Yargı, Anayasa paketi, doğrular ve yanlışlar
Ülkemizde hukuk, polemik erbabı politikacıların ve ideolojik bakışlı siyasallaşmış hukukçuların elinde âdeta oyuncak olmuş gibidir. Gerçeği bulmak ve hakkaniyete riayet etmek kimsenin umurunda değildir. Ortalığı hukuka takla attıran hukuk hokkabazları, illüzyonistleri ve şarlatanları doldurmuştur. İki kere ikinin dört etmediğini ispata çalışmakla uğraşan bu bezirgânlar, bir anda doğruları yanlış, yanlışları doğru diye yutturmaya çabalamakta; ne yazık ki, medyanın da gayretiyle zihinleri karıştırmayı başarabilmektedirler.
***
Alınız CHP lideri Baykal’ın Anayasa değişiklik paketi üzerindeki uzlaşma teklifini... Yılların hukukçusu Baykal, Cumhurbaşkanı’nın kendisine gönderilecek Anayasa paketini referanduma ‘ayırarak’ sunma yetkisinin bulunmadığını bilmez mi? Bunun hukuk tekniği bakımından mümkün olmadığını ve bu konuda herhangi bir müdahalesinin TBMM’nin yetkilerini gasp anlamına geleceğinin farkında değil midir?... Aslında bal gibi bilir ama yıllardır uzlaşmaz tutumuyla sırtını döndüğü iktidar partisine uzlaşma (ya da tuzak) teklifini başka türlü iletmeye yüzü yoktur.
***
Anayasa paketinde HSYK ve AYM ile ilgili düzenlemeler, bırakınız yargıyı ‘kuşatmayı’, ‘yandaş yargı’ oluşturmayı, bilâkis ‘yargı bağımsızlığı’na dönüktür. İddiaların aksine, yargının yürütmeden bağımsız olması hedeflenmekte; Adalet Bakanı’nın ve Müsteşarı’nın yetkileri azaltılmakta; teftiş mekanizması, sekreterya ve bütçe tamamen HSYK’ya bırakılmaktadır. Bu reform, son yirmi yıl boyunca yargı çevrelerinin istediği yenilikleri ihtiva etmektedir.
AYM’nin düzenlenmesinde ise, mevcut üyelerin, yedekler de asıl hâle getirilerek yaş haddine kadar muhafazası öngörülmektedir. Bu uygulamanın ‘yandaş yargı’ oluşturma iddiasıyla ilgisi yoktur.
***
Anayasa paketi, hiçbir şekilde anayasaya aykırı değildir. Anayasa’nın değiştirilemeyecek 2. maddesine yapılan dolaylı atıf, sunî bir işgüzarlıktan öteye değer taşımaz. Zira, Anayasa paketindeki hükümlerin hiçbiri, iddia edilenin aksine ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesine aykırı değildir. Tam tersine, özellikle HSYK konusunda getirilen düzenlemeler, kuvvetler ayrılığı prensibini güçlendirir mahiyettedir.
AYM’ye üç üyenin TBMM’den seçilmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemez; bilâkis millî iradeyle yargının bağının kurulmasına yardım ederek demokrasiyi güçlendirir. Gelişmiş Avrupa demokrasilerinin hemen hepsinde HSYK ve AYM gibi kuruluşlara parlamentolardan üyeler seçilir; bazen üye seçiminde hükûmetler de yetkili olur. Birçok gelişmiş demokraside, bu nevi yargı kuruluşlarının üyelerinin tamamı veya büyük çoğunluğu parlamentolar ve hükûmetler tarafından seçilir. Bu ülkelerde ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin bulunmadığını söyleyebilir misiniz? Lâkin jakoben elitizmin bu soruya cevabı, Türk demokrasisinin henüz o noktaya erişmediği olacaktır. Aslında bu görüşte olanlar, demokrasiyi içine sindirmemiş bulunanlardır.
***
CHP, siyasallaşmış yüksek yargıyı kendi siyasî çıkarları doğrultusunda istismar ederek, her zaman yaptığı gibi, Anayasa reform paketini iptal ettirmek üzere AYM’ye götürmeyi tasarlamaktadır. Halbuki AYM, Anayasa’nın 148. maddesine göre anayasa değişikliklerini esastan inceleyip denetleyemez. Şekil denetlemesi ise, sadece teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulması bakımından sözkonusudur.
AYM’nin, ‘değiştirilemeyecek maddelere aykırılık’ gerekçesiyle Anayasa paketini esastan incelemeye ve denetlemeye alması, tümüyle zorlama ve ideolojik peşin hükümlü bir yaklaşım olacaktır.
Diğer taraftan, referandum yapıldıktan sonra oylanan ve kabul edilen paketin AYM’ye götürülmesi ise, üzerinde yorum yapılmaya bile değmeyecek gayriciddî bir görüştür.
***
Anayasa teklif paketinin imzaları etrafında oluşturulmaya çalışılan usûle aykırılık havası ise, birazcık hukuk mantığına sahip olanların gülüp geçeceği trajikomik ayak oyunundan ibarettir. Bize göre sadece Ana Muhalefet Partisi’nin söyleyecek fazla şeyi kalmadığını gösterir. İlk teklifte Meclis Başkanı’nın imzasının bulunmasının önemli olmaması bir yana, yeni tekliften itibaren eskisinin hükmünün kalmadığını anlamamak için hukuka takla attıranlardan olmak gerekir.
***
Son olarak Balyoz darbe teşebbüsünün soruşturmasında İstanbul Başsavcısı’nın yaptığı hatâları da zikretmek istiyoruz: Evvelâ, Başsavcı’nın Emniyet’e yazı gönderip yakalama, gözaltı ve tutuklama kararlarını şahsına ve vekiline bağlaması başlıbaşına bir skandal teşkil etmektedir. Bu, açıkça Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan mahkemelerin bağımsızlığına ve yargılamaya müdahaledir. Özellikle, mahkemenin tutuklama kararına karşı çıkılması hiçbir şekilde kabul edilemez.
Başsavcı’nın, gözaltına alınması istenen subaylarla ilgili değerlendirmesi ise tamamen hukuk dışıdır ve siyasetin alanına girmektedir. Defaatle tekrarladığımız gibi, hukukçunun, savcının, hâkimin işi vatan kurtarıcılığına soyunmak değil, sadece hukuku doğru uygulamaktır.
***
Türkiye’nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olabilmesi için saydığımız bu örneklerde görüldüğü gibi doğruların uygulanması ve yanlışlardan kaçınılması lâzımdır.