Söz ne zaman ekonomiden açılırsa döviz, altın, borsa, faiz ve petroldeki gidişatı konuşmadan edemiyoruz. Hepsinin aynı anda kazandırmadığını bilen yatırımcılar rüzgâr nereden eserse o yöne koştururken, planını önceden yapıp uygulayanların her daim daha fazla kazandığını görüyoruz.
2008 yılının son çeyreğinde su yüzüne çıkan global krizi 1929 buhranı ile kıyaslamamızın üzerinden sadece 13.5 yıl geçti. Bu süre içerisinde zaten dolar aşığı olan ülke insanımız dolara daha da sıkı sarılarak ekonominin onsuz olamayacağı saplantısıyla bugünlere geldi. Sıkıntının ana kaynağı ise doların birçok ülke için ticaretin bir aracı olarak kullanılmasına karşılık, bizde yatırım aracı olarak görülmesidir. Faiz yetmezmiş gibi doların değer kazanmasından doğan farkı ticari bir kâr olarak görenlerin sayısı artıkça ülke ekonomisinin düzlüğe çıkma gayretleri zaman almıştır.
Geçmişte Türk lirasının aniden değer kaybetmesinin karşılığı devalüasyonla açıklanırken, üç beş ay öncesinde dolar kuru18 liralara kadar çıktığında ondan medet umma alışkanlığının hastalığa dönüşüne şahit olduk. Nerdeyse her haneye yansımış olan bu hastalık ekonominin seyrini de olumsuz etkiledi. 250 milyar doları bulan bankalardaki mevduat hesabından vazgeçmenin kolay olmayacağını sanan yüzbinlerce vatandaş, ekonomi yönetiminin 20 Aralık 2021'de devreye aldığı ‘kur korumalı TL mevduat hesabı' uygulaması ile yeni tercihlerle karşı karşıya kaldı. Kimilerinin ‘en uzun gece', bazılarının ‘büyük operasyon', kimilerinin de ‘büyük düzeltme' olarak yorumladığı o günden bugüne dört ay geçti. Alınan tedbirlerden her kesimin az çok memnun olduğu görünüyor. Bankaların uyguladığı faizden yararlanan kesimler, ‘Yok mu daha yükseği?' bekleyişine devam ederken, dolardan medet umanların beklentisi daha da fazla.
Hatırlarsanız, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, 20 Aralık tarihinin bir milat olduğunu, ortodoks davranışlarda bulunulmadığını, Türkiye'nin kendi Ekonomi politikasını uyguladığını ve bu sayede kurlardaki köpüğün alındığı algı operasyonlarından da bundan sonra vatandaşın zarar görmeyeceğini söylemşti. O günden sonra döviz kurunun tartışılır olmaktan çıkacağı beklentisi yükselirken Sayın Nebati'nin "Döviz kurları dengeye kavuştu. Artık bir gündem maddemizi gündemden çıkarıyoruz'' demesine rağmen dolardan medet umanların sayısının küçümsenemeyecek kadar fazla olduğunu, dahası yangına körükle gidip 'fısıltı gazeteciliği' ile dolar için yeni hedefler koyanların olduğunu gözlemledik. Kur korumalı TL mevduat hesabı her gün güncellense de göz ucuyla doların seyrini izleyen halkımız elindeki varlıkları korumak için nereden fazla kazanacaksa oraya yöneliyor. Ancak şunu da unutmamak gerek: Türkiye'nin köpüklerle algı operasyonlarıyla karşı karşıya kaldığını gösteren bir dönemden geçiyoruz. Bakan Nebati, ''Köpükler de algılar da bitti" demiş olsa da dolara olan düşkünlüğün beli kırılmış değil. Halbuki doların bir para birimi olarak uluslararası dolaşımdaki gücünün ötesinde çok da işe yaramadığını anladığımız anda işlerin normalleşeceğini anlasak kurdaki dengeyi de sağlamış oluruz. Şu anda benim saçmaladığımı düşünenleriniz olabilir. Ama şu görüşümün hepiniz tarafından destek bulacağından eminim. Şu anda Türkiye'nin dört bir yanında bir köpük ekonomisi hakim. Hiçbir şey gerçek değerinde değil. İster sağınıza bakın ister solunuza her hizmet ve ürünün fiyatında en az yüzde 30'luk bir köpük var. İsterseniz tek sıralayalım: Konut fiyatlarından kim memnun? Geçen sene 500 bin liraya alıcı bulamayan 1+1 tipi daireler nasıl oldu da 1 milyon lirayı aştı. Aşsa da bu daireleri kimler alabiliyor? Otomobil fiyatları hakeza… Geçen yıl 300 bin liraya satılabilen bir lüks markanın 2012 model aracı şu anda 500 bin liraya alıcı bekliyorsa kimse sevinmemeli. Gıdada yaşanan hiper fiyatlanmaları ise hiç sormayın. Sadece domateste yüzde 195'lik bir fiyat farkı herşeyi anlatmaya yeter be dostlar. Köpük ekonomisinin faturasını millete ödettirenlerle mücadele geç kalındıkça Türkiye'nin siyasi yelpazesinde değişimler olabileceğini söylemek sürpriz olmaz. Seçimin rotasını belirleyecek en önemli dinamik ne vaatler, ne adaylar ne de ' biz yaptık. biz ettik' söylemleri olacaktır. Tek cümle ile özetlersek; seçim sandığından çıkacak sonucun belirleyicisi mutfaktaki tencere olacaktır.
Gelelim madalyonun öteki yüzüne... Amerika Merkez Bankası (Fed), beklendiği gibi reel faizi 50 baz puan artırarak yüzde 0,75 - yüzde 1 aralığına çıkardı. 50 baz puanlık faiz artışı 2000 yılı sonrası tek seferde gerçekleştirilen en yüksek oran oldu. Belli bir süre bu artışın etkilerini göreceğiz. Ama dolara olan talebin artması ihtimali kısa vadede zayıf görünüyor. Asıl problemin ABD Başkanı için önemli bir sınav niteliği taşıyan kasım ayındaki ara seçimler arefesinde yaşanacağını şimdiden söylemek isterim. İçeride artacak seçim baskıları ve cumhurbaşkanı adaylarıyla ilgili siyaset arenasındaki gerginlik mutlaka ekonomik dengeleri de etkileyecektir. Kararsızların ortaya koyacağı tevrın son dakikaya kadar sürecek olması da seçim ekonomisinin reel ekonomi üzerindeki baskınlığını artıracaktır. Bu gerilmeye bir de dış faktörleri eklersek Türkiye ekonomisi için 'bekle gör' döneminin yaşanacağı bir zamanın yaklaştığını söyleyebiliriz.
Peki böylesine gergin ve belirsiz geçebilecek bir dönemde dolarla bizi hizaya getirmek isteyenlere yem olmamak için ne yapmalıyız?
* Türkiye'de bankalar tatlı faiz politikasına devam ettiği sürece dolara olan talep artmayacaktır. Ekonomi yönetimi yüksek faiz ve enflasyonla savaşırken, faiz oranları düşürüldüğünde yatırımcılara farklı cazip yatırım enstrümanları sunmak için çalışmalıdır.
* Merkez Bankası eksilen döviz rezervinin yerine yenisi koymak için yeni enstrümanlar geliştirir ve daha ucuza maledecek bir sonuç alırsa dolar kuru tavan yapmayacaktır.
* İthal mallara olan talepte zayıflama olursa cari açık gibi riskli bir konuda mücadele veren hükümete bir destek verilmiş olunur.
* Yabancı yatırımcıya ülkemize yapacakları yatırımın daha cazip olduğunu göstermek için herşey bilenler tarafından yürütülmelidir.
Bu arada FED'in faiz arttırımı ile doların değerinde olağanüstü bir yükselişin yaşanmamasını olumlu karşılamak gerekiyor. Paramızın değer kaybı dikkate alındığında ne yapıp edip yüksek faize ve dövize yönelimi engelleyici yatırım enstrümanlarının geliştirilmesi için çaba harcanması gerekiyor. Burada yüksek katma değerli mal ve hizmet üretiminin esas alınması tek çıkar yoldur. Bu yolla hem istihdama katkı sağlanır, hem rekabet koşulları zorlanır hem de köpük ekonomisinin perde arkasındaki ağababaları ile figüranları hayal kırıklığına uğrar. Kültürel yozlaşma, ahlaki çöküntü ve yalan siyaseti ile ülkeyi kaosa sürüklemek isteyenlere karşı 'köpük ekonomisine hayır' ( yüksek faize, yüksek enflasyona ve yüksek döviz kuruna karşı duruş) savaşının ilan edilmesinin en akıllı seçenek olduğunu düşünüyorum. Yok mu bu savaşı ilan edip ekonomin üç düşmanının da üstüne üstüne gidecek bir babayiğit ?