DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Küresel intifadaya doğru

2014-07-27 00:34:07
 
 
İntifada – انتفاضة-kelimesi köken olarak Arapça - -نفض (n-f-d) kökünden geliyor. N-F-D mastarı Arapça’da; “sallanmak, sarsmak, sarsılmak, titremek, kurtulmak” gibi anlamlara geliyor.
 
İntifada kelimesi ise; “sıçrayışa geçmek, titreyip kendine gelmek, tasfiye, isyan, başkaldırı” vb. anlamları içeren, bu yönüyle Arapça konuşanlar açısından çağrışımı oldukça zengin bir kelime...
 
Bu kelime ve türevleri Arap dilinde yüzyıllardan beri kullanılmakla birlikte, ilgili kelime bugünkü terim anlamını 1980’lerde başlayan Filistin direnişinin etkisiyle kazanmıştır.
 
Bilindiği üzere 1987’den 1993’deki Oslo antlaşmasına kadar İsrail yönetimi Filistin topraklarında yayılmacı bir politika gütmüştü.
 
Filistinliler, en zaruri haklarını yok sayan bu saldırgan, ablukacı politikaya karşı direnme kararı aldılar ve 1987’de birinci İntifada’yı başlattılar.
 
Birinci İntifada’nın sonunda imzalanan Oslo Antlaşmasıyla “Özerk Filistin Yönetimi”nin varlığı kabul etmiş oldu.
 
İkinci İntifada ise 2000 yılından 2005 yılına kadar sürdü. Bu İntifada süreciyle de, Müslüman bir milletin kendisini esir ve köle etmek isteyen hiçbir egemen güce boyun eğmeyeceği tüm âleme ispat edilmiş oldu.
 
Gerçekte Filistinliler, Kur’an ayetleriyle ve Peygamberin hadisleriyle övülen, Peygamberlerin kutlu hatıralarıyla dolu mukaddes toprakları, Kudüs-ü Şerif’i, Mescid-i Aksa’yı zulümden, günahtan, inançsızlıktan ve nefretten kurtarmaya çalışıyorlardı.
 
Bugün Gazze’de yaşanan sivil katliamı üçüncü İntifada’nın doğmasına sebep oldu. Açıkça görüldü ki, İntifada sadece bir hükümetin zulmüne karşı yerel bir direniş hareketi olmaktan çıkmıştır artık.
 
Yani dünyanın bütün kıtalarında yaşayan Müslümanlar ve vicdan sahibi insanlar, ellerinden geldiğince üçüncü İntifada’ya destek vermeye çalıştılar, çalışıyorlar.
 
Bu İntifada hareketi sadece yerel siyonist güçlere karşı gerçekleştirilen yerel bir ayaklanma değildi.
 
Çünkü, yavaş yavaş anlaşılıyordu ki, Gazze katliamı yerel bir katliam olmaktan öte, kimi Müslüman devletlerin bile menfaat kaygılarıyla desteklediği küresel bir katliamdır.
 
Gazze tüm dünyanın vicdanıdır artık. Bu tertemiz vicdanın  katledilmesi demek; ahlak, şefkat, adalet gibi ulvi kavramların da katledilmesi demek oluyordu gerçekte.
 
Yeryüzünün bu son vicdan kalesi de adaletsiz gücün tahakkümüne bırakılırsa eğer, dünya daha zor, daha vahşi, daha iğrenç, daha yaşanılmaz bir yer olacaktı belli ki.
 
Çünkü her zalim diktatör, gerçekleştireceği zulmün gerekçesini Gazze’de katledilen çocukların sönmüş göz bebeklerinden toplayacaktı artık.
 
Çünkü her zalim tiran, dünyanın Gazze zulmüne karşı duyarsızlığından güç alacak ve böylece ülkesini vicdansızlık zindanına, dahası vahşet kabristanına dönüştürebilecekti özgürce.
 
Evet bugün insanlık, sadece Gazze’de değil, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da ve Arakan gibi görece uzak diyarlarda da büyük bir adalet imtihanı veriyor.
 
Gücün üstünlüğüne dayanan bütün beşeri felsefelerin, günümüzde ise sekülerizmin insanı ve özellikle de Müslüman’ı değersizleştiren zalimce uygulamaları gelecekte gerçekleştirilecek zulümlerin de kapısını aralıyor maalesef.
 
Örneğin Sekülerizmin yakın zamanda, Sisi’nin darbesini ve binlerce insanı katledişini görmezden gelip Mısır’ın geleceğini nasıl gasp ettiğini acı sonuçlarıyla görmedik mi?
 
Ya da seküler zihniyetin Suriye’deki mazlumların feryatlarına nasıl kayıtsız kaldığına veyahut da Gazze’de katledilen 150 çocuğu zerre kadar umursamadığına her gün gibi şahit olmadık mı?
 
Bütün bu körlüğüne rağmen Sekülerizm, Türkiye’de yaprak kımıldasa nasıl da kulak kabartıyor; nasıl da Türkiye’deki meşru iktidara demokrasi dışı yöntemlerle savaş açan bütün grupları “kıymetlimisss” diyerek kucaklıyor?
 
Allah aşkına Gezi’den bugüne değin, küresel arenadaki bütün bu çifte standart uygulamalarını görmedik mi? Türkiye bir yanlışa tokat atsa, “Erdoğan katliam yaptı” yaygaralarını kopartan bu hastalıklı ruhun hezeyanlarıyla aylardır tanışmadık mı?
 
Açık söyleyelim ki bugünün Gazze hapishanesi küresel bir projenin sonucudur. Dünya Müslümanları için öngörülen küresel Guantanamo’nun sınırlarının denendiği bir laboratuardır burası.
 
Evet Sekülerizm, belli ki Myanmar’ından Irak’ına, Suriyesinden Mısır’ına, Balkanlardan Afrikasına, Türkiyesinden Doğu Türkistanına kadar geniş bir alanı Gazzeleştirmek istemektedir.
 
Şu anda görülmektedir ki, bu küresel projeye karşı direnen tek ülke vardır, o da Türkiye. O halde küresel intifadayı başlatabilecek yegane ülke de Türkiye’dir.
 
Dünya Müslümanları, İslam dünyasının kocaman bir seküler hapishaneye dönüştürülmesine seyirci kalamazlar. Çünkü o hapishanenin mahkumu olacaklardır sessiz kalırlarsa.
 
Ahireti, vahyi ve bütün vicdani değerleri yok sayan bu felsefenin bizim için buyurduğu böyle bir istikbal, istikbal değil izmihlaldir eğer düşünürsek.
 
Belediye başkanlarımızdan tutun da Cumhurbaşkanlarımıza kadar bütün yönetim alanlarımıza hükmetmek isteyen Sekülerizm belli ki kendi geleceğinin kaygısına düşmüş, milyonların mutsuzluğu rağmına kendisini kurtarma gayreti içine girmiştir.
 
Küresel sekülerizm işte bu kaygıyla Gezi’de büyük bir risk alarak büyük bir yıpratma hamlesine girişti.
 
İşte bu yüzden kökü dışarıda kimi mihrakları enselerinden kavrayıp, hükümetin başına montaj montaj fırlattılar.
 
İşte bu yüzden güvenilirlik sermayelerinin büyük bir kısmını 30 Mart seçimlerinde oynadıkları kumarda kaybetmeyi göze aldılar.
 
İşte bu yüzden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına; Mısır’daki “sekülerist galibiyeti” hatırlatan dindar bir aday çıkarmaya mecbur kaldılar.
 
Üstelik birbirleriyle yan yana gelmesini bile imkansız bulduğumuz pek çok siyasi düşünceyi, sekülerizm ortak paydası etrafında maharetlice birleştirdiler.
 
Anlaşıldı ki, hangi süs verilirse verilsin, hangi farklılığa sahip olursa olsun bütün o farklı düşünceler sekülerizmden besleniyorlardı gerçekte.
 
Evet seküler ruh direniyor ve direnebildiği kadar da direnecek. Eğer direnmezse, eğer köşe taşlarını kaybederse, eğer dizginleri elinden kaçırırsa suç üstü yakalanacağından korkuyor çünkü.
 
Çünkü küresel adaletsizliğin izlerini takip ettiğimizde karşımıza ondan başkası çıkmıyor. Bütün beşeri izmler ve bu izmlerin neticesi olan zulümler, o tek gözlü yosmanın, hakikati yoklukla aldatan o şuh zihniyetin çocukları çünkü.
 
Türkiye 10 Ağustos’ta kararını verecek. Milletimiz ya sekülerizme bağımlı olmayı seçecek ya da Gerçek Adalet yolunda giden bağımsız bir öncü olmayı...
 
Sadece Müslümanlar için değil, Hıristiyanlar, Yahudiler ve hatta seküler düşünce mensupları için de ADALET doğuracak bir süreçten bahsediyorum.
 
Ama öncelikle Recep Tayyip Erdoğan gibi sekülerizmin reddettiği güçlü bir iradenin Cumhurbaşkanı, gelecekteki tabiriyle Başkan olması gerekiyor.
 
Çünkü sekülerizmin ürünü olan bütün ideolojiler ve bu ideolojilerin bütün temsilcileri, seküler zihniyeti mutlak bir hakikat olarak kabul etmekte, bu zihniyetin hatalarını, zulümlerini görmek istememektedirler.
 
Üstelik sekülerizm, kendisine bağımlı olanları rahatça kullanabilmekte, onların kendi sisteminin dışında bir başka yol aramasına asla izin vermemektedir.
 
Unutmayın ki, “İslam Almanya’ya aittir” dediği için Almanya Cumhurbaşkanını bile görevinden eden küresel bir güçten bahsediyoruz.
 
12 yıldır onlarca kumpas ve hileye rağmen bu küresel güç karşısında muzaffer olan tek lider Erdoğan değil midir? O halde küresel güçlerin baskılarıyla mücadele edip muzaffer olabileceğini ispatlayan tek lider de o değil midir?
 
Belli ki, hor görülen, değersizleştirilen bütün dünya mazlumları ve özellikle de Müslümanlar için gerçekleştirilecek, şiddete ya da silaha değil gerçek adalete dayanan küresel bir intifada hareketinin başlangıcı olacak 10 Ağustos.
 
Ne diyelim? 10 Ağustos’ta başlayacak adalet intifadamızın sonuçları tüm insanlık için hayırlara vesile olsun!
 
 
Görüş Bildir Bizimle Paylaş