DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Kavuklu ile pişekar

2008-09-16 03:36:00

Ortaoyunu deyince akla ilk gelen isim, bu sanatın belki de gelmiş geçmiş en büyük temsilcisi olan Kavuklu Hamdi'dir.

1911 yılında yetmişi aşkın yaşında öldüğü zaman hâlâ sahnelerde halkı eğlendirmekle meşgul imiş. Oyununa hayran kalan Macar Türkoloğu Kunoş kendisine hangi tiyatro okulunu bitirdiğini sorduğunda Hamdi Efendi şaşkın, cevap vermiştir: '-Canım tuhaflık yapmanın da mektebi mi olurmuş?!.. Yerden biten ot gibi mahalle aralarında yetiştik işte!' Şaşkınlık sırası Kunoş'a geçince ünlü bilgin onun hakkını teslim için 'ekol' manasında 'O halde sen bir mektepsin!' dediği vakit de, ya kelimeyi yanlış anladığından veya şakayla karışık 'Yok valla beyim... Ben düpedüz insanım!' diyerek kendini temize çıkarmıştı(!).

Çocukken amcasının kavuğunu kaçırarak mahalle aralarında arkadaşlarıyla oynadıkları oyunlar yüzünden adı Kavuklu'ya çıkan Hamdi'nin sahne arkadaşı, pişekar Küçük İsmail Efendi de o devrin ünlü komiklerindendir. Bu iki insan sanki birbirlerine zıt yaratılmışlardı. Hamdi dev cüsseli ama yumuşak kalpli, İsmail adı üstünde 'Küçük', ufak tefek ama sert mizaçlı... Hamdi sudan korkar, Üsküdar vapuruna binerken okuyup üfler, geri dönünce de Eyüp Sultan'da horoz kesermiş; İsmail yüzme meraklısı. Biri öfkelenince komik görünür, diğeri gülünce; birinin görünüşü insanları güldürür, diğerinin görünmeyişi vs.

Bu iki usta sanatkârın kendilerine özgü elli kadar klasikleşmiş oyunları olduğu bilinir. Ancak bu oyunlar her temsilde değişir, seyircinin, gündemin, mekânın, mevsimin durumuna göre mutlaka bölümler ilave edilir veya çıkarılır, velhasıl canlı bir temsil olarak kırkıncı seyredilişte bile yeni bir oyun gibi seyredenleri güldürür, dilden dile anlatılarak tevatürleşirmiş. Hele yaz akşamlarında mahyalarla donanmış selatin camilerine yakın meydanlarda anlattığı bir keramet gösterme faslı vardır ki o bunu anlattığı vakit izdiham yaşanır, ramazan akşamlarının en zevkli eğlencesi olur, halkı gülmekten kırıp geçirirmiş. İşte anlatıyor:

- Efendim, yine böyle bir ramazandı... Üsküdar'da teravihten sonra sizin gibi toplanan muhterem ahaliye tuhaflıklar yaptık ve ta Eyüp Sultan'a dönemediğimiz için paşazadelerden birinin yalısında konakladık. Sahurda mükellef bir sofra getirdiler. Doyduk ama tatlımız eksikti. Baktım sergende küçük bir kavanoz duruyor. Tepeleme gül reçeli. Nefis bir şey. Parmak parmak yedik. Sonra abdest aldım, cüzümü okudum, evrad u ezkar derken azıcık içim geçmiş. Bir iki dakika içinde uyandım ki yerimde duramıyorum. İçime doğdu... O gün bir keramet göstereceğim, hakikaten içime doğdu. Kalktım öğle namazı için Fatih Camii'ne gittim. Şadırvanda abdestimi aldım. Cami cemaati hayli kalabalık, ezanı bekliyorlardı. Dedim ki içimden, 'İşte keramet göstereceksen şimdi tam zamanı.' Sonra halkın gözleri önünde minarelerden birine seslendim. 'Eğil ey minare!' Minare ihtiramla yavaş yavaş eğildi. Şerefelerinden birine girip oturdum ve yeniden emrettim: 'Doğrul ey minare!' Tabii halk hayretler içinde nazar ayetleri okuyarak beni seyrediyor. Minare emre öyle itaatkâr ki beni rahatsız etmemek için gayetle titiz ve dikkatlice doğruldu. Kendisine teşekkür edip 'Aferin!' dedikten sonra ezanı okudum. Ezan ki Bilal, Medine'ye dönmüş de ashabı çağırır gibi. Fatih'te ezanımı duyan herkes dükkânlarını kapatıp camiye koşuyordu. Ezanın sonuna doğru baktım, cami avlusunda iğne atsan yere düşmez. 'Hıh!' dedim kendime, 'İşte bundan sonra sana İstanbul'da darlık yok.' Sonra minareye döndüm: 'Eğil ey minare!' Eyvah!.. Minare hiç oralı olmuyor. İçimden 'Allah Allah, niçin sözümü dinlemiyor!' diye geçirirken bir iki öksürüp boğazımı temizledikten sonra tekrar emrettim. Bu sefer sesimin tonu daha şiddetliydi: 'Eğil ey minare, ineceğim!' Minareden yine tık yok. Baktım olacak gibi değil, hemen elimdeki asayı kaldırarak bir iki yapıştırdım. Biraz belini kırar gibi oldu ama dayak susunca geri doğruldu. Bu sefer yüksek sesle bağırdım: 'Yaaa!.. Demek eğilmek istemiyorsun? Demek benim sözümü dinlemiyorsun?!.. Hem de benim gibi mübarek bir zatın?!.. Peki o halde, şimdi görürsün sen!.' Böyle dedim ama ne yapacağımı da bilmiyorum. Bir an düşündüm, hani 'Dağ yürümezse abdal yürür' meseli var ya, aha onun gibi, şerefenin kenarına tırmandım. Atlayacağım. Belki minare insafa gelir dedim ama nafile.. Eh, şerefeye tırmandıktan sonra atlamamak da aşağıdan hayretler içinde olanları seyreden halka karşı ayıp olacak, üstelik o gün keramet göstereceğimi rüyamda görmüşüm, 'Savulun, altımda kimse kalmasın, bizimkinin inadı tuttu, eğilmiyor, atlayacağım!' deyip kendimi aşağıya bırakıverdim.

Pişekar burada lafa karışır:

- Etme eyleme efendi, ya bir yerin sakatlanırsa!

- Dur patlama, anlatıyorum işte.. Meğer cami şadırvanının üstünü tamir için açmışlar imiş. Hadi biz cuuup diye havuzun içindeki sulara.

- Oh be!.. Az kalsın sakatlanacaksınız diye korktuydum. Sonra ne oldu?

- Ne olacak buz gibi su vücuduma değince derhal aklım başıma geldi. Meğer benim gül reçeli diye kaşıkladığım şey, gece kaldığımız hane sahibinin afyon macunu değil miymiş. Dalgaya düşüp bu hale gelmişim...

ZAMAN

 

Görüş Bildir Bizimle Paylaş