Kürtleri hangisi temsil ediyor
Sözgelimi BDP’nin aldığı oy sayısı, bırakın Türkiye’deki Kürtlerin sayısıyla kıyaslamayı, Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki Kürt nüfusun bile yarısına olsun ulaşamıyor.
Tarhan Erdem’in geçen yılki referandum sırasında gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, ülkemizde, kendini Kürt olarak tanımlayan seçmen sayısı, toplam seçmenin yüzde 15’i civarında. Hatta Erdem buradan yola çıkarak Kürt partisinin baraj sorunu olmaması gerektiğini belirtiyordu. Ama öyle olmuyor işte. Çünkü söz konusu “Kürt partisi” olsa olsa Kürtlerin bir bölümünün partisi sayılabilir.
Bu durumda Türkiye’nin Kürt nüfusunun ancak üçte birinin desteğini alabilen bir kesimin Kürtleri temsil iddiasının havada kalmaya mahkûm olması gerekmez mi?
Ama öyle olmuyor. Kürtlerin temsilcileri olarak yalnızca onları dinliyoruz. Peki neden? Çünkü “Kürtler adına” konuşan başka birileri yok ortalıkta. Etnik kimliklerini millet bütünlüğüne aidiyetlerinin önüne geçirme yanlısı olmayanlar zaten münhasıran “Kürt talepleri”ni değil, bütün milletin taleplerini dile getirmeyi seçiyorlar. Kürtler adına konuşmak isteyen başka birileri olursa onlar da seslerini çıkarma ve duyurma imkânı bulamıyorlar.
***
Gayet iyi biliyoruz ki Kürt meselesinde ayrılıkçı anlayışın karşısında güçlü bir “birlik” yanlısı anlayış da var. Hatta Kürt nüfusunun büyük bölümünün Birlik yanlısı olduğunu söylemek gerekiyor. Ne var ki ayrılıkçı dilin yanında “birlik”çi dil hiç hesaba katılmıyor. Birlikçi anlayışın sesini duyurmasının önünde ciddi engeller var çünkü.
Bu noktada bir de “hegemonya” sorunu gündeme geliyor. PKK-BDP zümresinin Kürt coğrafyasında kurdukları ve büyük ölçüde silaha dayalı baskı düzeninden söz ediyorum. Özellikle güneydoğu illerinde baskın anlayışın dışında bir görüşün dile gelmesi çok zor. Çünkü silahlı tehdit var, fiili baskı var. Bunların yanında “mahalle baskısı” bir şey değil.
Öyle ki seçim sandıklarının dahi bu anlamda ipotekli olduğunu, sözgelimi referandum döneminde PKK’nın dayattığı boykota uymayanların karşılaştıkları tehdit ve baskıları herkes gördü. Bunlar fiili baskı. Bir de liberal-sol tandanstaki Türk aydınlarının hiç değilse sesi yüksek çıkan bölümünün karşılıksız desteğini almış görünmeleri hegemonyanın entelektüel tarafını oluşturuyor. Entelektüel kamuoyunda PKK-BDP Kürtlerin yegâne temsilcisi olarak kabul görüyor ve Kürt meselesi konusunda ayrılıkçı anlayışın dışında bir görüşün olabileceği düşünülemiyor.
Dahası ne olduğu bir türlü anlaşılamayan Kürt talepleri karşılanmıyor diye çoluk-çocuk demeden masum insanların kanını döken anlayışın eleştirilmesi bile çoğu zaman akla gelmiyor.
Bu arada siyaset kurumunun sorunu çözmek için attığı adımlar da görmezden geliniyor. Öyle bir anlayış var ki aydınlar arasında... Siyasi iktidarın Kürt sorununu çözmek için attığı adımlar neredeyse suç kabul edilirken, PKK-BDP çizgisinin attığı her adım adeta meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
“Devlet Kürt taleplerini tanımıyor diye oluyor bütün bunlar. Devlet adım atmalı” diye kolaycı yargılar ileri sürülüyor “çözüm” önerisi olarak...
Ama “çözüm karşısında ölesiye direnenlerin asıl maksadı ne olabilir” diye bir soru sorulmuyor.
1993’te “açılım” ümidini boğmak üzere, Bingöl’de 33 askeri şehit eden...
2004’te Kürtçe yayına izin çıktığı ve hapisteki DEP’lilerin serbest bırakıldığı günlerde “ateşkese” son veren...
“TRT-Şeş”in kurulup yayına geçtiği günlerde ortalığı yakıp yıkan...
Kürt Açılımı başlatıldığında bunu engellemek için kan döken... iradenin mantığı sorgulanmıyor bile.
***
Dolayısıyla PKK-BDP çizgisinin dışında bir “temsil”e izin vermeyen böylesi bir “hegemonya” düzeni Kürtlerin aslında ne istediğini dile getirme yetkisini gasp etmiş bulunuyor.
Bu sağlıksız ortamdan sağlıklı bir çözüm üretmenin imkânı var mı?
***
Kürtlerin ne kadarını temsil ettiği konusu bir tarafa, mevzubahis Kürt Hareketi’nin bir silahlı kolunun bulunması başlı başına bir açmaz zaten.
Elinde silah bulunan birileri oldukça Kürt taleplerinin gerçekten de “Kürt talebi” olup olmadığını bilemeyiz. Bu bir. İkincisi, birlik yanlısı Kürtleri ayrılıkçı Kürt hareketinin baskısından korumanın yolu bulunamaz bu şartlar altında.
Mesela, Kürtler adına konuşan kesimin -bence tamamen fantezi demek olan- “anadilde eğitim” talebi karşılanmış olsa çocuklarının “resmi dilde eğitim” görmesini isteyenler ne yapacaklar? Diyelim ki anadilde eğitim vermek üzere kurulan özel okulların dışındaki okullara çocuklarını yazdırmalarına izin verilecek mi? Veya anadilde eğitim seçmeli olarak verilecek olursa bazı velilerin bunu seçmemeleri mümkün olacak mı?
Görüyorsunuz, bu işin fantezisinde bile tutarlılık veya daha doğrusu gerçekleşme imkânı bulamıyorsunuz. Teorisini kuramadığınız işin pratiğini de yapamazsınız.
Elinizde silahla da siyaset yapamazsınız. Bir bölümünüz milletvekili olup Meclise geleceksiniz; bir bölümünüz dağda veya şehirde adam vurmaya, bomba patlatmaya devam edecek. Böyle şey olmaz.