Dolar

32,4792

Euro

34,9023

Altın

2.434,36

Bist

9.716,77

Ali Bulaç: İslam dünyası bir krizin içinde

Ali Bulaç, 'İslam âlemini kırıp geçiren tekfir hastalığından nasıl kurtulacağız? Önce teşhisi doğru koymamız lazım,' dedi...

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-07-16 04:56:37

Ali Bulaç: İslam dünyası bir krizin içinde

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü "Tekfir" başlıklı yazısında İslam dünyasına eleştiriler getirirken teşhisin doğru konulması gerektiğini belirtti. İktidar mücadelelerinde “akaid dili”nin kullanılması hem meşruiyet zemini sağlamakta, hem rakibin en etkili silah olan dini inançla zayıflatılması amaçlanmaktadır, ifadesine yer veren Bulaç, "Ebu Hanife “El Alim ve'l Müteallim”de siyasi mücadelelerde sahabileri de içine alan tekfire başvurulmasının Müslümanları saran büyük bir iptila, bir hastalık olduğunu belirtir. İmam Şafii de aynı teşhisi koyar. Halbuki Müslüman olduğunu beyan eden biri Allah'ın birliğine, ahiret gününe, nübüvvete, Allah'tan indirilen hükümlerin hak olduğuna –kısaca imanın ve İslam'ın şartlarına- iman ettiğini beyan ediyorsa tekfir edilemez," dedi.

İşte Ali Bulaç'ın yazısından bir bölüm:

İslam dünyası bir krizin içinde. Söz konusu krizi derinleştirip sürekli kılan çok sayıda faktör var, bunlardan biri tarihten tevarüs ettiğimiz “tekfir hastalığı”dır.

Güvenilir kaynaklar tekfirin itikadi ve siyasi bir tutum olarak Haricilerle birlikte formüle edilip tedavüle sokulduğunu belirtir. Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnette yer almayan tekfir, “örtmek, gizlemek, nankörlük etmek” anlamındaki “küfr” kökünden türeme bir kelime olup, mü'min birini veya bir grubu küfre nisbet etmektir. Hariciler, hakem olayını kabul ettiği için Hz. Ali'yi ve taraftarlarını tekfir ettiler, arkasından iman ile ameli özdeşleştirip büyük günah işleyenin kafir olarak ebediyyen cehennemde olacağına hükmettiler. İslam'da teşekkül eden ilk fırka olan Hariciler “Hüküm Allah'tan başkasının değildir” (12/Yusuf, 40) ve “Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kafirlerin ta kendileridir” (5/Maide, 44) ayetlerini görüşlerine temel almışlardı. Daha sonra ve özellikle Sıffin Savaşı ardından Hz. Ali'ye bağlılıkta aşırı gidenler (Şiatu Ali) Ali'nin hasımlarını tekfir ettiler. Teşekkül eden bu ikinci fırkaya göre Ali bin Ebu Talip, Hz. Peygamber tarafından vasiyetle halifeliğe tayin edilmesine rağmen, Efendimiz'in vasiyetine riayet edilmedi. Nassla sabit vesayete riayet etmeyenler ve Ali'ye buğzedenler dinden çıkmış kimselerdir. Oysa Hz. Ali, hem Cemel hem Sıffin'de kendisine karşı savaşanların “kafir” değil, “asiler” olduklarını söylemiş ve bu hükme göre amel etmiştir. Nitekim “El İktisad fi'l i'tikad” adlı eserinde İmam Gazali, tekfirin “akaid ve kelam”ın değil “fıkhın konusu” olduğunu söylemiş, Müslümanlara büyük zararlar veren tekfirin doğru kullanımı amacıyla mezkur eseri yanında “Faysalatu't tefrike beyne'l İslam ve'z-zendeka” ismiyle bir eser daha kaleme almıştır.

Hz. Peygamber (s.a.)'in irtihalinden sonra hilafet konusu ve bu yüzden çıkan çatışma ve savaşlar tekfirin bir silah olarak kullanılmasına yol açmıştır. Belirtmek gerekir ki ilk dönemlerden itibaren teşekkül etmeye başlayan tarihi mezheplerin neredeyse tamamı siyasidir, dolayısıyla itikadi/kelami fırka ve mezhepler de iç siyasi çatışmalarda tarafların dinin dilini kullanmalarıyla vücud bulmuşlardır. İktidar mücadelelerinde “akaid dili”nin kullanılması hem meşruiyet zemini sağlamakta, hem rakibin en etkili silah olan dini inançla zayıflatılması amaçlanmaktadır.

Ebu Hanife “El Alim ve'l Müteallim”de siyasi mücadelelerde sahabileri de içine alan tekfire başvurulmasının Müslümanları saran büyük bir iptila, bir hastalık olduğunu belirtir. İmam Şafii de aynı teşhisi koyar. Halbuki Müslüman olduğunu beyan eden biri Allah'ın birliğine, ahiret gününe, nübüvvete, Allah'tan indirilen hükümlerin hak olduğuna –kısaca imanın ve İslam'ın şartlarına- iman ettiğini beyan ediyorsa tekfir edilemez. Siyasi sebeplerle veya sübut kazanmış nassların farklı tefsiri ve tevili dolayısıyla birinin tekfir edilmesi, geri tepen bir silah olarak tekfir edenin imanını tehlikeye sokar. Bu mühim noktayı göz önüne alan biri, başkalarını yıpratma güdüsüyle tekfir etmeye kalkıştığında öncelikle kendi inançlarını, dindeki yerlerini göz önünde bulundurur, hasmını tekfir etme cür'etini göstermez. Çünkü tekfir yoluyla ava gidenin avlanması mümkündür.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!

Haber Ara