Dolar

32,3707

Euro

34,9944

Altın

2.325,78

Bist

9.087,02

Başbakan Danışmanı Korkmaz: Eğer imam hatip liseleri olmasaydı...

Başbakan Davutoğlu'nun başdanışmanı Ömer Faruk Korkmaz, eğitim sistemimizde, Şarkiyat ve Garbiyat Liseleri kurulmasını önerdi.

9 Yıl Önce Güncellendi

2016-02-01 11:26:42

Başbakan Danışmanı Korkmaz: Eğer imam hatip liseleri olmasaydı...

Al jazeera'da yer alan habere göre: Başbakan Davutoğlu'nun başdanışmanı Ömer Faruk Korkmaz, eğitim sistemindeki parametrelerin, Ortadoğu'yu anlamaya yetmediği görüşünde. "Batı'yı çok iyi bilen, kadrolara da ihtiyacımız var" diyor. Korkmaz, Şarkiyat ve Garbiyat Liseleri kurulmasını öneriyor.

Ömer Faruk Korkmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Ortadoğu başdanışmanı oldu. Pakistan İslam Üniversitesi mezunu olan Korkmaz, Ortadoğu'yu, İslam dünyasını yakından tanıyor. 54. Hükümet'te Necmettin Erbakan'ın dış politika danışmanı olarak, D-8'in kuruluşunda etkin rol oynadı. İslam dünyasında kurulan ilk STK'lardan biri olan Uluslararası Müslüman Öğrenci Teşkilatları Federasyonu (IIFSO)'nun genel sekreterliğini yaptı. Korkmaz, eğitim alanında da faaliyet gösteriyor. SEDAV (Sürekli Eğitim ve Dayanışma Derneği) eğitim destek merkezini kurdu. Arapça, İngilizce, Farsça ve Urduca biliyor, bölge siyasetini yakından takip ediyor. Korkmaz ile hem Türkiye'nin eğitimdeki sorunlarını, hem de Ortadoğu'yu, İslam dünyasını konuştuk.

Siz eğitimcisiniz. Eğitime kafa yoruyorsunuz. Kendi eğitim kurumunuz da var. AK Parti hükümeti 13 yılda Türkiye'de çok önemli adımlar attı. Ama eğitim alanında bir türlü ilerlenemedi. Çocuklara ne Türkçe ne yabancı dil öğretebiliyoruz. Nerede hata yapıyoruz?

Becermek için aslında yeterli birikimimiz var. Ancak bazen çok önemsiz meseleleri fazla önemseyerek asıl üzerinde durulması gereken noktalarda fazla durmuyoruz. Mesela şu anda ilk orta öğretimde güzel yazı kullanılsın mı, kullanılmasın mı mücadelesi veriliyor. Ona harcanacak enerjiyi daha faydalı işlere harcayabiliriz. Atilla İlhan'ın bir sözü var, kendisi sol gelenekten biri olarak diyor ki, “Bu coğrafyada, bu ülkede yaşamak istiyorsak, bu ülkenin değerlerini ayakta tutmak sürdürmek istiyorsak, Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) derhâl Arapça ve Farsçayı zorunlu ders haline getirmesi gerekiyor.”

Şimdi mevcut hükümet, en azından Arapçayı seçmeli ders olarak bütün okullara koydu, bu bir adımdır. Gönül ister ki bu coğrafyanın bütün dilleri öğretilebilsin, buna Kürtçe de eklensin. Kürtçe, Farsça, Arapça... Bizim bu coğrafyada bu dillere önem vermemiz, bana göre İngilizce'den daha önemlidir. Bizim lise sona kadar bu dillerin tamamını bitirmiş olmamız lâzım. Son sene de yoğun bir program ile öğrencilerimizin İngilizce problemini halledebiliriz. Ben şu an ben böyle bir projenin başındayım. Benim öğrencilerim, 13-14 yaşlarında ana dilleri gibi Arapça konuşuyor. Önümüzdeki yıldan itibaren Farsça dersler alacaklar. MEB camiası da bunu uygulayabilir.

BUNU ÖNERECEK MİSİNİZ?

Benim alanım bu değil. Ama eğer Milli Eğitim komisyonunda bulunursam, bana böyle bir fırsat verilirse, ki bunu sayın Başbakan ile çok rahat konuşabileceğimizi düşünüyorum, tabii ki önereceğim. Biliyorsunuz Sayın Başbakan, danışman olduğu zamanlarda Sosyal Bilimler Liselerinin öncülüğünü yapmıştı. Şimdi benim de gönlümden geçen farklı lise türleri var. Şarkiyat Liseleri diye mesela. Türkiye'de normal eğitim sisteminin içerisinde farklı bir alan açılarak, Şarkiyat Liselerinden mezun olanlar bu üç dili Arapça, İngilizce ve Farsça'yı çok iyi halledebilirler. Onun hemen ardından ise Garbiyat Liseleri kurmamız gerekiyor. Çünkü bizim bu ülkede çok ciddi manâda, Batı'yı çok iyi bilen, kaliteli, entelektüel kadrolara ihtiyacımız var. Amerika'da Great Books Movement diye bir hareket var. Yunan'dan başlayarak günümüze kadar gelen çok önemli klasikleri okumak üzere kurulmuş bir örgüt. 1970'lerde kurulan bu ciddi kitap okuma örgütüne üye olanlar, o hareketin içinde yetişenler, 2015'in Amerikası'nı yönetenlerdir. Dolayısıyla bizim geleceğimizin sorumluluğunu yükleyeceğim gençlerin, mutlaka ciddi okumalardan, ciddi sistemlerden geçmesi gerekir. Onun için Şarkiyat ve Garbiyat Liseleri eminim iyi bir ufuk açacaktır diye düşünüyorum.

TÜRKİYE'DE AYDIN SORUNU DİYE BİR SORUN VAR MI?

Yani bunu genelleştirmek belki olmaz da Türkiye'de şöyle bir problem var. Türkiye'nin kendi halkını tanımayan, bu da eğitim sistemi ile ilgili bir şey, ama kendi halkını tanıyamadığı için kendi halkı ile çok barışık olmayan bir aydın modeli var. Mesela bu ülkede okunan beş vakit ezanın bile ne anlama geldiğini bilmeyen binlerce aydınımız var. Hâlbuki bu ülke Müslüman bir ülke ve bu ülkenin değerleri ile ilgilenmesi gerekir. Birçok sosyolog, profesör İslamî ilimlerle ilgili hiçbir şey bilmiyor. Şimdi İslamî ilimlerle ilgili hiç bir şey bilmeyen bir sosyoloğun bu toplumu anlaması mümkün değil. Çünkü alan çalışması yapacak, sorular hazırlayacak, kime göre hazırlayacak. Ve işte söylemeye çalıştığım batılı parametrelerle siz bu coğrafyayı tanıyamazsınız, algılayamazsınız. Ama bu büyük oranda değişiyor yalnız. Direkt bütün aydınları suçlamak yanlış olur. Türkiye sadece kendi insanı için değil; bütün insanlık için, Batı için de önemli bir ülkedir. Çünkü biz bu coğrafyada hukuk ürettik. Yeniden bu coğrafyada medeniyet üretip, bütün insanlığın hizmetine koyacağız. Bugün, Türkiye Somali'deyse, Azerbaycan'daysa, Amerika'daysa, İngiltere'deyse, Müslümanlar Amerika'da artık yüzde dokuzu oluşturuyorsa, orada Türkiye'nin tecrübesi de buna belli bir katkıda bulunacaksa, bizim ciddi evrensel sorumluluklarımızın olduğunu düşünüyorum. Ve bu bilinçte olan yeni aydın modelimizin de sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın ihtiyacını karşılayacağını düşünüyorum.

İSLAM DÜNYASI SON ZAMANLARDA RADİKALİZM VE ŞİDDETLE ANILIR HALE GELDİ, NEDEN BÖYLE OLDU?

İslam dünyasını anlamak için İslam dünyasındaki sorunlarla ilgili parametreleri anlamak lazım. Türkiye'deki mevcut eğitim sistemi, üniversite eğitimi bunları anlamakta zorlanıyor. Eğitim sistemindeki parametreler, Ortadoğu'yu anlamaya yetmiyor. İkinci bir problemimiz de, belli kesimlerde ne kadar fazla dini eğitim verilirse o kadar fazla radikalliğin artacağına dair bir korku var. Belli kesimlerde ise sorunun temelinde doğru din eğitimi verilmediğine dair bir korku var. Ben daha çok ikinci görüşten yanayım. Çünkü Türkiye'de şu anda 105 İlahiyat Fakültesi var. İki binden fazla İmam Hatip Lisesi (İHL) var, medreseler, Kur'an kursları var. Bütün bunlara rağmen, hemen yanı başımızda belli bir düzeye gelmiş, belli bir güce kavuşmuş IŞİD'e giden çok sınırlı. Tabiri caizse muhafazakâr bir iktidarın olduğu bu ülkede, bu partiye oy veren insanlar IŞİD'e gitmiyor. Ama öte taraftan, Avrupa‘da birçok insan kalkıyor bütün zorlukları aşarak IŞİD'e gidiyor. Doğru sağlıklı din eğitimi verildiği zaman, insanlar bu tip aşırı uçlara yönelmiyorlar. Sağlıklı dini eğitim almadıkları zaman, çeşitli sapkın radikal uçların vermiş olduğu dini kaynaklardan beslenmeye başlıyorlar. Dolayısıyla Türkiye'deki bütün eksikliklerimize rağmen, gerek İHL düzeyindeki, gerek İlahiyat düzeyinde verilen dini eğitimin artıları çok fazla. Yeterlidir demiyorum ama artıları var.

NEDİR O ARTILAR?

Bir kere İslamî algılar Türk toplumunda bugün pozitif bir şekilde seyrediyorsa bunu İHL'lere ve İlahiyat Fakültelerine borçluyuz. Bu coğrafyada, bu ülkede, halkın büyük bir kısmının dinle problemi yok. Siyasi olarak belli parti ile kavgası olabilir. Ama dinle problemi yok. Öbür tarafta sözde İslam cumhuriyeti olduğunu söyleyen bir ülke veya işte din devleti olduğunu söyleyen başka ülkelerdeki halkın büyük bir kısmının dinle sorunu var. Çünkü ateizm artıyor bu ülkelerde. Sebebi ne? Çünkü mevcut dini yönetim biçimi, anlayış biçimi halkı rahatsız ediyor. Özgürlük alanı tanımıyor. İnsanlar yöneticilerin bazı yanlışlarını, "Din böyledir" diye algıladıkları için, yöneticileri tepki göstereceklerine direkt dine tepki gösteriyorlar.

Gallup'un Suudi Arabistan'da ateistler üzerine yaptığı araştırmayı incelemenizi isterim. Ne kadar ateist var Suudi Araistan'da size çok ciddi rakamlar verecektir. (Uluslararası Gallup Enstitüsü'nün 2014 raporuna göre Suudi Arabistan'da, ateistlerin oranı yüzde 5 ile 9 arasında değişen rakamlara ulaştı.) Diğer yandan normal şartlarda sökülüp atılamayan tek kültür İslam kültürü, İslam dini, İslam toplumlarında. Ama bunu atamadıkları için şimdi bunu bazı Müslüman gençleri terörize ederek insanların dinden soğumasına neden oluyorlar.

İslam dünyasında, özellikle bu kadar iç savaşı körüklemelerin ve teşvik etmelerinin arkasında, insanların dinle arasını açmak gibi bir hedefleri var. Yani doğrudur, Suriye'de Irak'ta insanlar dine çok bağlılardı ama bugün din adına iç savaşların olduğunun farkında olmamız lâzım. Dolayısıyla bundan sonraki kuşakların çok da dine bağlı olacağının garantisi yok. İnsanların bir kısmı hep din adına öldürülmüşse, bir kısım örgütler tarafından o insanların bir daha dindar kalma ihtimalleri çok yüksek olmayabilir.

RADİKALİZMDEN NASIL ÇIKILIR?

Radikalizmden çıkışın yolu yine eğitim. Bunun için radikalizmin iki boyutu var. Birisi sağlıksız dini eğitim, ikincisi de finans boyutu. Radikalizm, dünyanın her yerinde aynı mantıkla çalışır. Bunun din adına olması, sol adına olması, laiklik adına olması, bir mezhep adına olması fark etmiyor. Bunlar belli uluslararası veya bölgesel istihbarat örgütlerinin uç beyleridir. Şimdi bunların finans kaynaklarını ilk tespit eder keserseniz ortada radikalizm diye bir şey kalmaz. Çünkü dışarıyla ilişkisini kesmiş olursunuz.

IŞİD'E NEDEN KATILIYORLAR? NE BULUYORLAR IŞİD'E, NASIŞ İKNA OLUYORLAR?

Bu toplumda da kendisi ile barışık olmayan, hayata küsmüş, bir an önce cennete gitmek isteyen, kurtulmak isteyen bir sürü insan var. Genelde gidenlerin de tipolojisi böyle. Çok iyi bildiğim için söylüyorum. Bir başkaldırı psikolojisi var. Çevresiyle çok barışık değil. Bir de dini eğitimi ciddi bir şekilde almadan, sağdan soldan beslenerek yetişmiş insanlar tehlike oluşturmaya başlıyor. Diğer yandan IŞİD de önemli kavramları kullanıyor. Karşımızdaki güçlerin büyük bir kısmı ile uzun yıllardan beri İslam toplumlarına karşı operasyon yaptılar. Bu operasyonlara karşı Müslümanların da bir hassasiyetleri oluştu. Ve bir direnç gelişti bu emperyalist operasyonlara karşı. Dolayısıyla IŞİD tam da bu hassasiyeti kullanıyor. Bu hassasiyete sahip gençler birden kanabiliyorlar. Kim kanmıyor? Sağlıklı bir cemaate bağlıysa, sağlıklı bir dini eğitim almışsa, vatanperverlik duygusu varsa, kendi ülkesine ait kimlik duygusu taşıyorsa bu insanların hiç biri IŞİD'e gitmiyor. Ama kendi ülkesine ait hissetmiyorsa, kendisini kendi ülkesine yabancı hissediyorsa o zaman kendisine ait bir kimlik arayışına giriyor. Girdiği anda da kendisini Rakka'da buluyor. Bir de Batılı istihbarat örgütleri Batı'da yaşayan gençlerin IŞİD'e gitmesinden çok memnunlar. Çünkü orada bir eritme fabrikası var. Kendilerine göre parazitleri temizlemiş oluyorlar. Yoksa isteseler o gençlere çok rahat bir şekilde pasaport vermeyebilirler.

Siz İslam dünyasını iyi tanıyorsunuz. Dünya Müslüman Âlimler Birliği diye bir yapı var. Bu yapı hem radikalizmle mücadele, hem de dini topluma doğru anlatma konusunda ne yapıyor?

Dünya Âlimler Birliği bu konuda ciddi yayınlar yapıyorlar bildiğim kadarıyla. Dünyanın çeşitli yerlerine ciddi tebliğciler, davetçiler gönderiyorlar, ayrıca mevcut bu radikal unsurların ürettiği literatürler var. Bunları gözden geçirerek bunların dini argümanları nasıl kullandıklarını inceliyorlar ve bunlara cevaplar yazıyorlar. Mesela Yusuf Karadavi'nin İslamî uyanışın problemleri kitabı, bu kitabı okuyan bir genç kafasındaki radikal düşüncelerin büyük bir kısmından vazgeçer. Mesela, Ebu Hasan Nebevi'nin İslam'ın siyasi yorumunu okumuş olsa bu genç bir çok şeyi daha farklı oturmaya başlar. Raşid Gannuşi'nin İslam toplumu ile ilgili yazmış olduğu kitapları okusa, Muhammed Muhtar Şankıti'nin kitaplarını okusa bir çok radikal davranışlarından vazgeçer. Bunları okumadığı sürece gençler, farklı kaynaklardan beslendiği için otomatik olarak radikalleşiyorlar. Bunlar Dünya Âlimler Birliği'nin önde gelen üyelerinin yazmış olduğu ve öğretmiş olduğu kitaplardır. Karadavi dünyada bu konuda otoritedir ve dünyada gençler radikalliğe gitmesin yani itidalden uzaklaşmasın diye en çok çaba sarf etmiş insanlardan biridir. 

 z_1

AMA BİZ BU ÇABALARIN SOMUT SONUÇLARINI GÖREMİYORUZ. DAHA FAZLA ETKİN OLMALARI GEREKMİYOR MU?

Biraz önce söylemiş olduğum kitapların hepsi Türkçe'de var. Buradaki cemaatler de kendilerine düşenleri yapsınlar. İkincisi Yusuf Karadavi hemen hemen her hafta bir bildiri yayınlıyor. Hemen hemen her hafta bu konuları anlattığı bir TV programı yapıyor, üçüncüsü şu anda 80 yaşın üzerinde, yaşına rağmen sık sık birçok ülkeye gidip konuşmalar yapıyor, devlet başkanları bir mesele olduğu zaman arayıp konuşuyor. Bazı ülkelerde zaman zaman sıkıntılar yaşasa bile… Dolayısıyla bunlar orada kendi adlarına görevlerini yapıyorlar. Unutmayalım ki Dünya Âlimler birliği bir devlet değildir. Onlar sadece görüşlerini bildirirler. Sultana hakkı adaleti söylerler. Bu konuda görev üstlenmesi gerekenler devletlerdir. Devletler bu konuda politikalarını buna göre düzenlemek zorundadırlar. Ben bu konuda bir çabanın olduğunu biliyorum en azından.

NEDİR O ÇABA?

En azından bugün dünyadaki radikal unsurların büyük bir kısmının Suudi Arabistan merkezli olduğu iddia ediliyor. Hepsi değil bir kısmı, onlar da Suud üniversitelerden mezun bazı gençlerden oluşuyor. Onlar da bunun farkına vardıkları için eğitim sistemlerini yeniden gözden geçiriyorlar. Mesela Türkçe'ye tercüme edilen o cenahtan o ekolden gelen kitaplar birinci, ikinci ve üçüncü dalga kitaplar var. Dolayısıyla ilk tercüme edilenler oldukça radikal olmasına rağmen, ikinci gelenler birinci radikalizmi yok etmek için çalışılan kitaplardır. Yani ikinci, üçüncü dalga kitaplar, aşırı radikallikleri yok etmek üzere kurgulanmış kitaplardır. Onlar da bunun farkındalar. Ama bir şeyi daha unutmayalım. Bu radikalliğin ortaya çıkışın sebeplerinden biri de dünyadaki zulümler. Dünyadaki zulümlere de birisinin başkaldırması lazım. Ama bunun başkaldırış yolu bizim Müslüman genç samimi insanların yakıt olarak kullanılması değil.

Dünya Âlimler Birliği devlet değildir dediniz ama İslam İşbirliği Teşkilatı, D-8, Arap Birliği gibi devletler düzeyinde oluşumlar da var. Onların da somut bir çabaları yok...

Türkçe'de güzel bir söz var. At sahibine göre kişner. D-8'in kurucusu Erbakan bugün hayatta olsaydı dünyanın, Ortadoğu'nun rengi daha farklı gelişirdi. Çünkü kurucu babası oydu. Ancak ondan sonra bu iş biraz yavaşladı. Bitmedi ama yavaşladı. D-8 devam ediyor. Diğer yandan eğer bu İslamî teşkilatların finansını sağlayan, desteğini veren kurum ve devletler, bu konuda bir şeyler yapmak isterlerse çok iyi şeyler yapabilirler. Mesela İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) ana finansörlerinden biri Suudi Arabistan'dır. Şimdi Suudi Arabistan, bu konuda bir şey yapmak isterse İİT da çok iyi şeyler ortaya çıkarabilir. Üye olan devletler İslam ülkeleri samimi olarak bir şey yapmak isterlerse oradaki insanlar bir şeyler yapabilir. Aynı şekilde BM... BM'yi kendi ülkesinde barındıran ABD bir şey yapmak isterse BM çok iyi şeyler yapabilir. Dünyadaki bütün devletler samimi bir şekilde bu terörü bitirme konusunda karar vermeleri lâzım. Bu terör hepimizi yakıyor. Bence bu konuda başta devlet düzeyindeki akılların bir karar vermesi lâzım. Her hâlükârda gerek bölgesel, gerek uluslararası düzeyde farklı politikalar da izlese devletler bunların temsilcileri mutlaka bir araya gelmeliler.

Mesela şu anda bölgesel politikalardan dolayı en önemli çatışan iki ülke var. Türkiye'nin politikalarıyla İran'ın politikaları. Ya da Suudi Arabistan ve İran savaşın eşiğine gelmiş şu anda. Burada yapılması gereken, bir şekilde İran'dan ve Suudi Arabistan'dan üst düzey temsilcilerin iki devletin politikaları dışında ama devletlerin de müsaadesiyle bir araya gelerek sürekli fikir üretmeleri gerekir. Bunun Hindistan ve Pakistan arasında yapıldığını biliyorum. Bunu bizim bu bölgede de yapmamız lâzım ki daha fazla ileri giderek yeni bir İran - Irak savaşı yaşamayalım.

Türkiye Arap Baharı sürecinde ezber bozan bir yaklaşım içine girdi. Tarihin akışı içinde farklı tarafta durdu. Şimdi bunun bedelini mi ödüyor Türkiye?

Doğru politikalar doğru kararlar ucuza alınamaz. Bunun bir faturası olacaktır. Bunun faturası bugün Türkiye'ye kesiliyor gibi görülse de, uzun vadeli bir tarihsel süreç içerisinde Türkiye. hem devlet olarak hem de bir medeniyet projesi olarak bu süreçten kârlı çıkacaktır. Bugün hâlâ bütün anti propagandalara rağmen Arap sokaklarında Türkiye'nin ismi büyük oranda kabul görmektedir. Evet, çok anti propaganda olduğu için dün bu yüzde 90 iken lehte propaganda, bugün yüzde 60'lara düşmüş olabilir. Ama o kara politikayı silmek, değiştirmek çok zor bir şey olmasa gerek.

ARAP BAHARI ÖLDÜ MÜ?

Arap Baharı'nın ölmediğine inanıyorum. Çünkü devrimler, değişimler o kadar kısa sürede olacak ucuz şeyler değildir. Devrimlerin faturası çok büyüktür. Fransız devriminin yüzyıllara dayanan bir süreçte yürüdüğünü düşünecek olursak, Arap Baharı'nda özgürlüğün tadını almış olan gençlerin kolay kolay bu taleplerinden vazgeçeceklerini sanmıyorum. Evet, çok ciddi sorunlar yaşıyorlar, Arap Baharı ile birlikte bütün istikrarını kaybettiler, bölgede güvenlikleri kalmadı. Bunların hepsini görüyoruz ama hâlâ ütopyalarından vazgeçmiş değiller. Hâlâ, âdaletin, özgürlüğün, bağımsızlığın hâkim olduğu kendi ülkelerinde güzel günlerin, ütopyalarıyla yaşıyorlar.

BU SAVAŞTA HALKLARIN DEĞERLERİ Mİ KAZANACAK, YOKSA DEVLETLERİN ÇIKARI MI?

Devletler halklardan oluşuyor sonuçta. Burada önemli olan halklar iktidara gelebilecek mi, gelemeyecek mi? Benim korkum şu: uluslararası güçler her zaman bu halkların sözde bazı temsilcileri ile anlaşmalar yaparak o halkların çok da lehine olmayan ulus devletleri kurabilirler tekrar. Böyle bir ihtimal var. Biz bunu geçmiş yüzyılda da yaşadık. Ama önümüzdeki süreçte umarım ki halkların içinden çıkan liderler, kendi halklarının ve kendi ülkelerinin aleyhine kararlar almazlar.

ARAP BAHARI BİR BATI OPERASYONU MUYDU?

Batı, İslam dünyasındaki birikmiş gazın farkındaydı. İslam dünyasında bir değişim için hazırlıklarını yapıyordu. Bunun için çeşitli operasyon hazırlıkları da vardı. Ancak değişim o kadar hızlı oldu ki Batı'nın da istemediği bir noktaya gitti. Batı, hiçbir zaman Mısır gibi bir ülkede Mursi'nin İhvan-ı Müslüman teşkilatının iktidara gelmesini istemezdi. Ama bölgede 20-30 yıl iktidarda kalmış diktatörler vardı. Halkın bunlara karşı birikmiş bir kini vardı. Bu patlayacaktı ama ne zaman patlayacağı belli değildi. Batı bunu yönlendirmek istiyordu. Ama hiç beklemediği bir anda Tunus'ta bir insanın kendisi yakması bir kıvılcım oldu. Bir insanın kendisini yakması için Batı'nın planlama yapmasına gerek yok. O insan kendisini yakar. Bu kadar hızlı bir şekilde yayılmasını Batılılar da beklemiyorlardı. Batılılar her zaman bir diktatör ile işbirliği yapmayı, ülkeyi nereye götüreceğini bilmedikleri insanlarla uğraşmaktan daha çok tercih eder. Şu anda yeni gelen iktidarlar ve toplumlar yarın bu ülkeyi nereye evireceklerini çok da bilmiyorlar. Dolayısıyla Arap Baharı çok da Batılıların istediği şey değildi. Sonradan yönlendirmeye çalıştılar. Hâlâ yönlendirmeye çalışıyorlar.

PEKİ, YAŞADIĞIMIZ ORTADOĞU'DAKİ BU SANCI SYKES-PİCOT'UN YENİ BİR VERSİYONU DİYEBİLİR MİYİZ?

Ortadoğu, aradan geçen 100 yıldan sonra, 1915 -1916 dünyasına çok benziyor şu an. Yemen'de 1916'da ne yaptıysa Osmanlı, bugün aynı sorunla mücadele ediyorlar. Irak'ta 1915-1916 da ne varsa, bugün Irak halkı aynı şeyle boğuşuyor. O gün Osmanlı boğuşuyordu, bugün Irak halkının kendisi boğuşuyor. Mısır, Suriye aynı şekilde. 100 sene öncesine dönmüş olduk. Bölge halkları düne göre daha bilinçli. Mesela, Büyük Arap Devrimi diye o gün ortaya atılan fikirlerle ne kadar büyük oyuna geldiklerini fark etti artık Arap toplumu. Artık etnik bölgesel bir mücadele ile kurtuluşa eremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Ben bölgede yepyeni kuşakların çıktığını ve daha farklı projelerin peşinde olduklarına inanıyorum. Ve Suriye'deki bütün bu tıkanmaların önünün açılacağını ve ümmetin bir şekilde daha bilinçli, uluslararası dengeleri de gözeten, ayakları yere basan bir sisteme doğru gideceğine inanıyorum.

1979'DA DEVRİM YAPAN iRAN NASIL OLDU DA sURİYE'DE STATÜKONUN SİLAHLI BİR DESTEKÇİSİ HALİNE GELDİ?

Burada 40 yıl sonra sormamız gereken sorunun şu olması lâzım; acaba İran o gün de bugünkü gibiydi de biz mi fark etmedik? Bizim tarih okumalarımızın çok zayıf olduğunu düşünüyorum. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi tarihini çok fazla okumadığımızı düşünüyorum. Eğer bunları okumuş olsaydık, sahabeyi çok iyi tanımış olsaydık, Hulefa-i Raşidin'i çok iyi tanısaydık, Emevi, Abbasi, Selçukluları iyi tanısaydık belki bölgesel gelişmeleri, İran devrimi dâhil daha iyi anlardık.

Devrimi insanlar kendi ülkelerinde yaptılar. Dolayısıyla o devrimin hedefleri arasında bugünkü hedeflere ulaşmak da olabilir. Biz bunu bugün yeni okuyoruz. O devrimin ana hedeflerinden biri, bugün gerçekleşmiş oluyor. Çünkü devrimin daha ilk günlerinden itibaren, devrim ihraç etmek gibi bir projeleri vardı. O gün, o projenin ne anlama geldiğini, belki biz çok fazla anlamıyorduk. İran'daki en yüksek düzeydeki bir yetkili bugün, "İran dört Arap başkentini yöneten bir ülke haline gelmiştir" diyor. Şimdi bu ne anlama gelir? Şunu demiyor; "Ya biz bu arkadaşlara yardımcı oluyoruz, kendi ülkelerinde de bir şeyler yapsınlar diye."  "Biz yönetiyoruz” diyor. Bu başka bir şey, biraz farklı emperyalist bir bakış var burada. Bölge halkları belki şu an fazla bir şey yapamasalar da, uzun vadede bunu kabul etmeyeceklerdir. Şimdi İran'ın şu andaki izlediği politikalar, biraz Fransız devrimine benziyor. Fransız devriminden sonra, Fransızlar bütün Avrupa'ya hâkim olacaklarını sanıyorlardı ve yayılmacı bir politikaları vardı. Fakat Almanlar ve diğer milletler Fransa'ya öyle bir ders verdiler ki kendi topraklarına çekilmek zorunda kaldı. Şimdi Fransa doğal tabii sınırlarında yaşıyor. İran şu an kan kaybediyor. Askeri olarak da, ekonomik olarak da bu sürdürülebilir bir politika değil. Yemen'de kan kaybediyor. Irak'ta aynı şekilde çok masrafı var. Bu, İran halkının cebinden çıkan paralarla yapılan bir şey üstelik.

İRAN EKONOMİSİ RAHATLAYACAK

Ne kadar olursa olsun, doping de olsa, Batı destek de verse İran'a, bu sürdürülebilir bir şey değil. Sonuçta insanları da ölüyor. Dolayısıyla İran doğal sınırları içerisinde var olduğu zaman kimsenin İran ile bir sorunu olmayacaktır. İstediği kadar İslam Cumhuriyeti devleti olsun, onun iç işlerine de kimse karışmayacaktır. Ama kendi sınırları dışında dünyanın çeşitli yerlerinde yapmış olduğu operasyonlar, bir kısım Müslümanları rahatsız eder hale gelmiştir.

VİDEO HABER

Sahibinden 16 milyon TL'ye satılık ‘tarihi kilise’

Haber Ara