DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Hikmet ve İdeoloji olgusu üzerine...

2014-12-11 23:03:18

“Hikmet müminin yitiği ise, ideolojide o yitiği redetmeye yönelik şeytanca bir çaba olmalıdır!”

 

Bundan bir önceki (Din ve varlık anlamında durulan zeminin mahiyeti) başlıklı yazımızda “Müslüman bile olsa seküler ve laik temelli hayat anlayışlarını hakikatin ta kendisi olarak görmeye çalışan insan için ideoloji vurgusu önem arzetmektedir…” demiştik. Bu ifadelerden yola çıkarak yukarıda önemine binaen yer yer yaratıcı-yaratılmış açısından ‘Allah-insan ilişkisine atıfta bulunmuştuk. Ve yaratıcının çerçevesini çizdiği fıtrat, yani yaratılış özelliği açısından gerek Kur’an’da dâhil olmak üzere tarih boyuca süre gelen vahiy ve kesin bir değişmezliği içerenSünnetullah bütünlüğünde insanın hayatını tanzim etmesi gerçeği söz konusu olurdu.

 

Bu şu demektir; insanın dininden, inancından ve algısından kaynaklanan bir dünya görüşü, hayat telakkisi olabilir mi, olamaz mı? Bu sorunun cevabı zaten sorunun içerisinde gizli; eğer bir din ve müntesibinin dünya görüşünü, hayat telakkisini oluşturamıyorsa, ona esaslı bir katkı sunmuyorsa, onun ‘ed-din’ vasfı yok olmuş, ya da hiç olmamış; Yani o din sonuçta Allah tarafından tevdi edilenden farklı vecheye bürünmüş demektir!

 

Hikmetin hikmeti…

 

Bu izahtan sonra en başta şunu belirtelim ki, din kesin bilgiyi içerir. Yani olması gereken yapılar muhkem üzerinden oluşturulur. Ör. İktisadi bağlamda bir görüngü olan zekât olayının kesin bilgi, yani Kur’an’da bildiğimiz üzere mutlak ve tartışmasız bir yeri vardır. (Bkz. Bakara suresi ilk ayetler…) Bu çerçeveden baktığımızda dinin hikmetine mebni olarak, insanlar aynı amaca ters düşmeden düşünceler elde edebilirler. Ki, zaten başta itikad temelli ve fıkhi formlu mezhepler vs. böyle bir şeyin ürünüdür haliyle… Burada esas olan insanın kendi hevasından ziyade, olayın mantığında gyer etmiş olan hikmete mebni olarak düşünce üzere olmak gerekir. Hikmet karşımıza tanımlanan yönüyle şu biçimde çıkabilir ki, bu tanım konumuzu da aydınlatmaktadır;“Hikmet ‘sebep, gizli sebep. Öğüt, felsefe’ gibi derinlikli bir olgudur.

 

Öyleyse ideoloji nedir?

 

Buna bağlı olarak ideoloji ise; “Kendi içinde bütünlüğü olan siyasi, iktisadi, sosyal/içtimai sistem düşüncesine sahiplik bağlamında ‘inanç, fikir ve his bütünü’ olarak çıkar…” O zaman insanlar kendi dünya görüşlerini, hayat telakkilerini ve tasavvurlarını ‘inanç, fikir ve his bütünlüğü’ bağlamında oluşturabilirler. Sadece bir farkla, seküler temelli yapılanmalar istisnasız materyalist/maddeci bir zeminde kaziyede bulunurlar. Zamanla yıpranan parçalarını karşıtları gibi görünen seküler temelli diğer ideolojilerden kotararak bir bütünlük oluşturmaya çalışırlar. Ör. Liberal sol veya demokratik sosyalizm vs… Ama söz konusu olan şey Kur’an temelli bir parçayı oluşturmaksa eğer, vahyin bir bütün oluşu kendi içerisinde çelişmezliği, zaman ve mekân olayını da aşarak –tarihselciliğe inat- evrensel ve çağlar üstü oluşu ve şer’i çerçevede olması gerektiği şeklinde ise var olan bilgininHikmet, müminin yitik malıdır…” hakikatine binaen var olan İslami, Kur’ani damarın yaşatılması, veyahut ta aynı amaca matuf olarak ‘bilginin İslamileştirilmesi’ söz konusu olmalıdır.

 

Bu demektir ki, herkes kendi telakkisi içerisinde kavramlarından yola çıkarak sair dünya görüşünü şekillendirebilirdi.. Ör. İslam çizgisinde bulunan entelektüelerin, atdınların ve âlimlerin tevhidi dünya görüşü ekseninde ‘İslamcılık’ adı altında bilginin belli bir hikmet çerçevesinde ‘islamileştirilmesi’ ameliyesini sürdürdükleri gibi…

 

Burada bir keyfiyete binaen bir kesinlik varsa –ki, vardır- sair çeşitli dünya görüşlerine mensup insanlar, yapılar birbirleriyle ilişki içerisine giremezler miydi? Mutlaka girebilirlerdi! İşin aksi ise, eşyanın tabiatına aykırılıklar içerirdi. Ama burada sadece şöyle bir fark göze çarpardı; Salt insan aklının ürünü olan seküler temelli düşünce biçimleri yer yer din, İslam gibi argümanlara başvurabilirler. Ör. Hikmet Kıvılcımlı’nın meşhur Eyüp Sultan konuşmasında vurguladığı olgu ve Müslüman sol paradoksu vs… İslam’a inanan bir insan, ya da yapılar da sair insanlar ve yapılar gibi bilgiye ihtiyaç hissederler ve uygulardı. Ör. Hz. Ömer(ra) ilk İslam devletini yapılandırırken ‘bilginin İslamileştirilmesi’ ameliyesinden hareketle başta hazine olmak üzere birçok kurumu Kur’an’ın mantığına uygun bir tarzda yeniden yapılandırmıştı.  Ki, sadece ona adalet unsurunu ekleyerek olayı İslamileştirmişti. Yoksa o kurumları İran’dan ve Bizans’tan olduğu gibi alıp, öylece bırakmamıştı! Kısacası,ona İslam inancından yola çıkarak ona bir ruh vermişti ve o ruhun, o şeyi şekillendirdiği çok rahatlıkla söylenebilirdi.

 

Önemli olan bu bilginin kutsal kaynakları ve o kaynakların maddi düzlemde bir izdüşümleri olsun! Eğer böyle ise bizlerin salt beşeri ideolojilere bir ihtiyacımız kalır mıydı? Eğer var ise, bu nitelik açısından mı, yoksa nicelik açısından mı ele alınmalıydı? Bizce, bu nicelik açısından ele alınmalıydı. Şayet, nitelik söz konusu olacaksa hem İslam’ın ve hem de ona, yani İslam’a yamanmak istenen, ya da İslam’ın yamanmasının arzulandığı ideolojiler, ideolojik yapılar bir birleriyle temelden farklı olmaları itibarıyla uyuşmazlardı. Biri ilahi, diğerleri ise beşeriydi sonuçta! Kaldı ki İslami muhayyile vahiyle tenakuz halinde olmayan bir aklı öngörürdü.

 

Konumuza binaen bir örnek vermek gerekirse; İslam’a göre ticaret helal, yasal-meşru/şer’iydi, diğerleri ise, İslam muhayyilesi dışında duran, aynı zamanda da gerçekliği teste muhtaç ve hayatın her alanına yönelik hakikate aykırılıklar içeren bir toplumculuğu vazederlerdi.. Sadece bir örnek vermek gerekirse, İslam’ın helal ve meşru gördüğü ticaret olgusu bile, bu ideolojilerden sosyalizm ve ona bağlı olarak sol tarafından bir eşitsizlik olarak değerlendirilmiştir. Bir kıyaslama yaparsak Allah’ın meşru gördüğü bir olgu sol ideoloji tarafından yasaklanmaktadır. Diğer ideolojilerinde, kendi yanlarından kurguladıkları konuların kahir ekseriyetinin İslam’a ters düştüğünü ve onunla asla uyuşmadığını söyleyebilirdik!

 

O zaman din, yani bizzat İslam’ın kendisi ‘ed-din’ vasfıyla insana kalbi ve akli imkânlar sunmakta, onu düşündürtmekte; başta kendisi olmak üzere çevresine, görünen ve görünmeyen âleme nazar etmesine dikkat çekmekte; varlık âleminin yaratılış hikmetine eğilmesini istenmektedir. Hatta bu isteği, batıl duruma düşmüş sair dinlerinde yaptığını, müntesiplerine salık verdiğini bilmekteyiz.

 

Sadece, böyle bir şeyin, modern insana arız olan ideolojilerin, bağlılarından böyle bir şeyi istemediğini, aksine onları kendisini/kendilerini “bilimsellik” mottosuna bağlı kılarak, onun (haşa) ilahlığına(!) halel getirmeden kabulünü arzulamakta ve varlık âlemiymiş, yok şuymuş, yok buymuş hiçbir angajmana girmeden, ama kendisini de mutlak hakikat yerine koyduracak seküler bir hayat istemektedir.

Görüş Bildir Bizimle Paylaş