DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Hangisi Önemli?

2009-08-03 09:23:00

 

“İnkılapçı olmak mı inkılapçı kalmak mı daha önemli?” sorusu, İran’daki başkanlık seçimlerinden sonra meydana gelen hadiselerin devamında ve analizinde, inkılapçı kalan veya inkılapçı olarak kaldığına inananlar tarafından bir dönemler inkılapçı olup şimdilerde reformcu olarak ön yapan önderlerin bulundukları konumu sorgulama babında gündeme getirilen sorular arasında yer almaktadır.

 

Müslüman olarak kalmak, inkılapçı olarak kalmak, sabit kadem kalmak, salah ve felah üzere kalmak elbette ki çok önemlidir ancak; kimin nasıl kaldığını ve durduğunu saptamak o kadar da kolay değil.

 

Münazara konularına  benzer bir mevzuyu içeren bu soru, gerçekte bir işin  veya insanın akıbetiyle ilgilidir. İslam kültüründe yaygın olarak kullanılan akıbet ve ‘ukba, dünya hayatının sonucu olan ahiret için de kullanılır. “Allah sonumuzu, akıbetimizi hayır eylesin” sık kullandığımız dualar arasında yer alır. Hem dünya hayatının son demleri hem de ahiret hayatı için akıbet kavramı kullanılır.

 

Bu türden bir soru; Musevi, Kerrubi ve Rafsancani gibi uzun dönemler İran ve dünya siyasetinde İslami ve inkılabi söylem ve icraatlarıyla ön yapmış büyük şahsiyetlerin farklı ve karmaşık nedenlerden dolayı bu gün İran toplumunda liberal bir yaşamı savunan belirli bir kesimin de hamiliğini üstlenmiş olmaları hasebiyle gündeme gelmekte ve tartışılmaya değer bulunmaktadır. Elbette adı geçen şahsiyetlerden hiç biri, inkılapçı kimliklerinden vazgeçtiklerine dair bir açıklama yapmamıştır. Hem inkılapçı hem değişimci hem inkılapçı hem de muhalifleri koruyan bir siyasete talip olmuşlardır.

 

Görünürde paradoks içeren bu durum, çizgisi net olan taraflarca sorgulandığı gibi, alışık olunmayan manzaralara da yol açmaktadır. Zaten sorgulamaya neden olan da sıra dışı görüntü ve eylemlerdir.

 

Örneğin seçimlerden sonra bir süre Cuma namazı hutbelerine ara veren Rafsancani, hutbeye geleceğini açıklayınca ve Musevi’nin de geleceği bildirilince, Tahran Cuma namazı, Ben-i Sadr döneminden bu yana ilk kez bu denli iç politikanın yansıdığı bir mekana dönüştü.  Belki de hayatında Cuma namazı kılmayanlar namaza veya hutbeyi dinlemeye geldiler. Batılı gençlerin giyim ve kılık kıyafet tarzını tercih eden gençlerin, başı yarı örtülü bayanların Tahran Üniversitesi’nin etrafını doldurması, namaza giderken  Cuma namazının kaç rekat olduğu tartışmalarını yapmaları, hutbe bitince namaza duranlardan uzaklaşmaları, yer yer bayan erkek birlikte namaz kılmaları, başı yarı açık bayanların namaza durması, kimilerinin ayakkabı ile namaz kılması(çünkü caddelerde namaz kılınıyor ve herkes seccadesini getiriyor. Seccade getirmeyen bir genç ayakkabılarını çıkamadan namaza durmuştu), cadde ve parklarda hutbeyi dinleyenlerin ikinci hutbede  hatibin konuşmalarını yer yer alkışlamaları,  ıslık çalmaları bugüne dek görülmüş ve alışılmış şeyler olmadığı gibi, namazın adabına da yakırıydı. Belki bu tür insanların namaza gelmesi her şeye rağmen bir olumluluk sayılabilir ama; ibadette asıl olan niyettir. Namaz, siyasal bir münakaşanın gösteri zemini değildir.

 

Namaz sonrası hoparlörden yapılan ‘Kahrolsun Amerika’ sloganına aynı çevrelerin ‘Kahrolsun Rusya’ diye karşılık vermeleri de, Amerika’ya yakın durduklarının göstergesiydi.

 

Liberal yaşamı savunan küçük bir azınlığın, adı geçen şahsiyetlerin himayesi altına girmesi, onların taraftarı olarak meydanlara çıkması ve belki de onları çevrelemesi, mezkur ‘soru’nun gündemleşmesine yol açmaktadır.

 

‘Dostunu söyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana’ diye bir söz vardır. Seçmenini söyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana misali bir durum var ortada. Liberal yaşamı isteyen bu insanların kimi desteklediklerine bakınca, ister istemez kimlerin inkılapçı kalıp kalmadığı tartışması açılıyor. Ancak unutulmamalı ki, reformculara oy verenlerin tümü hatta çoğunluğu liberal değildir. Musevi’ye oy veren on bir milyon seçmenin içinde iki-üç milyon seçmen liberal olabilir. Eğer sadece liberallerin oyunu alsalardı, o zaman tümden değiştiklerine dair kuşku kalmazdı.

 

Liberaller, reformcu önderlerin seçmenleri arasında azınlığı oluşturmalarına karşın, önderleri kuşatmada birinci sırada yer almaktadırlar. Hasseten Musevi’yi kuşattıkları söylenebilir. Önder mi seçmeni yoksa seçmen mi önderi yönlendiriyor şeklindeki bir soruya, seçmen yönlendiriyor diye cevap verilebilir. Liberal seçmenlerin ve onların fikir önderleriyle aktivistlerinin Musevi üzerinde etkili oldukları söylenebilir. Siyasette seçmen, belirleyicidir. Çünkü siyasi lider, seçmeninin taleplerini ifade eden, savunan ve hatta o talepleri hayata geçiren durumunda olmak zorundadır. Reformcular liberallerin oyuna talip olunca veya liberaller kendi seslerini ancak değişimci önderleri destekleyerek duyurabilince, işte ortaya inkılapçı mı reformcu mu, hem inkılapçı hem reformcu olunabilir mi türünde tartışmalar çıkmakta ve kimi zaman da istenmeyen olaylar yaşanabilmektedir. Aslında liberalleri doğrudan temsil eden bir lider veya parti olsa, bu tezat yaşanmaz. Böyle bir durumda da Musevi ve benzerleri inkılapçı cenahta yer alır. Liberaller, kendilerini doğrudan ifade edemeyince değişimi savunan adaylara yönelmekte, değişimci adaylar da oy ve güç kaygısıyla onlara kucak açmak durumunda kalmakta ve sonrasında kimin kime ne kadar yaklaştığı tartışmaları yaşanmaktadır.

 

İran’daki gelişmelerle ilgili unutulmaması gereken bir husus da şudur: Son seçimde sesini duyuran muhalifler yeni zuhur etmedi. Devrimin başından beri  muhalifler ve muhalefet vardı. Şah rejimine karşı meydanları dolduranlar arasında solcular, liberaller ve farklı tepki grupları da vardı. Bu yüzden devrimden sonra iç hesaplaşma yaşandı.  Devrim önderi ve tabilerinin kahir ekseriyeti, İslam Cumhuriyetinden yana olduğu için diğer kesimler yenilgiye uğradı ama yok olmadı. Toplumun içinde yaşamaya devam etti. Sadece siyasal yapılanma ve taleplerini ifade etme konumunda değillerdi. Hatemi ile birlikte bu kesimler kendilerine yakın duran adayları destekleyerek siyasal sürece katılmak, sistemi içeriden değiştirmek istedi. Potansiyel olarak zaten varlardı. Değişen şey, siyasal sürecin onları açığa çıkarması oldu.

 

Dikkat edilmesi gereken ikinci husus, seçim sonuçlarının veya hile iddiasının son olayların asıl nedenini oluşturmadığı gerçeğidir. Seçim ve sonuçları, muhalefetin sesini duyurmak için bir imkan ve bir bahane oluşturdu. Seçim olmasaydı, bir başka uygun bahane veya zeminde yine seslerini duyurmaya çalışacaklardı. Seçim ve sonuçları, hakeza devrim kadrosu içindeki bir takım tabii veya tabii olmayan farklılıkların ve rahatsızlıkların da açığa çıkması için uygun zemini oluşturdu. Kısacası, rahatsızlığı olanların bir şekilde tepkilerini açığa çıkarmak için uygun bir zemin oluştu. Yoksa asıl mesele, seçimlere hile karıştırıldığı meselesi değildi. Zaten böyle bir iddia, sahiplerince de kanıtlanamadı.

 

1 Ağustos 2009’da  son olaylarla ilgili 45 gün boyunca tutukluluk hali devam eden Hatemi dönemindeki Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Abtahi ile Kargüzaran partisinin ileri gelenlerinden Atyanfer, kendileri için tertip edilen basın toplantısına katılıp uzun uzun basın mensuplarının sorularını yanıtladılar, hile olayına inanmadıklarını açıkladılar ve medyatik şahsiyetler olarak bu basın toplantısının kendilerinin yeni düşünceleri hakkında belge olacağını bilerek konuştuklarını ifade ettiler. Tutuklu insanların bu tür bir basın toplantısıyla yaptıkları açıklamanın bir çok kesim tarafından kuşkuyla karşılanacağı muhakkaktır. Böyle bir kuşku taşımak doğaldır da.  Ancak koltuklara yaslanarak rahat konuşmaları ve ısrarcı olmalarını da unutmamak gerekir.

 

İran İslam Cumhuriyeti, bu devrimin şekillenmesine zemin hazırlayan öncesindeki olaylarla ve devrimden sonraki safhalarıyla İslam tarihi, medeniyeti ve kültürünü oluşturan birikimin son halkalarından en önemlisini teşkil etmektedir. İran’ın dışında yaşayan Müslümanların galip çoğunluğu İran’daki süreçleri veya bu süreçlerin benzerlerini belki arzulamalarına rağmen kendi ülkelerinde tecrübe etmemiştir. Tecrübe edilmemiş ama gelecekte muhtemelen benzerlerini tecrübe edebilecek Müslümanlar açısından İran’daki devrim öncesi ve sonrası gelişmeler bir laboratuar hükmündedir, bir fırsat ve imkandır. İran’daki gelişmeleri değerlendirenlerin sahip oldukları bakış açıları itibariyle aşırı bir tarafgirlik izlemelerini anlamak mümkündür. Ancak İran’ın dışındaki biz Müslümanların tarafgirlikten çok yaşanan ve yaşanmakta olan süreçlerden gerekli ve sağlıklı sonuçlar çıkarmaya çalışmalarının daha isabetli olacağı inancıdayım.


Görüş Bildir Bizimle Paylaş