Dolar

32,5719

Euro

35,0273

Altın

2.433,18

Bist

9.776,53

'28 Şubat toplumsal hafızamız zayıf'

Şimdi o yasakları uygulayan kişilerle karşılaşmam benim için önemli değil hafızam onları silmiş. Yani hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyorsunuz hayatınıza. Zaten onlarda öyle devam ediyorlar sanırım bize yaşattıkları yasak o kadar ağır bir ihlaldi ki onlar da bunu unutmak istiyor. Dün bu yasağı cansiperane savunanlar bile bugün bunu artık ileri süremiyorlar. Bunu çok rahat 28 Şubat davasında gözlemlemek mümkün.

9 Yıl Önce Güncellendi

2016-02-28 16:29:17

'28 Şubat toplumsal hafızamız zayıf'

28 Şubat sürecinin canlı tanıklarından AK Parti İstanbul Milletvekili Av. Fatma Benli, darbe döneminin koşullarını, toplumsal hafıza üzerindeki kaydı ve devam eden davalar üzerinden açıklamalarda bulundu. Benli, "28 Şubat toplumu dönüştürmek istiyordu. Toplumu dönüştürmenin en kolay yolu da kadınlardır. Her zaman kadını değiştirerek bundan sonraki nesiller değiştirip dönüştürmek mümkündür. Şimdi hatırlarsanız ilk üniversitelerde başörtüsü yasağı başladığında İstanbul Üniversitesi rektörünün yasağı hem başörtülü hem sakallı öğrencilere yönelikti ama sadece 3 gün sonra bu yasağı erkekler üzerinde uygulamaktan vazgeçip sadece başörtülü kadınlara yoğunlaştırmayı denedi" dedi.

AK Parti İstanbul Milletvekili Av. Fatma Benli ile İstanbul Zeytinburnu'nda okulları ziyaret ettiği bir gün buluştuk. Kendisi yıllar boyu hak arayışında olan, gerektiğinde mücadelesini uluslararası alana taşıyan bugün de bu anlayışını, mecliste milletvekili olarak sürdüren bir isimdir. 28 Şubat'ın en zorlu dönemlerinde başörtüsüne uygulanan yasak nedeniyle duruşmalara giremeyen bir avukat olsa da savunmanın tam odağında, hukuk mücadelesinin her alanındaydı. O günleri ve yeni dönemi konuştuk. 

AK Parti Milletvekili Fatma Benli'nin TİMETÜRK'ten Demet Tezcan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Bugün okulları gezdiniz geldiniz. Toplumsal hafızanın 28 Şubat konusunda diri olduğunu düşünüyor musunuz? Gençler “28 Şubat” denildiğinde nasıl bir dönemden bahsedildiğini biliyor mu?

28 Şubat konusunda toplumsal hafızamız çok zayıf olduğunu gözlemlemek mümkün.Biz bugün liseleri ziyaret ettik. İmam hatip liseleri öğrencilerinin, öğretmenlerinin dahi bilgisiyok. Onlar zannediyorlar ki her zaman için başörtülü öğrenciler imam hatiplere gelebiliyorlardı, katsayı probleminin ne olduğundan bihaberler ya da ortaokulların 28 Şubat sürecinde kapandığından, imam hatiplerde milli güvenlik derslerinden problem çıkartıldığından, başörtülü öğrencilerin dersten atıldığından, başörtülü öğrencilerin içeri alınmadığından, okul kapılarında bekletildiğinden haberdar değiller. Ama bu sadece liseler için geçerli değil bunu üniversite öğrencilerimiz dahi bilmiyor. Bir iki sene önce bir özel üniversite de bir öğretim üyesi kadınların çalışma hayatına katılımına ilişkin bir derse çağırmıştı, öğrenciler bu konuda hazırlık yapmışlar ve sorular hazırlamış, Ben avukat olarak daha önce yaşadıklarımı vs anlattım.Hakime Hanım karşılaştığı güçlüklerden bahsetti. Sonra öğrenciler sorular sordular. En son kendi aramızda sohbet ederken öğretim görevlisi dedi ki “Farkında mısınız? Bir öğrenci bile size başörtülü olduğunuz için ayrımcılığa uğradınız mı diye sormadı.”  Bir kısmı başörtülü 20-30 öğrenci “kadın olduğunuz için medeni hukuk davalarına bakıyorsunuz, kadın olduğunuz için mi ayrımcılıkla ilgilendiniz bunun için mi avukat oldunuz”  gibi pek çok soru sormuştu. Ama onlar hiç yasağı yaşamadıkları için bir tanesinin bile aklına: siz başörtülü bir avukat olduğunuz için senelerce duruşmaya giremediniz bu ayrımcılık mıydı?” senelerce başörtülü olarak duruşmaya giremediğimizden haberdar değillerdi çünkü.

Peki, o girememeyi de doğal buluyor olabilir mi acaba?

Yok. Onlar girememeyi doğal bulmanın ötesinde böyle bir olayın olmadığını düşünüyorlar yani siz eğer onlara kalkıp da biliyor musunuz uzun seneler boyunca ben kendi mezun olduğum üniversitenin bahçesine giremedim, dünyanın her yerine en üst makamlarda duruşmaya girme sunum yapmayı Rabbim nasip etti, ama kendi ülkemde yapamadım, duruşmaya girmemenin ötesinde baro seçimlerinde yönetim kurulu üyeliğine aday oldum, broşürlerde başörtülü fotoğrafım oldu diye soruşturma geçirdim, ceza yasası değişiklikleri için resmi toplantılara katıldım diye şikayet edildim bu günün mantığında böyle şeylerin gerçekleştiğine inanmak gerçekten çok zor, sanki masal anlatıyormuşum gibi, o kadar akla hayale uymayan bir durum ki bunun gerçek olduğunu düşünmüyorlar. Doğrusu biz de birebir yaşamasaydık ben de bunun doğru olduğunu düşünmezdim.

Yasaktan sonra yaşananlar rahata alışmak için kısa bir süreç ama unutmak için çok uzun bir tarih değil.            

Sonuçta daha iki üç önceye kadar okullarda Kuran dersi verilmesi, her kademede rahatlıkla başörtülü çalışılması hayal edilebilecek bir durum değildi.

Öğretmenler keza öyle…

Memurların başörtüsü yasağının kalkmasının üstünden 3-4 sene geçti. Üniversiteye girebilmemiz bile 5-6 senedir çok uzun tarih değil aslında ama rahata çabuk alıştığımız için yasak çok anormal olduğu ve biz şuan  normal yaşamın içerisinde devam ettiğimiz için çabuk unuttuk.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu üyesiydiniz. Birçok sivil toplum kuruluşunda görev aldınız. Sadece Türkiye'de değil uluslararası alanda da tanınıyordunuz. Ulusal, uluslar arası pek çok konferanslara, toplantılara katıldınız. Bu kimliğinizden dolayı daTürkiye'de  üniversiteler sizi programlara davet ediyorlar fakat sonrasından sizin başörtülü olduğunuzu gerçeğiyle karşılaşıp program değiştiriyorlardı. Bunlardan bir örnek var mı?

Evet, tabi benim yaşadıklarım tek örnek değildir. 2004 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi galiba Samira Musa idi Ummanlı kadın profesörü bir toplantıya çağırmış. Samira Hanım alanında iyi olduğu için katıldığı toplantının oturum başkanı olacak ama gelgörki üniversite kapısına geldiğinde başörtülü olduğu anlaşılmış ve geri çevrilmiş. Bu durum gazetelere “İletişim Fakültesinde iletişimsizlik var.”şeklinde yansıdı. Zira yetkililer “ biz onun kadın olduğunu bilmiyorduk erkek zannediyorduk”  açıklamasında bulundu. Sanırım ben o dönem bu ironiye gülmüşüm ki daha sonra defaten benim de başıma geldi. Bir tanesi ilginçtir özel bir üniversiteydi yurt dışında yapılan bir projenin Türkiye. ayağında  başörtüsü yasağı tartışılacaktı.  Bir tane yasağı karşı olan diğeri savunan iki kişi olarak yabancı katılımcılara sunum yapacaktık. Yurtdışında sunum yapıldı sorun olmadı, Türkiye ayağında olanına benim alınmayacağım söylendi ben Türkçe metnimi hazırladım İngilizceye çevrilip içerde sunması için başka bir arkadaşa verdim. Zaten avukatlıkta da aynısı yapıyordum dosyaları ben hazırlıyordum benim yerime başkası sunuyordu. Toplantıda moderatörlük yapacak bir arkadaş bu dutumu mail gruplarında paylaştı, aynı dönem ODTÜ'de The Veil araştırma sonuçları tartışılacaktı ve başörtülü öğrenciler alınmıyordu bu durum “Pirinçsiz pilav yapıyoruz” söylemiyle ifade edildi ve okula gitmem gerektiğini söylendi. Önce alınmadım, orada gazeteciler olduğu öğrenilince kapıda geri çevrildim, bazı yerlerde kapıya dahi gidemedim, çünkü başörtülü olduğumu öğrenince programı iptal ettiler. Bu çok yaygın bir uygulamaydı, benim üniversitesinin botanik bahçesine ya da üniversiteye ait sosyal tesislerine alınmayan başvurucularım vardı. Bir nevi zamanında kiliseye alınmayan, bazı otobüslere alınmayan siyahlar gibi bir yere girebiliyorsunuz bir başka yere giremiyorsunuz neden karşınızdakiler “Bu oyunun kuralları var ve bu kuralları ben koydum ve sen benim istediğim şekilde olmadığın müddetçe burada olamazsın” diyorlardı.

Bu dönemde kapıdan çevrildiğiniz o üniversitelere gittiğiniz oldu mu? Ya da o dönemde bizzat size yasak uygulayanlarla karşılaştığınız oldu mu?

Hafıza kötü olan olayları siliyor bunlara bakmıyorum, sadece yasak kalktıktan sonra İstanbul Üniversitesinde ilk konuşma yapmam benim için önemlidir. Kadına karşı şiddetle ilgili yasanın tartışıldığı bir toplantıydı sanırım karşımda profesörler vardı. Karşımdaki profesörlere ben daha önce Harvard'da konuşma yaptım ama orada konuşma yapmak benim için o kadar önemli değildi, ancak  sizin önünüzde konuşma yapmak önemli çünkü İstanbul Üniversitesi mezun olduğum okul ve İstanbul Üniversitesi benim senelerce bahçesine giremediğim okul dedim. Sonuçta biz mezunlar olarak toplantılar düzenlerdik ama toplantımızı üniversitede yapamazdık. Üniversitenin Profesörler Evi var mezunlar olarak orada yapabilirsiniz biz bir sürü avukatız. Biz okula giremediğimiz için dışarıda yapmak zorunda kalırdık. Yani bu benim için değerli bir şey gidip de dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde konuşma yaptığınız zaman hiç bir şey fark etmiyor sizin için çünkü bu yapılabilir bir şey, her zaman oraya gidebiliyorsunuz, gerçekten çok başarılı çok öğrencimiz var orada,  ama kendi üniversiteniz de, kendi ülkenizde yapamıyorsunuz. 

Şimdi o yasakları uygulayan kişilerle karşılaşmam benim için önemli değil hafızam onları silmiş. Yani hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyorsunuz hayatınıza. Zaten onlarda öyle devam ediyorlar sanırım bize yaşattıkları yasak o kadar ağır bir ihlaldi ki onlar da bunu unutmak istiyor. Dün bu yasağı cansiperane savunanlar bile bugün bunu artık ileri süremiyorlar. Bunu çok rahat 28 Şubat davasında gözlemlemek mümkün. 28 Şubat asker sanıkları hakkında devam eden bir ceza davası var. Müşteki olan bir öğretmen hanım ifade verdi kaç senelik öğretmenken atılmıştı hatırlamıyorum ama o dönem verem hastası olduğunu söylediğini unutmuyorum. Devlet memurluğundan atıldığınızda sadece maaşınız kesilmiyor ya da emeklilik tazminatınız ortadan kaybolmuyor sağlıktan da yararlanamıyorsunuz. Sağlık sigortanızdakesiliyor.  Duruşmada bu ifadeleri sanıkların dinlenmesi ve neden oldukları uygulamanın insanlar üzerindeki etkilerini duymaları ben çok önemliydi.

Tam bu arada sormuş olayım. 28 Şubat davalarında adalet yerini bulacak mı?

Ben müştekilerden bir tanesiyim mahkeme suçtan zarar gördüğümü müdahale talebimi kabul etti. Y. yüksek lisansımı bu yüzden veremedim. 300 sayfalık tez yazdım bir yarım saate ihtiyacım vardı 3 kişilik jüri önünde anlatabilmek için. Anlatamadım çıktım yani çünkü o kadar ağır bir şey ki birisinin size peruk tak demesi, başınızı aç demesi vs. bunu yapamadım mesela. Dolayısıyla ben senelerce önce vermem gereken yüksek lisansı 10 küsur sene sonra yasak kalktıktan sonra verebildim.

O yarım saat için?

Hepi topu yarım saat için! Ama sonra kalkıp 200 sayfalık tezi yine yazıyorsunuz ve üstelik bunu yapmaya çalıştığınız zaman hiç vaktiniz yok. Ben bir tek Marmara'da konuşma yapmaya gittiğimde tez, jüri üyemle konuşabiliyordum çünkü aradan çok uzun bir zaman geçmiş ve onları bir daha yapmanız çok kolay değil. Tabi çok daha ağır hak ihlalleri yaşamdı 2 şubatta. Bu bağlamda baktığınızda suçtan zarar gören kişi olarak baktığınızda ceza davası açılmasını ben çok fazla önemsiyorum. Çünkü dünün Türkiye'sinde insanlar bu tarz büyük çapta suç işlediklerinde yaptıkları yanlarına kar kalıyordu. İşte 80 ihtilalını biliyoruz daha sonra yaşananları da biliyoruz genel de insanlar ben güçlüyüm istediğimi yaparım diyordu. Bu cezasızlık 28 şubata sebebiyet verdi ve sadece başörtülü kadınlar ya da dindar insanlar değil tüm Türkiye zarar gördü.

Tabi tüm bir camiaya yönelikti sermaye gruplarına ambargo uygulandı mesela.

Her kesime zarar verildi. Dindar insanlar üstünde muazzam bir baskı uygulanırken bir tarafta çok rahat bir şekilde 5 bankanın içi boşaltıldı ve sonuçta o paralar birilerine gitti ve biz bunun parasını bütün Türkiye olarak ödedik. Dile kolay Türkiye'nin 1 senelik milli geliriydi belki. Normal süregelen siyasi bir iktidar zamanında olsaydı bu bankaların bu kadar rahatlıkla içinin boşaltılması, devletin ödemesi gibi bir durum söz konusu olmazdı. 28 Şubat sürecinde irtica yaygarası altında insanları mağdur ederken bir taraftan da bunlardan nemalanan çok fazla insan vardı. Dünün Türkiye'sinde bu hiç araştırılmaz edilmez herkesin yaptığı yanına kar kalır. 28 Şubat ceza davası açılması dünün Türkiye'sinden farklı olarak birisi suç işlediğinde bunun ortaya çıktığı gösteriyor. Ben davanın sonucundan çok açılmasını önemsiyorum işin doğrusu. Vakıalar tespit ediliyor kayıtlara geçiyor.

 Yani mağdurlar hala dava açabilir değil mi?

Mağdurlar halen şikâyetçi olabilirler. Gerçi geçtiğimiz son 2-3 celsede mahkeme şikayet dilekçeleri inceledi ve çok büyük bir kısmı şikayetten zarar gördüğüne dair karar verdi. Bu önemli bir gelişme. Dediğim gibi be3n sonucunu değil açılmasını ve mağdurların kendi davalarına sahipçıkmalarını önemsiyorum. Sonuçta eğer iktidarlar devrilecekse bu normal siyasal sistemin içinde yaparsınız. Ama birileri bu şekilde baskı kullanarak, güç kullanarak, sahip olduğu yetkiyi kötüye kullanarak devletin düzenini bu şekilde ortadan kaldıramaz ya da insanları bu kadar çok mağdur edemez. Çünkü hatırlarsanız 28 Şubatta yasalar değişmedi. Sadece uygulama değişti. Ben aynı yasal mevzuatta 3 farklı uygulama yaşadım. Üniversitedeyken aynı yasal mevzuat vardı. Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamakla birlikte kılık kıyafet serbesttir diyen kanun maddesi ek 17.maddedir. Yasa yürürlükteydi hiç başörtüsü yasağı yoktu çünkü serbest diyor kanun.

Nasıl peki süreci hatırlatmak için uygulamadan bahseder misiniz biraz. Neye dayanıyorlardı?

Olan şu, 28 Şubat sürecinde MGK'da alınan kararlar ve fiili bir güç gösterisiydi. Anayasa ya da yasa hükmü değişmedi, hatta yeni  Anayasa Mahkemesi kararı bile verilmedi, yasağa neden olan tek bir öğrenci olayı gerçekleşmedi, YÖK Başkanı değişti. Üniversite rektörü değişti. Kemal Alemdaroğlu başörtülü öğrencilerle ilgili bir genelge çıkardı. Aslında yasağı başlatan tek şey bir genelgeydi. 23 Şubat 1998. Tek bir genelgeyle başörtülü öğrencileri almamaya başladı. Önce tabi bu hukuka aykırı, bir yasak getirecekseniz kanunla getirmeniz lazım. Kanun olmadığı için önce açılan bütün mahkemeler yürütmeyi durdurma kararı verdi. İstanbul 6 verdi, Bursa verdi, Edirne verdi, Samsun Ceza verdi ama 28 Şubat biliyorsunuz herkesin akıl tutulması olduğu irtica yaygarasının kopartıldığı bir dönemdi. O dönem başörtülü öğrenciler lehine karar veren bütün hâkimler hakkında soruşturmalar açıldı ve bu kararları veren bütün hâkimleri sürdüler. Eşleri başörtülü olduğu için soruşturma yaşayan hâkimler oldu. Yürütmeyi durdurma veren bütün hâkimleri sürdüler ve yerlerine başka hâkimler geldi ve mahkeme kararları ters çevrildi. Mahkemeler onları haklı bulduğunda yasak alanını genişletti.

Hukuk siyasallaştı

Tamamen. Çünkü hukuka dayalı bir yasak değildi. Çünkü hukuki hiçbir yasak yok. Siz demokratik bir ülkeyim diyorsanız hiç kimseye başını açacaksınız diyemezsiniz aynı şekilde başını örteceksin diyemezsiniz. Çünkü laiklik bunu gerektirir, çünkü anayasanın gerekçesinde bu yazıyor. Onlar uygulamayı değiştirdiler.

Peki fiili olarak başlayan yasaklar fiili olarak kalktı. Yarın bunun garantisi varmı?

Başörtüsü yasağı fiili olarak başladı aynı şekilde fiili olarak da ortadan kaldırıldı evet. Yani başörtüsü yasağı üniversitelerde 2010 yılında kaldırıldığında yeni bir yasa çıkmadı. YÖK genelge bile çıkarmadı,  şapka nedeniyle dersten çıkartıldığını bu durumun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ifade eden bir dilekçeye karşı, öğretim görevlilerinin dersten çıkarma yetkisi olmadığımı ifade etti. Çünkü zaten yapılan şey yanlıştı. Ve biz bunu son 13 yıldır söylüyorduk. Yasağın kalkması ancak aslında başörtüsü ile ilgili olan 2010 yılı Anayasa değişikliklerininin referandumla halk tarafından kabul edilmesi ve Ak parti zamanında vesayet rejimlerinin kalkması ile mümkün oldu.  Dolayısıyla gereti vesayet rejimlerine karşı hukukumuzu güçlendirmektedir.

Aynı yanlışın yarın geri gelmemesi için bir düzenleme yapılabilir mi?

Bunun için bizdeki demokratik sistemin daha da yaygınlaşması gerekiyor. Yasak nasıl kalkmıştı hatırlarsak eğer; biz Türkiye'de açtığımız davaları kaybettik çünkü hâkimler hakkında soruşturmalar açıldı, sürüldüler. AHİM'e gittik. AHİM'de ret kararı verdi ama Leyla Şahin kararında şunu dedi devletin takdir yetkisi vardır. Devlet yasağa da serbestliğe de kendi karar verir. Biz de BM'ye gittik.  BM'de CEDAW (Ayrımcılığa Karşı Kadın Komitesi) başörtüsü ayrımcılığının hem eğitim hem siyasal yaşam hem çalışma hayatındaki neden olduğu ayrımcılıkların Türkiye tarafından incelenmesi gerektiğini bu konuda kaç kişinin mağdur olduğunun ifade edilmesi gerektiğini söyledi. 2010 yılında biraz da Ak Parti iktidarında askeri vesayetin kaldırıldığında biz hatırlasanız anayasa değişikliği olmuştur referandumla devlet o anayasadaki temel hak ve hürriyetleri kabul etmiştir dolayısıyla ortam buna müsaitti. Şapkalı bir öğrenci müracaat etti çünkü onu şapkalı olduğu için dersten atmıştı öğretim görevlisi, dilekçe yazdık bunu hem başbakanlık insan hakları kurumu başkanlığına hem YÖK'e gönderdik. Bu CEDAW kararından bahsettik 2010 yılında CEDAW bunun hukuka aykırı olduğunu söylüyor Türkiye uluslararası hukuk gereği buna uymak zorunda. YÖK Başbakanlığa gönderdi ama Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı YÖK'e gönderdi onlar da şunu dedi bir öğretim görevlisi öğrenciyi dersten çıkartamaz. Böyle bir yetkisi yok. Sonra da yasak fiili olarak kalktı. Gerçi öğretim görevlisinin dersten çıkartamayacağına ilişkin bu yazı bizim 1998 yılında bu yana söylediğimiz bir şeydi. Bir öğretim görevlisi öğrenciyi dersten çıkartamaz. Yani var olanın tespitiydi.  Aynı hukuka aykırılığa dönebilir mi? Aynı hukuka aykırılığın yaşanmaması için temel hak ve hürriyetlerin güçlendirici maddelerin anayasaya eklenmesi lazım. Yoksa tekrar bizim başörtüsü serbesttir diye bir madde koymamıza gerek yok. Başörtüsü zaten serbest. Bu 2+2=4'ün ayrıca yazmak gibi. Bunu ayrıca yazmaya gerek yok çünkü zaten böyle. 28 Şubat'ta bu yaşanmadı çünkü 28 Şubat'ta matematik kuralları ya da hayatın olan bütün kuralları uygulanmıyordu. Bize düşen şey bir 28 Şubat benzeri hukuka aykırılıkların tekrar yaşanması engellemek iki hiç kimsenin, kimsenin hakkını kısıtlamayacağına dair hükümler koymak. Anayasanın değişmesi o yüzden önemli. Tek başına bir madde koymak yerine darbe anayasasını baştan sona değiştirip hiç kimsenin diğerine kendisiyle aynı şartlarda değil diye hakkını kısıtlamasını engellemek. O zaman sıkıntıyı çözmüş olursunuz.

Bu mevcut meclis fotoğrafına baktığımızda yeni anayasanın çıkmasını kolay görüyor musunuz?

Şu an bir anayasa uzlaşma komisyonu kuruldu 6 aylık kendilerine bir görev biçildi. Bir önceki dönem 60 madde üzerinde uzlaşma olmuştu onun üzerinden çalışacaklar. Aslında muhalefet partileri iyi niyetli olurlarsa sorun çözülür sonuçta Ak Parti anayasa değişikliği isterken sadece kendisi için istemiyor tüm Türkiye için istiyor. Diyor ki Türkiye olarak daha rahat şekilde daha birbirimizi anlar şekilde yaşamak için Anayasaya değişikliğine ihtiyacımız var. Ancak CHP bu konuda sorumluluklardan kaçtı ipe un serdi, hâlbuki en başta Anayasanın değişmesi gerektiğini kendisi ifade ediyordu, sorun değil biz elimizden geleni yapacağız,  kendi sorumluluğumuzu yerine getireceğizinş, Mecliste yeterli oyu alırsak ta halkın onayına sunağız sonuçta nihai kararı verecek olan halkın kendisi.

YÖK konusunda ne düşünüyorsunuz?

YÖK kanunu öyle bir düzenleme ki ya YÖK'ü tümden kaldırıp tamamen yeni bir yasa yapacaksınız ya da aynı şekilde bırakacaksınız. Kanunun kendi içerisinde birbiriyle bağlantısı olan maddelerde değişiklik yaptığınız zaman sistem tamamen çöküyor. YÖK kanunundaki bazı maddelerin düzeltilerek problemlerin çözülebileceğine inanmıyorum. Tamamen sıfırdan bir çözüm oluşturmak gerekiyor. Ama gerçekten bunun üzerinden düşünerek yaptığınız davranışın 3 – 5-10 sene sonra tezahürleri de hesaplanarak yapmak gerekiyor. Devlet üniversiteleri var, vakıf üniversiteleri var. Bir birimi açtığınız ya da kapadığız zaman bunun farklı tezahürleri oluyor. Tamamen YÖK'ü kaldırırsak zaman onun yerine koyacak bir şey de oluşturmamız gerekiyor. Aksi durumda adı üniversite olan ama hiçbir şekilde üniversite eğitimi vermeyen çok fazla kuruluş olacak ve bu kuruluşları da bir şekilde denetim altına almak gerekiyor çünkü insanlar para veriyorlar ama karşılığını almıyorlar. Üniversite öğrencileri olma gibi bir statüsü olmuyor maalesef. Bir düzenleme gerekiyor evet o bu düzenleme hadi ben 3 ay çalışayım düzelteyim ya da 3 maddesini 5 maddesini değiştireyim diyerek yapılabilecek bir düzenleme değil. Baştan sona sistem üzerinde düşünülmesi gerekiyor kanaatindeyim.

YÖK konusunda meclise girmeden önce de böyle mi düşünüyordunuz yoksa siyasetin gerçeği bu mu diyorsunuz şimdi?

 Ben YÖK konusundaki bu kanaate YÖK yasası üzerine çalışan öğretim görevlileri ile çalışmaya başladıktan sonra ulaştım. 2012 de atanmıştım Türkiye İnsan Haklar Kuruluna o zaman  çok istişare ettik, Daha önce YÖK  yasasının bazı maddelerini değiştiririz, uygulamaları değiştiririz dolayısıyla sıkıntıları olabildiğince aza indiririz kanaatindeydim. Ama ne zamanki bu alanda özel öğretim görevlileri ile ortak çalışmaya başladık o zaman fark ettim ki bir tarafını düzelttiğimiz zaman öbür taraf bozuluyor. Ya sistemin tümden kaldırıp yeniden ikame edecek bir şey oluşturacaksınız ya da onu bir şekilde bir başka hal yoluna koymaya çalışacaksınız. O öğretim görevlileriyle çalışmadan önceki düşüncelerim biraz daha tek tek ağaçlara bakarak çıkardığım sonuçtu. Ama ülkemizdeki üniversiteler meselesi daha çok bir  ormana benziyor, biraz daha yukardan bakmamız gerekiyor. Özellikle daha sonraki aşamalarını düşünmemiz gerekiyor. Şu an yaptığımız bir hareketin daha sonra başka karşılıkları olacağını düşünerek daha kapsamlı çalışma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ama çalışmayı orasından burasından düzelterek çözümlenebileceği kanaatinde değilim.

28 Şubat Müslüman camiaya yapılmış bir darbeydi bu net.Her alanda medyasından ekonomisine eğitimine. Küçük esnafın bile terörle mücadele şubesine toplandığı bir dönemdi fakat eşi, babası, kardeşi kimliğini kamufle edebildi ama kadın o görünen kimliğinden dolayı adeta bir paratoner gibi 28 Şubatçıların tüm öfkesini, kinini, nefretini ve uygulamasını üzerine çekti. Bu manada siz 28 Şubat ve Müslüman kadın dediğimde nasıl yorumlarsınız?

 28 Şubat toplumu dönüştürmek istiyordu. Toplumu dönüştürmenin en kolay yolu da kadınlardır. Her zaman kadını değiştirerek bundan sonraki nesiller değiştirip dönüştürmek mümkündür. Şimdi hatırlarsanız ilk üniversitelerde başörtüsü yasağı başladığında İstanbul Üniversitesi rektörünün yasağı hem başörtülü hem sakallı öğrencilere yönelikti ama sadece 3 gün sonra bu yasağı erkekler üzerinde uygulamaktan vazgeçip sadece başörtülü kadınlara yoğunlaştırmayı denedi.  Çünkü başörtülü kadını parmağınızla işaret edip kapıda durdurmak kolaydır ama bir erkeği durdurduğunuz zaman karşılaştığınız tepki çok daha fazladır. Bir de başörtüsü sonuçta başını dini inancı gereği örtmeyi tercih eden bir kadın için esaslı bir durum ama sakal örneğin kesilebilir.

Bir de siyasal simge olarak tanımladılar. Türban dediler, medya sürekli bu dili kullandı.

O biraz onun bahanesiydi.

Siyasal simge de olabilirdi. Siyaset yapmak suç değildi.

Bir rozeti engellersiniz, başka bir şeyi engellersiniz. Orada başörtüsünü dini sebeple takıldığı için engelliyorsunuz, YÖK Başörtüsü yasağını saklayacak nitelikte olarak şapka, bere, peruk yasaktır diye genelge çıkardı. Kapılara yazılar yazıldı, insanlarınınsaçları gerçek mi peruk mu diye çekildi.

 İdeolojik peruk kavramını kazandırmışlardı.

Maalesef peruk taktığı halde çıkarılan bir öğreten hakkında mahkeme peruk taktığına göre kılık kıyafet yönetmeliğine uymada samimi değildir diye verilen cezayı hukuk uygun buldu. Kadınlar bu anlamda çok zorlandı. Sonuçta sakal gibi değil, dini bir yükümlülük. Sadece benim 28 Şubat sürecinde 95 tane ceza  dosyam vardı. Bunların bir kısmı 10 senelik 15 senelik öğretmendi.  10 sene hukuka uygun çalıştıkları kabul edildi. Ama 28 şubat sürecinde başlarını açmadıkları için hem çıkardılar, görevden uzaklaştırdılar, diğer cezaları aldılar, bir sürü farklı farklı okullara atıldılar, bir de adi suçlu gibi gidip hâkim karşısında ifade verdiler

Aynı dönemde sakallı olduğu için disiplin soruşturması geçiren imamlar da vardı ama onlar sakallarını kestiler, işlerine devam ettiler.  Elbette pek çok erkekte mağdur oldu ancak hayatlarına devam etmesi daha kolay oldu. Mağdur olan erkeklerin çok büyük bir kısmı o dönemde atılan, soruşturma geçirenlerin çok büyük bir kısmı da eşleri yüzünden yaşadılar. Yaşzedeler eşleri başörtülü olduğu için atıldılar ya da bazı görevlere alınmayan kaymakamlar, hâkimler oldu. O dönemde onlar için önceden yapılan güvenlik kovuşturmalar vardı onları yaşadıkları zaman mesela müfettişler gelirlerdi evlerini ziyaret ederlerdi diyelim ki eşi orada yok düğün fotoğraflarına bakmak isterlerdi. Erkekler da çok mağdur oldu ancak saya baktığımızdadaha çok kendilerinin yaptıkları davranışlar değil, eşlerinin davranışları nedeniyle mağdur edildi. Tabi  13 sene boyunca 28 şubatın etkilediği milyonlarca insan arasında erkekler etkilendi. Sermaye bu Kobilerden bazı erkeklere kadar ama onların sayısı azdır. O ciddi anlamda elle tutulacak kadardır. Ama mağduriyet yaşattığı kadınları düşününce yüz binleri aşar.Başörtüsü yasağı getirdiğinizde orayı başörtülülerden arındırılmış bölge ilan ettiğinizde çok rahat bir şekilde mesajınızı vermiş oluyorsunuz. O insanlara göre ki onlar bazı derneklere ait lokallerde bile başörtülü kadınları almıyorlardı. Çay bahçesine alınmayan başörtülü kadınlar vardı. Sonuçta bu erkeklere yaşatılmadı.

28 Şubat platformu var biliyorsunuz belki müvekkiliniz olan öğretmenler vardı. Bir grup öğretmen hala hakkını alamadı. Onlar hakkında hiçbir şey yapılamayacak mı?

Pek çok platform halen süren pek çok çalışma mevcut. Başörtüsü yasağı dediğim gibi çok uzun bir süre sürdü. Çevik Bir'in deyimiyle “bin yıl sürecek” demişti ama yine bir 13 sene sürdü. Sadece üniversitelerde on üç sene boyunca üniversitelerde bulunan kadınları bile düşünsek değişik şekillerdemağdur ettiği çok ciddi bir kitle var. Şu an bizim yaşadığımız en büyük sıkıntı burada. Zaman içinde yazılı olarak mağduriyeti tespit edilenlere karşı telafi, edici bazı düzenlemeler gerçekleşti. O dönem mesela başörtülü öğretmenleri hukuksuz şekilde devlet memurluğundan çıkarttılar hukuksuz diyorum çünki o dönem bunun cezası uyarma disiplin cezasıydı, 28 şubat öncesi aylıktan kesme disiplin cezalarını iptal eden pek çok mahkeme kararı vardı. Başörtüsü nedeniyle çıkarma cezası veremezsiniz. Türk hukukunda o zamanda suçtu şimdi de suç. Dolayısıyla hukuki düzen sağlandığında, çıkarma cezası alan öğretmenler geri geldi.  Bunların sayıları belli hangi madde uyarınca disiplin cezası aldıkları tespiti mümkün. Buna ilişkin yasalar çıkartıldı onlar bir şekilde mağduriyeti giderildi. Arada çalışmadıkları dönemlerle ilgili, emekli sandığıyla ilgili düzenlemeler yapıldı.  Ara dönem çalışan ama istifa etmek zorunda kalan öğretmenlerdi vardı çok fazla , onların geri dönmeleriyle ilgili çalışmalar yapıldı. Sınava girmiş atanmış ama bir gün bile çalışamamış, sonuçta başörtüsü yasağı sebebiyle çalıştırılmamış insanlar vardı bunların geri dönmesi mümkün oldu çünki ellerinde yazılı evrak var, ya da üniversite öğrencisi olup yasak nedeniyle devam edemeyenler vardı af yasası çıktı onlar geri döndü. Genel af çıktı. Aynı şekilde o dönem mezun olup memuriyet sınavına girecekler vardı memuriyet yaşı artık geçtiği için giremeyenler vardı o yüzden memuriyet yaşı ilerledi. Genel düzenlemeler oldu. Aynı şekilde kayıtları mevcut olan yaş zedeler vardı onlar için yasa çıktı. Çok farklı mağduriyet alanları var bunlarla ilgili değişik zamanlarda değişik yasalar çıktı. Tümden sorunlarınınkaldırılması mümkün olmadı elbet ancak yakın bir zamana kadar hayal dahi edilemeyecek bir kısım mağduriyetler azaltıldı.  Ancak bir kısım var ki mağduriyetler halen  devam ediyor, bunlar 98-99 mezun olanlar ya da 28 şubat yüzünden o dönme mezun olmayanlar. Şimdi yasak sonrası 2010 sonrası okula başlayıp 2013-2014'de mezun oldular. Şu an da onların KPSS'ye girip kendinden 15 yaş küçüklerle aynı sınavda yarışması mağduriyetlere yol açıyor.

O dönemde AHİM'e çokça başvurdunuz çokça dosyalar götürdünüz. Uluslararası normları oluşturan o mekanizmaların adil, hukuk çerçevesi içinde davrandığını düşünüyor musunuz?                               

Bir iki hafta önce uluslar arası bir toplantıdaydım kadınlarla ilgili. Orada AHİM'de staj yapan bir akademisyen vardı. Dedim ki Türkiye'de diyelim ki bir dava 8 sene sürse AHİM adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir, çünkü yargılama makul süreden fazla uzun süredir devam ediyorder. Ama siz AHİM'e müracaat ettiğiniz zaman AHİM yaklaşık 7-8 sene de karar veriyor. Yani Türkiye iç hukukunda böyle bir şey yapsa adil yargılanma hakkı ihlal ediliyordur dediği başvuru da kendisi zaten 8 senede veriyor. AHİM'in böyle kendi içinde bir çıkmazı var. AHİM özellikle başörtüsüyle ilgili Leyla Şahin kararı yüzünden çok fazla eleştirildi hem Avrupa'da hem Amerika'da. Çünkü söyledikleriyle yaptıkları bir değildi. Söylediklerinde de ne diyor “ ben insan hakları mekanizması oluşturacağım ve bu mekanizma her yerde işliyor olacak.”  Yani herkese eğitim hakkı varsa herkese eşit alanda bu hakkı tanıyacağım. Ama Leyla Şahin davası için “başörtülü öğrencilerin derse girmesi konusu devletin takdirindedir ben karışmam.”  Uluslar arası bir insan hakları mekanizması görevini ifa etmedi. O yüzden eleştirildi zaten hatta bana göre AHİM kendi öz eleştirisini yaptı. Sonra mesela Merve Kavakçı'nın davası olumlu geldi. Sonra yine başörtülü memurların farklı sebeplerle yaptığı bireysel başvuruları kabul etti.  Ben bu gün olsa  aynı kararı vereceğine düşünmüyorum, karardaki bahanelerin gerçek dışılığı çok net zira

28 Şubat bin yıl sürmedi ama bu dönemde bin yıl sürmeyecek. Şunu diyebiliyor muyuz bu ülkeye artık 28 Şubatlar gelmez. Artık bu ülkede kimse bu zihniyete prim vermez diyebiliyor musunuz, güvenebiliyor musunuz?

 Ben üniversiteden mezun olduğumda birisi gelseydi gün gelecek sen bu kapıdan içeri giremeyeceksin, beni bıraktım annen üniversitenin dışarıdaki botanik bahçesine giremeyecek deseydi inanmazdım. Ancak bu senelerce yaşandı. Hatta yasak ilk başladığında İstanbul üniversitesi bir mezuniyet törenini Veli Efendide yaptı İstanbul Üniversitesi öğrencilere dışarıda Veli Efendide başları açık geleceklerine dair tutanak imzalattılar.

Veli Efendide olmasına rağmen

Evet. Çünkü ayrımcılığa başlarsanız bunun sınırı olmaz. Beyazıt kampüsünde öğrenci harçlarının yatırıldığı bir banka vardır.  28 Şubat davasının şikâyetçilerinden biri mahkemede harç yatırmaya gittiğinde bankadaki memurun başını aç dediğini anlatmıştı. Benim zamanımda bu tahayyül edilemezdi.  Akla hayale gelmezdi. Bu gün edilemez. Ancak yaşandı. Dolayısıyla bugün her şey rahat, sakin mümkün olmaz dememek lazım.

Ama her konuda böyle sadece başörtüsü yasağı ya da din özgürlüğüyle ilgili değil her konuda bir özgürlük varsa onu sahiplenmek ve başkalarının ihlal etmesini engellemek lazım.  Engelleyecek mekanizmalar oluşturulması lazım. O yüzden anayasa değişikliği önemli, sadece başörtüsü için değil herkesin haklarını özgürlüklerini kısıtlanmasının önüne geçmek için.

Sizce toplum o dönemde yeterli refleksi verdi mi?

 Başörtüsü yasağı çok yaygın ve çok uzun süren bir yasaktı. Dolayısıyla herkes tarafından bir şey 40 kere söylendiğinde insanlar inanıyor. O kadar çok sık tekrar edildi ki başörtüsü yasağı normal olduğuna insanlar ciddi ciddi inananlar oldu. Bizim şanssızlığımız  az sayıdaki bu insanlarının karar mekanizmasında insanlar olmasıydı.  Mesela Londra'ya gittik bir toplantı için herhalde benim 5.sınıfta Tıp bırakan öğrencilerimden bir tanesiyle beraber, yurt dışında devam ediyor orada ev arkadaşı var. Ev arkadaşı beni görünce dedi ki ben ev arkadaşımla tanışmadan önce başörtülü bir memur görsem hemen fotoğrafını çekip, ilgililere ihbar ederdim. İşte ne zamanki onunla tanıştım bu önyargılarım kırıldı. Türkiye'de böyle bir damar var. Ben başörtülü birini görünce fotoğrafını çekip ihbar edeyim diyen bir damar var. Bu damar neden? Senelerce bu insanları böyle kandırmışlar. TÜSES ‘in 2000 li yıllarda bir araştırması vardır, okula girsinler mi sorusuna cevap yüzde 70 lerdedir memur olsunlar mıyüzde 65 larda, hastaneye gitsinler mi de yüzde 90 markette yüzde 95 yani markete başörtülü kadın görmeyeyim diyen bir damar vardı maalesef , ben şu an bunun olacağını düşünmüyorum ama yasak döneminde buna  inanıyorlardı. Başörtüsü yasağı gelince Türkiye'de irtica olur, başörtüsü yasağı gelirse başı açık kadınlar zorlaörttürülürler.  Bunu tekrar ede ede insanlar buna inandılar ve dolayısıyla bu yasağın uygulayıcıları oldu. O algı o kadar yoğun bir şekildeydi ki insanlarda bunu kabullenmişti.

Ben bir ara ceza yasası üzerinde çalıştım. Kadına karşı cinsel saldırı suçlarında vs o yüzden kadından sorumlu devlet bakanlığı KSGM' ye çok gidiyordum. Birinden çıktım ve kadının bir tanesi dedi ki ya siz başörtülü içeri girebiliyor musunuz? Birinde de bir adam dedi ki içerde işim vardı, kızımı arabada bıraktım. Şaka gibiydi ama farklı zamanlarda ikisini de yaşadım. Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin kadından sorumlu en önemli iki etkin kurumu var biri kadın statüsü genel müdürlüğü, biri o zaman kadından sorumlu devlet bakanlığıydı. İnsanlar içselleştirmişler kendi kafasında a başörtülü biri içeri girebiliyor mu?

Yeter artık 28 Şubat yaşandı bitti artık üzerinde durmayalım diye de bir düşünce var siz ne düşünüyorsunuz?

Biz 28 Şubattan ders alalım, bu bir daha tekrarlanmasın, başkası da başkalarının hakkını ihlal etmesin diye bunu örnekliyorsak bunun anlatılması ve konuşulması lazım. Konuşmadığımız zaman unutuluyor, unuttuğunuz zaman tekrar yaşarsınız. Ben o yüzden ilk başta örnek verdim. Üniversiteye gidiyorsunuz öğrenci kalkıp size diyor ki ya sadece kadın olduğunuz için mi sorun yaşadınız, başörtülü olduğunuz yaşadığınız sıkıntılar hayalinde dahi yok. O hiç karşılaşmamış ve karşılaşmadığı bir şeyi bilmiyorsa bunun için mücadele etmez, bunun için yanındaki insanın canı yandığında onun içinde mücadele etmez. Burada yapılan şey 28 Şubatı bir mağduriyet alanı haline dönüştürmek değil,  28 Şubat bir mücadele alanıydı aynı zamanda. O dönemdeki mücadeleleri anlatıp bir başkasına yapılamasını engellemek. Bu kolay bir şey değil ki 28 Şubat sürecinde binlerce insan okuldan atıldı ama binlerce insana ben okuldan atıldım evime döndüm demedi ki. Ne yaptı? Hukuksuz başkalarının haklarını kısıtlayan hiçbir şey yapmadı, dilekçeler yazdı, davalar açtı, AHİM'e gitti, BM'ye kadar gitmediğimiz yer kalmadı. Kendilerine farklı alanlarda yer açtılar. Burada okuyamadılar yurt dışına gittiler, burs aldılar. Bundan kendilerine ders çıkardılar. Şu anda yapmamız gereken şey de bundan ders çıkartıp tekrarlanması engellemek.

Bugün Meclistesiniz ve aday gösterildiğinizde gazeteci Yıldıray  Oğur'un  “İlahi adalet denip şükür sebebi olacak adaylıklar var. Nur Serter CHP'de liste dışı kalırken, onun ikna odalarının mağduru Fatma Benli, Leyla Şahin Meclise giriyor,”  diye ifade etti.  Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben bunu çok kişiselleştirmiyorum.  O olmuş olmamış başka insanlar bizi ilgilendirmiyor. Bu bir ödeşme aracı değil. Biz zaten şu ana kadar hayatın farklı alanlarında farklı mücadelelerin içinde olduk. Rabbim bizi değişik şekillerde imtihan etti biz de o imtihanın içersinde bir mücadelenin içinde bulunduk. Mecliste başka bir görev. Ben o yüzden bu çok bir şeyin karşılığı gibi görmüyorum. Ama Türkiye İnsan Hakları Kurumuna atandığımda bunu hissettim. Bu kuruma atandığımda daha alt birimlere ilçelere,il başkanlıklarına bir sürü dilekçe yazdım ama Rabbim nasip etti. Türkiye'de en çatı iki kurum var zaten biri Kamu Denetçiliği biri İnsan Hakları Kurumu oraya atanıyorsunuz.

Kayıp ya da kazancın zahir ve batın olanına bakıyorsunuz.

Öyle gerçekten. Bizi tamam duruşmalara almadılar. Belki duruşmalara alsalardı para kazanan normal avukatlar olacaktık. Kalkıp da Türkiye de yurtdışında insan hakları üzerinde çalışan birisi olmayacaktık.

Merve Kavakçı'nın mecliste yaşadığı linç hepimiz için gerçekten hafızalarımıza kazanmış bir olay. Meclise ilk girdiğinizde o görüntü canlandı mı gözünüzde. Ya işte kıyamet kopmuyormuş biz girince dediniz mi?

Benim için kendimin orada olmamdan ziyade Ravza Kavakçı'nın, Merve Ablanın başörtüsüyle orada olması çok daha önemliydi. Biz yemin ederken yasağı senelerdir savunan bir insanın karşımızda geçici meclis başkanı olması, ve en genç katibemiz başörtülü bir milletvekilinin aynı kürsüde bulunması bana göre Rabbimin çok büyük lutfuydu. Bu biraz siyaseti benim Mecliste olmayı farklı tanımamla alakalı. Şu ana kadar değişik zamanlarda değişik yerlerde görevlerde bulundum, şimdi de şu ana kadar yaptığım görevlerin bir başka şeklini ifa etmeye çalışıyorum. Bir gün bir yerdesinizdir bir gün başka yerde görev yaparsınız ve size düşen o görevi en iyi şekilde layıkıyla yerine getirmektir.

Bizlerin yemin etmesi Merve Kavakçı'yımeclisten çıkarmalarının ve Türkiye'nin 16 senesini kaybettirmelerinin bir göstergesiydi sadece , biz yemin ettik ve meclis yıkılmadı rejim değişmedi, arada dönemde mağdruriyteler yaşandı sadece

Büyük bir zaman kaybıydı

 Korkunç. Çok uzun sürdü ancak eninde sonunda bitecek bir süreçti, 2008de anayasaya Ak Parti başörtüsü yasağını kaldırmak için anayasa var olan eğim hakkı ve eşitlikle ilgili düzenlemeleri tekrarladı, değişen maddeler başka hükümlerde aynı şekilde yer alıyordu zaten, ancak o dönemin yasağın en uç düzeyde savunucusu Anayasa mahkemesi iptal etti. O zaman dedim ki ne yapalım bütün başörtülüleri toplayalım uzay gemisine uzaya mı göndereceksin. Konya ovasına getirip yakacak mısın? Sonuçta Türkiye'de başörtülü bir kadın gerçeği var ve bu kadınlar illa eğitim görmek, çalışmak istiyor. Hayatın değişik yerlerinde karşılarındalar yani sen 13 sene başörtüsü yasağı uyguladın diye bu kadınlar başlarını açmayacaklar ki  vakıada açmadılar. Başka yere de gitmediler olan tüm Türkiye'ye oldu.

Bu toplumun gerçeği

Bir şey yapamazsınız, ortadan kaldıramazsınız.  Bu sadece birilerinin suya karşı mücadelesiydi. Bunun için bize zarar verdiler, bizi mağdur ettiler doğru. Başörtülü birçok insan okuyamadı çalışamadı eziyet gördü vs ama bu devam eden bir şey değildi ve hayatın olağan akışına aykırıydı. Şu an bizim mecliste yaşadığımız şey olağanlaşma. Bu bir süreçti. Bize sıkıntı yaşatıldı ve buna inanıyorlardı. Zihin körlüğü vardı şu an biz normalleştiğimiz için bunun ne kadar absürt olduğunu sadece biz değil o dönem yasağı savunanlarda görüyor.

Akil insanlar heyetinde bulundunuz. Çok güzel bir çözüm süreci geçiyordu. O dönemde bilmiyorum ne düşünüyordunuz o gidişat hakkında ama şu an süreç durdu. Çatışma başladı ve çözüm sürecini yanlış bulunlar var.

Çözüm sürecinin iyi niyetlerle yapılmış doğru bir girişimiçözüm süreci yapılmasaydı şu an PKK'LI teröristlerin arkasında halk da olurdu.

Yol alındı mı bu manada?

Çözüm sürecinde devlet iyi niyetini gösterdi.  Devlet daha önce yapılmış hatalar varsa dedi ben o hataları tekrar yapmak istemiyorum. Tümden inkâr etme, tümden insanları mağdur etme, tümden asimile etme böyle bir derdim yok dedi ben insanların herkesin eşit olarak yaşamasını istiyorum ve buna ilişkin de çalışmalar yapıyorum dedi. Ki, farkındaysanız çözüm sürecinin de nihai hedefi buydu. Gerçi bu söylem bugün istismar ediliyor ama aslında çok önemli. Bölgedeki insanlar devletin kendisine önyargılı bakmadığını görmüş oldu.

Çözüm sürecinde tek şart vardı o da PKK'lıların silah bırakıp yurtdışına çıkmasıydı. Aslında çözüm sürecinin ilk başlangıcındabu gerçekleşti. Ancak hemen iki ay sonraGezi olayları başladığındageri çıkma durdu. Belki Gezi olaylarında sivil kaygılarla hareket eden kandırılanda bir gençlik vardı ama sonuçta gezi bir manipülasyon haline dönüştü ve hükümeti devirme ve bir darbe kalkışması haline geldi. Gezide toplanan insanlar PKK'lılara şunu verdi: Hükümet o kadar da güçlü değilmiş ki. Ben niye silah bırakıyorum. Bunu yavaşlattılar. Sonra aralık darbesi oldu. Ne yaptılar biz hükümeti devirebiliriz. Farklı farklı sebepleri kullandılar. Gezi ve 17-25 Aralık darbesinden sonra çıkarması gereken o PKK'lı teröristleri ülke dışına çıkarmadı. Ne zaman ki Suriye tamamen çatışma haline dönüştü ve Suriye'de Kürt kantonları oluşmaya başladı o zaman PKK ülke dışındaki şartların kendi lehine olduğunu düşündü. İslam'a en büyük zararı veren korkunç bir örgüt DAEŞ kuruldu ve DAEŞ'le mücadele ediyorum diye PKK'nın kolu PYD Avrupa'da cici çocuk oldu ve silahlar verildi. Dolayısıyla PKK'nın çözüm sürecine ihtiyacı kalmadı. Çünkü özellikle Türkiye dışında Suriye'de oluşan şartlar onların tamamen menfaatineydi.

Peki tam burada çözüm sürecinde tek muhatap olarak PKK'nın siyasi bileşenleri almak üzerinden özeleştiri yapıyor mu hükümet?

Şimdi farkındaysanız şu an diyor ki PKK benim muhatabım değil. Bölgedeki kanaat önderleri. Ama o dönemdeki ulaşılabilecek kişiler çok fazla değildi. Amaçlanan silahlı unsurların Türkiye dışına çıkması. O yüzden ne yapıyorsunuz silahlı unsurlara diyorsunuz ki senin ülke dışına çıkman lazım. Diğeriyle zaten sizin sorununuz yok. Bizim sıkıntımız onların Türkiye'yi zayıf görmesinden kaynaklandı çünkü gezi, 17-25 Aralık Darbesi, Suriye'de kantonların oluşmasıyla dedi ki benim Türkiye'ye ve çözüm sürecine ihtiyacım yok. Ne zaman Türkiye'yi zayıf gördüler işte Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kurulamadı, koalisyon görüşmeleri başladı, onlar içinde şartlar oluştu. Farkındaysanız Haziran seçimleri oldu hemen 11 Temmuz'da Cemal Bayık çözüm süreci bitmiştir çünkü siz askeri baraj yapıyorsunuz, barajlarda çalışan işçiler gerillanın hedefidir dedi. 12 Temmuzda da başka bir eş başkanlar BeseHozat devrimci halk savaşına çağırdı. Ondan sonra Suruç'ta patlama gerçekleşti. Evinde uyurken iki polisimizi öldürdüler. Onlar Türkiye'nin zaten zayıfladığı, koalisyon görüşmeleri var ve karşılık vermeyeceğini düşündüler.  Ben de bunda yararlanırım diye düşündüler. Türkiye buna müsaade etmedi çünkü siz buna müsaade ettiğiniz zaman daha sonra yapılacakları da kabul etmiş olursunuz. Türkiye ne yaptı orada? Hem IŞİD, hem PKK, hem DHKP-C'ye karşı mücadele etti. PKK'ya dedi ki orada ben hiç kimseye devlete karşı güç kullanmasına müsaade etmem.

Bu mevcut yapıya rağmen halk desteğiyle çözüm sürecindeki huzur yeniden gelir mi?

PKK halkı arkasına almaya çalışıyor. Provokeleri, yalanları, habire devrim halk savaşına çağırmaları bundan. Belki çözüm süreci olmasaydı halkı arkasına alabilirdi çünkü algıyı çok iyi yönetiyorlar. Propagandayı çok iyi yapıyorlar ve insanları farklı şeylere inandırabiliyorlar. Çözüm sürecinde insanlar o rahatlığı gördüğü için peşlerinde değil farkındaysanız. Onların yanında olanlar sadece gençler, gençleri kandırıyorlar. 15-26 yaşında çocuğun eline kaleşnikof veriyor, bubi tuzakları kurduruyor, çukur kazdırıyor zaten dağdakileri indirdiler şehre, şehirdekileri tarumar ettiler, mahvettiler. O insanlarda o karda kışta ayrılmak zorunda kaldı.

Düşünün şu an zeytinburnundayız,  Zeytinburnu'nda yaşıyorsunuz, bir sabah uyanıyorsunuz evinizin önünde yüzü kapalı gençler ellerinde kalaşnikof, sokağın başına çukur kazmışlar, polis gelmesin diye yani ambulans itfaiye araç ta gidemez, bir de bomba koymuşlar, bubi tuzakları var. Ne yapacaksınız? İlk yaptığınız şey polisi aramak olma mı?. Bu kabullenilebilecek bir şey değil. Kendi kafalarına göre özyönetim ilan ettikleri yerdeki halk toplandı kendi arasında karar alıp özyönetim mi istiyorum dedi. Değil, Sadece gençlerin eline o silahları verdiler ve çok rahat bir şekilde biz bunları kullanacağız dediler. Aslında Türkiye'nin güçlü bir ülke olarak karşılık vermesiyle biliyorsunuz Kandil'de dağlarda ciddi anlamda zayiat verdiler.  Onu şehre çekmeye çalışıyorlar ama şehre çekmeye çalıştıkları zaman normal halk bunu kabul etmiyor. Kandırdıkları gençler var ama bunu da engelleyeceğiz. Şu an terörle mücadeleyi yapmak zorundayız. Hiç kimse kalkıp da ben mahallenin ortasına çukur kazacağım, onu bombalarla bubi tuzaklarıyla bezeyeceğim, ambulansın doktorun yada polisin gelmesini engelleyeceğim diyemez. Devlet bunu yapacak ama devlet bunu yaparken bir taraftan da sizin dediğiniz gibi bölge halkıyla beraber çalışıp onlara şu an yaşadıkları mağduriyeti giderecek çalışmalar gerçekleştirecek. Ben teröristle mücadele ediyorum deyip halkı orada kendi haline bırakmayacak. Geçen hafta başbakanımız toplu olarak gittiği Mardin de halkın PKK nedeniyle uğradığı mağduriyetin giderilmesi içinde çalışmalar yapılacak. Bizim teröristle mücadele ederken orada teröristler yüzünden mağdur olan insanları da göz ardı etmememiz lazım. Onun için ek bir çalışma yapılıyor.

Peki Batı'daki algı aynı 28 Şubat algısının oluşturulması gibi özellikle sosyal medya üzerinden yoğun bir algı var. Bununla mücadele de çok zor tabi.

 O kadar zor ki o. Örneğin Meclis kürsüsünde size kocaman bir fotoğraf gösteriyor. Bir hastane yanında da zırhlı araç var. Hastanenin yanında zırhlı aracın ne işi var diyor.  Çok güzel olayları çarptırabiliyorlar. Ama ben biliyorum o hastaneye altı kere roket atarlı saldırı düzenlendi.Altı kere roket atarla saldırı düzenlediğiniz bir hastaneyi hastayı çalışanları devlet korunmasında ne yapsın. Siz kaç tane ambulans şoförü öldürdünüz kaç tane ambulansa roket atar attınız, yaralıların bulunduğu yerden ateş açıyorsunuz. 9 ambulansımıza ve  3 tane aile sağlık merkezine farklı zamanlarda silahlı saldırı düzenlediler, Şırnak devlet hastanesine 3 farklı zamanda roketatarlı saldırı düzenlenmiştir. Hakkari Şemdinli hastanesine bombalı saldırı yaptılar, Saldırılar nedeniyle Türkiye de zırhlı ambulans kavramı gündemimize girmiştir. Zira roketatarlı saldırı düzenlediklerinde ya da bubi tuzaklı bombalar nedeniyle ambulans gidememektedir. Buna rağmen olayları ters yüz ediyorlar bununla mücadele edeceğiz. Terörle mücadele edeceğiz ama terörle mücadele ederken oradaki sivil halka da zarar gelmemesi için de itinalı çaba gösteriliyor. Bu da zaman alıyor.

 

Haber Ara