Dolar

32,5453

Euro

34,8786

Altın

2.430,05

Bist

9.645,02

Bayram üzerine ve bayram vesilesiyle

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-09-22 11:22:31

Bayram üzerine ve bayram vesilesiyle

Bütün dünyada bayramın diğer adı sevinçtir. Her ne adına olursa olsun bütün din ve milletlerde bayramların her birinin kendine özgü özellikleri ve değerleri olmakla birlikte hepsinin ortak özellikleri sevinçtir. Ve her biri kendince bir iyinin, bir güzelliğin, bir sevincin, bir şükrün, bir onurun ve bir gururun ifadesi ve nişanesidir! Bayramların bu özelliği onları kutlayanların yüzlerine ve dahi üstlerine de yansır. Bir bayramı yaşadıklarını yüzlerinden ve giysilerinden anlarsınız.

Biz Müslümanların ramazan ve kurban diye iki bayramımız var. Her biri birer sevinç, onur ve şükür kaynağıdır ve ifa edilen bir ibadetlerin bir karşılığıdır. Oruç ile mükellef olanlarımızın yaz ve kış demeden ve açlık ve susuzluğa aldırmadan bir ay boyunca nefsimize hâkim olmanın karşılığı ramazan bayramıdır. Kurban bayramı ise, özellikle hac ibadetini ifa edenlerimizin buna karşılık aldığı bir ödül. Oruç ve hac ibadetleri ve bu ibadetlere bağlı olarak kutladığımız bayramlar… Bayram dendi mi, mükellef olsun olmasın bütün Müslümanları aynı duygular kaplar. Dahası da var, dikkat ederseniz, bayramlarımız da aynı zamanda birer ibadet ve sonsuz bereket!

Bayramlarımız aynı zamanda ibadet içinde ibadettir. Bu bayramlardaki yardımlaşmalar, ziyaretleşmeler ve ikramlar da bunun göstergesidir.

Ancak onlarca yıldan bu yana bayramlarımızı buruk yaşıyoruz. Çünkü İslam Dünyasının büyük çoğunluğunda şiddet, zulüm ve güvensizlik hüküm sürmekte ve Müslümanlar Allah'ın kendileri için istediği izzetten uzak bir hayatı yaşamaktadırlar. Daha açık bir ifade ile zillet içerisindeler. Bu hale düşmemizde dindeki düşmanlarımızın elbette ki payı var. Ama kendi payımız da eğer düşmanınkinden fazla değilse az da değildir.

Hz. Muhammed (sav) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Eğer inandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” Bendenize göre, bugün eğer ümmet olarak bir zillet içerisinde debelenip duruyorsak, bunun nedeni, bizim inandığımız gibi yaşamayı bırakıp, yaşadığımız gibi inanmaya başlamamızdandır.

İnsan, iman veya inkâr etmede ve Allah'ın iyi ve kötü olarak tanımladığı fiilleri kabul veya reddetmede ihtiyar sahibidir. Sonuçta –ister inansın ister inanmasın- hesabını verecek olan kendisidir. İnsanlar inançlarını seçmede ihtiyar sahibi oldukları gibi amellerinde de ihtiyar sahibidirler. Bunun içindir ki, kimi insanlar Allah'ın rızasına uygun bir hayatı yaşarken, kimileri de O'na karşı gelmeyi, yani inkârı seçer.  Bu her iki hal de değişmez değildir. Yani, bugün mümin olan birinin (Allah muhafaza)  insan ölünceye kadar mümin kalmayabileceği gibi, bugün kâfir olan bir insan da ölünceye kadar kâfir kalmayabilir. Hata ve günah işlemek de yine insana özgü zaaflardandır. Ki Ancak Rahim ve Rahman olan Allah, -tövbe ettikleri takdirde- mümin kullarının günahlarını bağışlayacağını bildirir.

Bir de dinden sapma ve dini kendi hava ve hevesine göre çarpıtma var. Ki bu da insanlık tarihi kadar eskidir. Bu sapma ve saptırma temayülü ve eylemi Kabil ve Habil kardeşlerden başlayarak günümüze kadar gelmiştir.

Dini sapmaları sadece Hristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinlerde aramak yanlış olur. Benzer sapmalar maalesef biz Müslümanlarda da var.

Allah cc. müminleri, münafıkları ve kâfirleri bütün özellikleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de tanımlamıştır. Ayrıca hangi söz ve amellerin inananları zulme, kibre, isyana, tuğyana ve nankörlüğe götüreceğini de belirtmiştir.

Dikkat edilirse, her bayramda istisnasız bir şekilde en fazla işlenen tema kardeşliktir. Fakat kendimizi öylesine ayrıntılara boğmuşuz ki, bu kardeşliğin ne demek olduğunu ve bize ne gibi sorumluluklar yüklediğini ne düşünmek ve ne de bilmek istiyoruz! Örneğin, Müslümanlar olarak birbirimizle olan ilişkilerimizin inancımızla ne derecede örtüştüğünü ve birbirimizi sevmedeki veya sevmemedeki yahut buğz etmedeki ölçümüzün ne derece İslami olduğunu sorgulamaktan kaçınıyoruz. Bizi ümmet olarak zinde tutacak olan “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” gibi farz olan bir yükümlülüğümüzü hatırlamak bile istemiyoruz. Zaten bu ve benzer zaaf ve sapmalarımız değil midir ki, sayıca büyük çoğunluk oluşturduğumuz ülkelerde dahi izzet içinde bir hayat yaşamaktan uzağız!

O zaman şu sorunun cevabı da kendiliğinden verilmiş oluyor: İslam'ın emir ve yasaklarını ihtiyari bir şekilde kendi nefislerinde ve hayatlarında yaşamayanlar, kendi ülkesindeki düzenin İslami olması için ceht ve cidal içine girebilirler mi?

Bayramın sevinç olduğunu söyleyerek söze girdik, ama birçok hüznümüzü de dile getirmeden duramadık. Çünkü bayram vesilesiyle bir yanımız sevinç olsa da diğer yanımız acıdır, hüzündür ve feryattır…

Biz de bu bayram vesilesiyle diyoruz ki, her halimizin bir imtihan olduğu gerçeğini unutmayalım ve birbirimize unutturmayalım. Bilelim ki, bayram sevincimiz de yeryüzündeki müstazaf ve mazlum insanları da unutmadığımız ve gücümüz ölçüsünde hemhal olduğumuz orandadır.

Kur'an'daki özelliklerimizi kuşandığımız oranda ümmet olarak bayramlarımızı da bayram tadında kutlayabileceğimiz hatırlatmasıyla bayramınız kutlu olsun…

Haber Ara