Dolar

32,5351

Euro

34,9230

Altın

2.426,57

Bist

9.722,09

Ürperiyorum, ürküyorum, hayıflanıyorum...

9 Yıl Önce Güncellendi

2016-02-22 18:44:21

Ürperiyorum, ürküyorum, hayıflanıyorum...

ÜRPERİYORUM, ÜRKÜYORUM,HAYIFLANIYORUM…

Kâzım SAĞLAM

İnsanlık adına ürperiyorum…

Müslümanlar adına ürküyorum…

Ülkem adına hayıflanıyorum…

Olup bitenleri salim kafayla değerlendirmek istediğim andan itibaren beynim uyuşuyor, terliyorum, dengem bozuluyor…

İnsanlık Adına Ürperiyorum

Dünyamız felakete doğru sürükleniyor, yeryüzü zulümle dolmaya başladı, zulüm ve karanlık gittikçe aydınlık kalan noktaları da kaplamaya başladı. Bu karanlık, sadece sosyal alanda değil bizi/insanlığı ilgilendiren tüm alanları kaplamaya başladı.

Beniâdem olarak tabiatı tahrip ediyoruz. Denizleri dolduruyor, üzerine park alanları, hava limanları inşa ediyoruz, sahil yolları açıyoruz, mitinglerimizi daha düzgün ve görünür kılmak için de kullanıyoruz hatta “Ramazan şenliklerimizi” orada icra ediyoruz. Kirli ve pis sularımızı denize akıtıp onu da kirletiyoruz, balıklarını pis atıklarımızla zehirliyor, dinamitlerle, trol ağlarıyla nesillerini tüketiyor, onların yerine ne olduğu tam bilinemeyen balık türlerini üretiyoruz. Sahillerine koca koca beton binalar dikiyoruz ve orada eğleniyoruz. Fabrikalardan çıkan kimyasal atıklarımızı oraya akıtıyoruz, sonra orada koli basili var diye denize bahane buluyoruz. Bu sefer uzak yerlere, temiz kalmış deniz kenarlarına gidiyoruz, orayı berbat edip bırakıyoruz. Böyle giderse temiz deniz bırakmayacağız yeryüzünde.

Havayı kirletiyoruz, ozon tabakasını deliyoruz, nefes alacak tüm kapıları kapatıyoruz.Geçici haz için ormanları kesiyoruz, yollar açıyoruz, ovaları yerleşim yerleri yapıyoruz. Uçak, araba vb. fabrikalar kurarak bacalarından havaya zehir yayıyoruz, sonra da bundan kurtulmak için maskeler icat ediyoruz. Çokça benzin yakıyoruz, arabalardan çıkan gazlarla kirlettiğimiz alanları suni/yapay aletlerle nefes almaya çalışıyoruz.

Biz insanlar birbirlerini alt etmek için, silah üretme ve kullanma yarışına girdik. Yeni ve kullanılınca nasıl bir netice doğuracağı belli olmayan silahlar icat edildi, daha da edilecek. Zararlı börtü böcek için kullanılan zehirleri insan birbiri için kullanmaya başladı. Fareler, karıncalar, yılan ve çıyanlar için kullanılan zehirlerin katbekat fevkinde zehirli gazlar icat ettik ve zehirleri bizden olan insanlara, insanlık ailemizin fertlerine karşı kullanmaya başladık. Bunu yapmayın denilince “Onlar insanlık için zararlı ve tehlikelidir.” diye cevap veriyorlar.

Dünyadaki silah yarışı hızımızı kesmedi, uzaya çıktık, oralarda yerler edindik,uzayı parselledik ve oraya silahlarımızı yerleştirmeye başladık. Oraya hâkim olanlar oradan bize yer kiraladılar ve dediler ki yarıştan geri kalmamak için sen de bir yer kirala, göremediğimiz, bilmediğimiz, ne olduğunu anlamadığımız yerlere dünyanın parasını ödeyerek kiraladık ve onunla hava attık.

Savaşlarda ölmeyelim diye insansız hava araçlarını icat ettik. Onlara şurayı vur, burayı vur dedik, onlar da vurdular. Bazen yanlışlıkla başka yerleri de vurdular yüzlerce, binlerce adam/insan öldürüldü, eğitim zayiatı diye kayda geçti. Olur, öyle şeyler dediler, nasıl olsa ölenler kutu kutu evlerde yaşayan alttaki insanlar…

Ulu silah sahipleri, dünyanın neresinde iyi sebze meyve varsa –tüm kaliteli şeyleri- kendi ülkelerine getirdiler, iyilerini kendilerine ayırdılar kalan düşük kaliteyi yetişen yerlerdeki kutu kutu evlerde yaşayanlara bıraktılar. Tohumları değiştirdiler, herkes istediği sebze, meyve tahıl ekemez oldu. Kışın ortasında canı taze nar çeken hamile kadın gibi senenin on iki ayın her haftasında, her gününde istediği sebze ve meyveye erişmek için seralar icat ettiler. Meyve, sebzenin tadı tuzu kalmadı, olsun yeni nesil bu yeni meyve ve sebzeye alıştı, eğri büğrü domates, elma sevimsiz.Bak yenisi ne güzel, aynı boy aynı renk aynı tat (!)

Sonra fabrikalar kurdular, elbiseler dikmek için, birkaç çeşit elbise ve kumaş imal ettiler, onlardan birkaç çeşit elbise tipi yaptılar ve dediler ki insanlık adına hepiniz böyle giyineceksiniz. Birileri dedi ki hani bizim biricikliğimiz, zevkimiz, kendimize aitliğimiz?Dediler ki modaya uyun, yoksa medeni olamazsınız!

Bu yüce ve ulu adamlar, bütün dünyayı aynı şekilde idare etmeye başladılar, hepimizi öz insanlıktan(kendine ait olmaktan) çıkar(t)ıp birer dünya insanı hâline getirdiler ve bunun ölçülerini de kendileri koydular. Dediler ki kişi ile devlet, kişi ile kâinat, kişi ile Allah, kişi ile ailesi, kişi ile kendisi arasındaki ilişkiler bir düzene girmeli, eğer insanları serbest bırakırsak ne yapacakları belli olmaz, başka başka alışkanlıklar edinirler. Türlü türlü giyinirler, türlü türlü yemek yerler, türlü türlü binalar yaparlar. O zaman biz ne yapacağız? Mesela, bina yapımı için dediler ki bir standart getirelim, kapının boyu, pencerenin boyu, şekli, içerdeki dolaplar, kullanılan mutfak eşyaları, hep aynı tipte ve aynı ölçüde olsun, kim kapı takmak istiyor sunulan üç beş çeşitten birini beğensin, o kadar! Bu hem daha ucuz hem daha sıhhatli, çünkü çokça imal ediliyor deneniyor, zevk ve beğeni dediğiniz şey eski kafalıların işi. Standart dünya, standart yaşam, standart düşünce, standart din…

Güçlüler bir araya gelerek birlikler kurdular, dünyayı kendi aralarında parsellediler, bir kısmına “hür dünya” dediler diğerine “demir perde” ülkeleri. Türkiye gibi hür dünya (!) tarafında kalanlara dediler ki; iyi ki buradasınız demir perde ülkeleri denilen ülkeler, demir yumrukla idare ediliyorlar, insanî olan ne varsa hepsine karşı ve yasak. İstediğini alıp giyemiyorsun, istediğini alıp yiyemiyorsun, mal mülk edinemiyorsun, sen devletin malısın, devlet sana ne biçiyorsa öyle olmak zorundasın. Namus, henüz olgunlaşmamış insanların anlayışı dediler de dediler, bir kısmı doğru da olsa zamanla bu sayılanlarınhür dünyanın(!) sömürüsünü kuvvetlendirmek için kullanıldığı anlaşıldı.

Demir perde ülkelerine de dediler kibu kapitalist dünya sizi sömürmek için din icat etmiş, sizi uyuşturuyor. Mal mülk diye insanı azdıran bir şeye inandırmış, insanları daima çalıştırıyor. İnsanlar her istediğini yapınca nefisleri kabarıyor, bencilleşiyorlar, egoları artıyor, güçleniyorlar, zayıfları eziyorlar, onun için idare eden ile edilen aynı olmalıdır. Zulüm ve sömürü yok olması için mülkiyet denilen bu azdırıcı metaı yok etmek lazım. Bu da mal mülk devlete ait olacak, öylece sağlanacak. Bunun adına da özgürlükçü demokrasi dediler, ilk özgürlük de Allah'a karşı olmalıdırdediler, çünkü din ve inanç insanı uyuşturuyor ve anamalcıları besler. Kötülüğün kaynağı mülkiyet ve sahiplenmektir, ikisini de kaldırdık mı iş tamam… Tabii bu hemen olacak iş değil, zaman alır, onun için insanları eğiteceğiz, içlerindeki mal mülk isteğini yok edeceğiz ve tüm insanlar kardeş olacak, ortada kavga edecek bir mesele kalmayacak. Ne devlet erki, makam mevki, ne mal mülk edinme, dünyaya cennet gelecek. Bu müstakbel cennete karşı çıkan kapitalist zihniyet insanlık için zararlıdır behemehâl ortadan kaldırılmalıdır. Yoksa diğer insanları da zehirler.

Dünyada iki kutup oluşturup kamplar kurdular, dünyayı ikiye böldüler, kendi aralarında paylaştılar, iktisadi, siyasi, sosyal ve askeri birlikler kurdular, tüm dünyayı iki güçlü devlete mahkûm ettiler (ABD-Rusya). NATO dediler, VARŞOVA dediler, iki tarafı da silahlandırdılar, aralarındaki çatışmayı kendi ülkelerinin dışına çıkararak sürdürdüler. Dünyayı korkutarak kendi etraflarında topladılar. Bu sevimsizleşince dediler ki yumuşayacağız, az silah üreteceğiz, sınırlandırma getireceğiz, gördük ki sınır falan yokmuş sadece bizi uyutmuşlar. Silah üretimini belli ülkelere havale ettiler, onların dışında silah üretenler kontrol altına alındı, lüzum gördüklerinde üretimi durdurdular, buna direnen ülkelere ambargo koydular. Elan etkileyici ve sonuç getirici silahlar gene belli ülkelerin elinde.

Uluslararası kurumlar kurdular ve bunların işleyişini de kendilerine bağladılar. BM'yi beş ülkenin emrine verdiler, T.C. Cumhurbaşkanı “Dünya beşten büyüktür.” dediğinde cezaya çarptırdılar, dökülen kanlara müdahale bu beşin insafına bırakıldı. Onların dışında hareket eden devletler terör listesine alındı, ama onların istekleri doğrultusunda yürüyen devletlere yaptırımı engellediler. Dünyayı çiftlik gibi kullanıyorlar, ama kötü bir işletmeyle, günübirlik kazançları elde etmeye harcıyorlar dünyamızı.

Ey insanlık! Dünyana sahip çık, bu dünya bütün insanlarındır, sadece BEŞLİ ÇETE'nin değil!

Bu arada unutmadan hatırlatayım, iki kutuplu dünyanın maskesi düşmeye başlayınca kutupları ortadan kaldırarak dünyayı tek kutuplu, daha doğrusu kutupsuz, yönsüz, istikametsiz bıraktılar. Şimdi de bize diyorlar ki global dünya tüm insanların ortak değerlerinin hülâsası, tarih boyu tüm insanların ortak tecrübesinin sonucudur, tarihin sonu ancak böyle oluşur, artık ilerleme bitti. Biz bunu kabule hazırlanırken baktık ki başka şeyler söylemeye başladılar. Mendilden tavşan çıkaran sihirbaz gibi takip etmekten bîtab düştük.

Size nasıl yetişeceğiz, sizi nasıl anlayacağız, siz nesiniz, kimsiniz kaç tane yüzünüz var, kaç maske takı(nı)yorsunuz?

Sanayiyi ilerletmek ve işgücünü ucuzlatmak için insanları kutu kutu evlere mecbur ediyorlar, aileleri birbirinden koparıyorlar, sonra da buna nasıl çareler buluruz diye psikoloji, psikiyatri ilimlerini ihdas edip geliştiriyorlar, kutu kutu evlerde gece gündüz çalışan insanlardan bolca paralar alıp çocukların dengeli(!) olması için çabalıyorlar.

İnsanlara ‘Siz özgürsünüz, Allah dâhil hiç kimseye hiçbir güce ihtiyacınız yok, her şeyi istediğiniz gibi yapma kudretindesiniz...' diye telkinde bulunuyorlar. Onlar da buna inanarak hayat sürmek istiyorlar, sonra karşılarına dikilip bunu yapmayın, bu ayıptır, bu günahtır, bu insanlığa sığmaz diyorlar, onlar da dönüp:

“Siz bize böyle öğretmediniz mi, biz, bize öğretilen şekilde yaşarız, had tanımayız, kimsenin hükmünü kabul etmeyiz, ahlâk, insanlık dediğiniz şeyden bize ne, biz kendi hazzımıza ve zevkimize bakarız, buna engel olan ne varsa hepsini yerle yeksan edebilecek güçteyiz.” diyerek meydan okuyorlar.

Aile kurun, ana baba hakkı gözetin denilince, “O da ne?” diyorlar, “O dediğiniz şey artık tarih oldu, aile bağdır, biz her türlü bağdan, kayıttan kurtularak bu seviyeye ulaştık geri mi gideceğiz?” diyorlar.

Böyle bir dünyada yaşamak, insan olarak Müslüman olarak ve her bir insanın biricik olduğuna, her bir beniâdemin eşref-i mahlûkat olduğuna, her insanın kendine ait olduğuna fabrika malı olmadığına inanan olarak ben ürperiyorum.

 

Müslümanlar Adına Ürküyorum

Karanlık ve zulüm yerküreyi kaplayınca insanlığın ilk atası Âdem (a.s.)'den beri süregelen “İslâm”, Hz. Peygamber vasıtasıyla son ve kâmil din olarak insanlığa sunuldu, beniâdemin nerede durması gerektiği de ana hatlarıyla tebliğ edildi. İslâm sadece Kur'ân'a ve Hz. Peygambere inananların meselelerini ihtiva eden, ondan ibaret olan bir anlayış getirmedi, bütün insanların problemlerini gündemine aldı ve insanlığın mihenk taşı oldu, neyin hakikat neyin butlan olduğunu sarahaten beyan etti.Son peygamberin getirdiği kâmil dinin korunması için de yüce Allah tüm ortamı hazırladı ve hakikat bugüne kadar hamdolsun bozulmadan bize kadar dipdiri ve aslî şekliyle geldi. Bunu sağlayan tüm seleflerimize Allah rahmet eylesin.

Sırat-ı müstakim üzere olanlar önceki peygamberlerin izini takip eden muvahhitler mevkiindedirler. Son dine tabi olmak; bozulmamış, saptırılmamış bütün insanların varisliğini yapmak demektir. Bu zaviyeden bakılınca bozulmamış insaniyet ile İslâm aynı manayı ifade eder. Zamanın şartları ve bazı imtihan vesileleri değişmiş, belki o zaman sınırlı olan dindeki bazı uygulamalar da ortadan kaldırılmış ve insanlık için gerekli ne varsa İslâm'ın içine derç edilmiştir. İslâm'ın dışında kalan hiçbir hakikat ve gerçeklik yoktur. Bu sadece inanç açısından böyle değildir, sosyal yapılanmalardan, devlet idaresine, iktisadi işleyişten aile fertleri arasındaki hukuka, tabiat ile insan arasındaki ilişkiden börtü böceğe karşı tutum ve davranışa kadar böyledir.

Kur'ân-ı Kerim Hz. Peygamber dönemine kadar olan insanlık serüvenini -savaş ve barışını- bildirmiş, ana hatlarıyla karanlığın yapı taşlarını bize göstermiştir.Bugün Müslümanlar olarak biz de Asr-ı Saadet'ten bu yana olanları ve elan olmakta olanları masaya yatırarak anlamalı ve ona göre tedbirimizi almalıyız. Bilmeden anlamak, anlamadan tedbir almak mümkün değil, bu zinciri iyi ve düzgün bir şekilde kurup değerlendirmek bugünkü Müslüman'ının vazifesidir.

Din karşıtları, Allah ve insanlık düşmanları, dinin aslını bozmayı denediler, -daha önceki semavi dinleri bozabiliyorlardı, yüce Allah da buna müsaade ediyordu, çünkü insanlığın belli merhalelerden geçmesi gerekiyordu, belli tecrübeleri yaşamaları, bazı şeyleri denemeleri bunun sonucu yanlışlarını keşfetmesi elzemdi- bir sonuç alamayacaklarını anlayınca bu sefer Müslümanlara yöneldiler. Onları sırat-ı müstakimden saptırmaya çalıştılar, yıllar yılı bunun için çaba harcadılar elan da bu çabalar değişik şekillere bürünerek devam ediyor.

İslâm ve insanlık düşmanları, çok yönlü bir karşı çıkış hareketini geliştirdiler. Bir taraftan İslâm'ın cihanşümul tarafını örtmeye, gizlemeye, insanlık ile İslâmlık arasında farklılık varmış düşüncelerini yaymaya çalıştılar, bunun için de insanilik ile Allah arasını bozmak, insanı Allah'a karşı konuşlandırmak ve insanın şeytanî tarafı ile insanlığı eş anlama gelecek şekilde bir anlayış geliştirdiler. Sanki insaniyet ile İslâmlık birbirine zıtmış, insan özgürlüğünü istiyorsa evvela Allah'a karşı bağımsızlığını ilan etmesi gerekirmiş intibaını oluşturdular, nefsaniliği öne çıkararak beynelmilel şeytanî güçlerle iş tuttular ve bunu belli oranda becerebildiler. Bu hususta hem tanrıtanımazlar hem de tahrif edilmiş din mensupları birbirlerini beslediler, yer yer işbirliğine de gittiler, azgın kapitalistlerin de işine geldiği için sermaye de bunlara arka çıktı ve gereken desteği sağladı. Çünkü İslâm geçici hevesler için belli bir zümrenin menfaati için insanlığı feda etmez ve buna meydan vermemesi gereğini vurgular. Bu duruş ve anlayış; anamalcıların, küresel sömürücülerin, hayatı hazdan ibaret sayanların, beynelmilel kurum ve kuruluşların kısacası insanların sırtından geçinen kan emicilerin işine gelmedi, fıtrat bozucuları ve vasat insanlığın dışında kalanlar bir şer cephesi oluşturdular. Bu şeytanî şer cephe insanlığa ve İslâm'a karşı atağa geçti, çok yönlü ve çok programlı bir kampanya yürüttüler, bu karşı çıkış kıyamete kadar devam edecek. Çünkü hak ve hakikat ile batıl ve butlan, karanlık ve nur, rahman ve şeytan daima var olacaklar ve her iki taraf da kendini korumaya çalışacak. Bu mücadele uzun soluklu hatta sonsuzdur, bir yerden sonra biter diye bakmak yenilgiye sebebiyet verir.

İslâm, dünyaya hâkim oluncaİslâm karşıtları Müslümanlar arasına ırkçılık, toprak taparlık ve anlayış farklılıklarını abartarak nifaklar soktular. Ehl-i İslâm'ın bir kısmı da buna uydu. Gücümüz zayıfladı, rüzgârımız kesildi, gayretimiz azaldı ve içimize kapandık, kendimize dar ve iç çalışmayı merkeze koyduk, içe kapanınca bu sefer bunun sonucu olarak farklılıklarımızı zenginlik olmaktan çıkarıp düşmanlık vesilesi kıldık,ötekimiz artık en yakınımız oldu. Bir konuda ihtisas sahibi olmakla bir yere saplanıp kalmayı birbirinden ayıramaz olduk.

İslâm ile Müslümanlar arasına birçok engel girdi/girdirdiler, dini önce kendi etnik kimliklerine payanda yaptılar. İktidarlarını tahkim için nassları yerlerinden koparıp askıda tuttular sonra da yeni anlayışlar ihdas edip dinin aslı budur deyü insanları ikna ettiler. Önce temel değerlere şüphe soktular. Dinin vazgeçilmez olarak sunduğuna, “Mecburiyet yok.” diye bir anlayış geliştirdiler. Akabinde “Mecburi olmayanın yapılması gerekmez.” diye bir adım ileri gittiler. Bir sonraki adım ise “Aslında dinde çok bağlayıcı temeller yok, sadece umumi tavsiyeler var.” dediler, maalesef az da olsa bu da kabul gördü.

İslâm ve insanlık karşıtlarının yaptıkları bunlardan da ibaret değil. Bunları çoğaltmak mümkün ama konumuzla alakalı olarak bu kadarı yeter. Asıl yakıcı taraf ehl-i İslâm'ın yapıp ettikleridir. Suçu dışarıda aramanın kolaycılık olduğunu bilenlerdenim. Asıl mesele, biz Müslümanların ne yaptığı ve nerede durduğudur. Herkesin kendi özeli elbette vardır ve olmalıdır. Her bir fert kendisi olmalı, her bir cemaat kendisi olmalı, her bir ekol kendisi olmalı, her bir devlet(geçici de olsa) kendisi olmalı ama biz bir bütünüz ve adımız Müslüman. Bu ada uygun davranmalıyız, yekdiğerimize yabancı ve öteki gibi bakmamalıyız. Bizi biz kılan toplamımızın yapıp ettikleridir. Birbirimizin tecrübesinden, bilgisinden, zenginliğinden, tekniğinden devlet tecrübesinden yararlanmalıyız. Şu an bu durum içler acısıdır. Herhangi bir Müslüman şahıs başka Müslüman'a iyi gözle bakamıyor, bir cemaat diğer cemaate acaba bunun önünü nasıl kesebilirim veya bunu kullanarak kendime nasıl alan açabilirim yahut bunlar adam yetiştiriyorlar ama insanları heder ediyorlar, bu gençleri bunların elinden kurtaralım, yazık olmasın, diyor. Uluslararası cemaatler birbirini rakip görüyor. Hele halkı Müslüman İslâm coğrafyasının devletçikleri, kendilerini korumak için bir ülkenin batmasını,yok olmasını kâr sayıyorlar. Tüm Müslümanların ancak birlikte bir değer ifade edebileceklerini bilemiyorlar.

Şu an içinde yaşadığımız ülke diğer halkı Müslüman ülkelere göre daha güvenli bir liman gibi. (Ne kadarsa) diğer ülkeler bari Türkiye ayakta kalsın, bize de faydası olur, demeleri gerekirken burayı da karıştırmayı kendi ülkelerinin geleceği için bir kazanç sayıyorlar. Arap ligi, İran, Mısır vs.nin siyaseti birer örnektir. Acaba Türkiye güçlense onlara nasıl bakar, o da meçhul?

Yaklaşık olarak bir milyar altı yüz milyon(Amerika'daki bir kuruluşunun yaptığı araştırmaya göre, dünyadaki Müslüman nüfusu 1,57 milyar.)olan Müslüman nüfus dünya siyasetinde hiçbir yere tekabül etmiyor. Buna çare bulmaya çalışılacağına halkı Müslüman ülkeler birbirlerinin önünü kesiyor. Her bir ülke ayrı ayrı gidip başka güçlere teslim oluyor, bundan rahatsızlık da duyulmuyor, her bir ülkenin de maşallah haklı gerekçeleri de var. Bütün bunları düşününce ürküyorum, tüylerin diken diken oluyor.

Ülkem Adına Hayıflanıyorum

Türkiye büyük bir oyunla karşı karşıya. Oyunun gerçek yüzünü ve niyetini görmememiz için alalamalı bir yöntem izlenmektedir. Beynelmilel güçler ülkeme üşüşmektedirler, leş kargaları gibi her bir ülke bir şeyler peşinde, sanki Türkiye'yi bölmeye karar vermişler de paylaşmada anlaşmazlık çıkmış, o anlaşmazlığı gidermeye çalışıyorlar. İlk görünürde sanki Kürtlük meselesi var, insanî hak olanları isteyen bir PKK ve onun uzantıları var, “dünya”bu hakkı teslim etmek için çabalıyor, Kürtlerin insanî isteklerinde onlara yardımcı oluyor.

Yıllardır desteklenen ırkçı ve din karşıtı Kürtçülük, Türkiye'nin siyaseti sayesinde çözüme doğru giderken birileri devreye girdi ve çözüm engellendi. Bu engelleniş de hükümete daha çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yüklenmeye çalışıldı. PKK tabanına, dış dünyaya da kısmen bu algı yutturuldu.

Sadece PKK ve türevleriyle bu ülkeyi hizaya getirmekten acze düşen “üst akıl”, komşumuz olan Suriye üzerinden saldırıya geçti. Önce PYD öne sürüldü, Suriye rejimi tarafından yok sayılan ve kimlik bile verilmeyen Suriye Kürtleri birden beynelmilel güçlerin ilgi odağı oldu. Yavaş yavaş derlenip toparlandırıldı.APO'ya bağlanıldılar, ardından saldırıya uğratıldılar ve tüm dünya bu mazlum ve gariban(!) halka arka çıktı. Esed rejimi bu sefer bunları müttefik kabul etti. DAEŞ ile mücadele diye bir uluslararası strateji benimsendi. Buna en çok da PYD üzerinden gidilir diye bir kanaat oluşturuldu ve tüm dünya Türkiye'ye karşı mücadele etmeye başlayan bu büyük ve yüce örgüte(!) destek yağdırdı. PYD ile beraber, onlar adına Suriye'de ne kadar muhalif grup varsa hepsi terörist ilan edildi ve PYD'nin önüaçıldı.Elan taze güç ve beynelmilel her türlü işi kabul edebilen PYD, Türkiye'ye saldırıya geçti.

Suriye'de tüm dünya Türkiye'ye karşı birleşti. Biz bunlara alışığız, ne yapabileceklerini de kestirebiliriz. Ama alışık olmadığımız şey kendilerine İslam ülkesi diyen İran'ın vealtmış küsur senedir müttefik diye kabul edilen ABD ve AB gibi ülkelerin Türkiye'ye karşı duruşu ve düşmanca tavrıdır.

İçeride de kendilerine ulusalcı, millici, yurtsever, antiemperyalist diyen tüm legal ve illegal örgütlerin ülke aleyhine harekete geçmesi ve ülkeyi batırmak istercesine var güçleriyle şer ittifakına katılmaları…

Müslüman camiada da sebebi çok açık olmayan bazı nedenlerden ötürü ülkeye bu denli zarar vermeleri…

Tüm bunları izliyor, yaşıyoruz; endişeyle, ibretle müşahede ediyoruz. Bugün ülke, tarihinde olmadığı kadar büyük bir risk ve tehlike altındadır, var olma mücadelesi vermektedir. Ufak kırgınlıklar, stratejik yanlışlar, düşünsel sapmalar, iktisadî, siyasî yanlış hamleler bahane olmaktan çıkmış durumda. Herkes durduğu yere iyice baksın!

Hükümet ve devlet erki olayın vahametini millete anlatsın. Milletle beraber bu girdaptan, bu açmazdan, bu beladan kurtuluş çareleri aransın, bulunsun. “Ben yaptım, siz uyun.” merhalesi geçmiş durumdadır, artık iş başa düşmüştür, iş hükümet işi olmaktan çıkmış devletin bekası hâline gelmiştir. Var oluş hâline gelen mesele, devlet meselesi olmaktan çıkar, millet meselesi, ülke meselesi hâline gelir.

 

Herkese Çağrıda Bulunuyorum

Olmakta olanların normal şeyler olmadığını anlamak gerekir. Herkes, tüm Müslümanlar, vicdanını satmamış bütün insanlar, zulüm şebekesine yaslanmamış tüm kurum ve kuruluşlar tehlikeyi görün ve elinizden ne geliyorsa hemen, bugün, bu an, bu dakika harekete geçin; yangının büyümemesi için gayret gösterin.

Türkiye'nin çökmesi ümmetin çökmesinin ilk adımı olacaktır. Sadece laik rejim çökmez, altında İslâm ümmeti ve Müslümanlar kalır; enkazımızı da beynelmilel güçler keyifle ve haz duyarak kaldırırlar, cihan harbinde olduğu gibi. Bukaldırışı da insanlara insanilik diye takdim ederler. Bu kadar alçaklığa seyirci kalmak Müslümanlara ve insanlığını yitirmemiş vicdan sahiplerine asla yakışmaz.

Allah'tan bana itidalli davranmayı ve adil olmayı nasip etmesini niyaz ediyorum.

Ya Rabb! Beni bana tek başına bırakma!

Beni sensiz koma!

İnsanları zalimlerin insafına mahkûm eyleme!

Katından bize, tüm insanlığa bir yardımcı gönder!

Bize sırat-ı müstakimi müstakim şekilde gösterecek yol göstericiler gönder.

Biliyorum birileri benim bu ruh hâlimi anlayamayacaklar, beni bedbinlikle suçlayacaklar veya kadercilikle, mehdi beklemekle itham edecekler…

Varsın öyle yapsınlar…

Tehlikenin büyüklüğü beni ürkütüyor, ama ümidimi de büsbütün kaybetmiş değilim. Büyük hamleler, büyük zorluklardan sonra gelir. Bu badireyi atlatabilirsek ardında yüce bir ufuk ve büyük bir sıçrayış gelecektir. Buna iman ediyorum, tarih bunun örnekleriyle doludur. İmtihan ediliyoruz, başarıyla imtihanı verirsek vazifemizi hakkıyla ifa edersek yüce Allah, bize ulu bir kapı açacak ve insanlığa yeniden insanlık öğreteceğiz inşallah.

 

 

Haber Ara