvetleri, İsrail ve İran ile müttefiklerinin temsil ettiği aşırı İslamcı kamp arasında olduğunu düşünen batılı güçler ve onların bölgedeki müttefiki İsrail, bu tasnifin yapılmasında büyük bir pay sahibi oldu.

Elbette ki Amerika ve İsrail tarafından yapılan bu tasnif, çıkarlara göre değişkenlik gösteriyor. 30'lu yıllardan bu yana İslami Şii Terörizm kavramı revaçta oldu ve İran ile ona destek veren Şii gruplar terörün başı olarak nitelendi.

11 Eylül olayları ve ardından gelen Irak işgali ile bu durum değişti. Terörün başı “Sünni İslami Teröristler” olarak görülmeye başlandı ve bunlara karşı bölgedeki Şii güçler doğal müttefik olarak tanımlandı. ABD'li bazı yazarlar “Şii Uyanış” adında bir kavramdan bahsetmeye başladı.

Bugün bölgeyi kamplaştıran mezhepsel bölünmeler, aslında mezhebi ya da kelamî farklardan kaynaklanmıyor. Bu kamplaşmanın ardında, tarihsel arka plan ve bazı metinlere dayalı farklılıklar bulunuyor. Örneğin, 1950'lerde Arap milliyetçiliğinin yükseldiği dönemlerde, mezhepsel bölünme büyük oranda kaybolmuş ve kavmî aidiyet duygusu mezhepsel ya da dini aidiyetin önüne geçmişti.

İRAN DESTEĞİ, MEZHEPSEL GERİLİMİ ARTIRDI

İran'ın son 20 yılda yürüttüğü siyaset ve Şii mezhepçisi gruplara verdiği destek, mezhepsel gerilimi artırdı. Tahran, Irak'ta Şiilerin mağduriyeti üzerinden ABD ile ittifak kurmayı başardı ve bu yolla Irak'taki Sünni oluşuma karşı bir rejim kurdu. Bu durum Sünnileri marjinalleşmeye ve durumlarından şikayetçi olmaya itti. İran, Suriye'de de Beşşar Esed rejimine karşı mücadele eden muhaliflere karşı Suriye'ye gönderdiği mezhepçi milis kuvvetlerle Esed'i destekledi.

Bütün bu olaylar, İran'ın, Arapların Filistin davasına kayıtsız kalmasına karşın Filistin davasını desteklemesine rağmen bölgedeki mezhepsel mücadeleyi daha fazla derinleştirerek içinden çıkılmaz bir hale getirdi.

İran devriminden bu yana İran'dan endişe duyan körfez ülkeleri ise İran'ın bu politikalarına karşı Sünni mezhepçisi bir duvar örmeye çalıştı. Sosyal medya üzerinden realiteyle alakası olmayan tarihi meseleler üzerine yapılan tartışmalar bu durumu gösteriyor.

ERDOĞAN'IN ÇABASI SÜNNİ ARAPLARIN KOMPLOSUYLA KARŞILAŞTI

Bölgede devam eden bu mücadelenin ardında gerçekte dinin de kullanıldığı milliyetçi ve siyasi ajandalar bulunuyor. Kendisini Sünni İslam'ın bayraktarı olarak tanıtan Suudi Arabistan'ın politikaları bunu açıklamaktadır.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Sünni oluşumlara karşı en büyük mücadeleyi veren taraftır. Suudi Arabistan'ın mücadele ettiği oluşumların içinde İslamcı gruplar da var. Bu durum, Suudi Arabistan'ın, Demokratik Sünni oluşumlara karşı verdiği mücadelenin Şii kampa karşı verdiği mücadeleden daha şiddetli olduğunu bize gösteriyor.

Geçmişin mücadelelerinden uzak bir sayfa açalım ve yaşadığımız güne dönelim.

Türkiye, Sünni bir ülke olmasına rağmen kurulduğu günden bu yana sırtını Araplara dönmüştü. Arapların yerine İsrail ve batı ile güçlü ittifaklar kurdu. Türkiye, aynı zamanda Cemal Abdünnasır'ın Arap milliyetçiliğini yayma çabalarına karşı oluşturulan Bağdat Paktı'nın da temel ülkelerindendi.

Bugün ise Türkiye, tedrici olarak Araplarla olan ilişkilerini düzeltme yoluna girdi. Bu politika, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önemsediği bir hamledir. Fakat Türkiye'nin ilişkileri düzeltme çabaları Sünni Arapların komplolarıyla karşılaştı. Öyle ki bazı Arap ülkeleri 15 Temmuz darbe girişimini bile destekledi.
Türkiye ve bölgede ortaya çıkan İslam içinde demokratik yönelimlere karşı yürütülen bu savaş halâ devam ediyor. İslam içinde demokratik yönelimler, körfez ülkeleri tarafından baş düşman olarak ilan edilmiş durumda.

BLOKLAR, TEHLİKELER VE KRİZLER

Soru şu; bugün artık işleri doğal akışına nasıl döndürebiliriz? Mezhepçi yanılgıyla Sünni ve Şiileri karşı karşıya getiren bu siyasi gerilimi nasıl aşabiliriz?
Şurası açık ki, bölgede devam eden mücadelenin bütün tarafları kriz ve endişe içinde.

İran, kendisini hedef alan tehlikenin boyutu ve mücadele etmek zorunda kaldığı cephelerin çokluğu nedeniyle kriz yaşıyor.

Türkiye, sınırında devam eden iki savaşın tehlikesi altında.

Sünni İslam'ın bayraktarlığını yaptıklarını iddia eden ülkeler ise çok sayıda sorunla karşı karşıya. Özellikle Mısır'daki askeri darbeye destek olmalarının ardından bölgede kendilerine karşı ciddi bir Sünni blok oluştu.

Mezhepsel gerilimi artırmak ve mezhepsel çatışmanın ilelebet süreceğini düşünmek abesle iştigaldir.

BAE TARAFINDAN YÖNETİLEN ŞER EKSENİ

Evet, bölgede İran ile yaşanan siyasi ihtilaflar vardır. Özellikle de Suriye ve Irak ile alakalı durumlarda... Ama İran nihayetinde kendisiyle olan sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gereken bir Müslüman ülke olarak kalmaya devam ediyor. İran'a yaklaşım mezhepsel duvarlar kurmak ve İran'a karşı İsrail'e yakınlaşmakla olmamalıdır.

Bölgenin içinden geçtiği değişken konjonktürler ve bölgesel mücadelelerin artması, Türkiye ve İran arasında bir uzlaşıyı zorunlu kılıyor. Hatta bu uzlaşıya BAE tarafından yönetilen şer eksenine dahil olmayan Arap ülkeleri de katılabilir.

Böyle bir yakınlaşma, İslami yardımlaşmayı güçlendirecek ve bölgedeki mezhepçi mücadeleyi hafifletecektir. Bunun yanısıra, Sünni İslam'ın bayraktarları olduğunu iddia eden İsrail işbirlikçileri tarafından hedefe konan demokratikleşme çabalarını güçlendirecektir.

Kaynak: Arabi21

Haber Ara