Siyaset ve devlet adamlığı
Bugün Türkiye’nin en büyük noksanlarının başında ‘kaht-ı ricâl’ (devlet adamı yokluğu) gelir. Kaht-ı ricâl, Osmanlı’nın son döneminde Enderûn neslinin nihayete erip liyakatsiz ve ehliyetsiz İttihatçıların zuhur etmesiyle açığa çıkmış; Cumhuriyet döneminde bazı değerli devlet adamlarının yetişmesine karşılık, Türk devlet hayatı bu eksikliği derinden hissetmiştir.
Bana sorarsanız, Türk siyasetindeki en büyük mesele, yeterli özellikleri taşıyan devlet adamlarını yetiştiremeyişimizdir. Siyasetçiye, hele çok yüzlü politikacıya mebzul miktarda rastlayabilirsiniz. Sadece kendisinin ve partisinin siyasî menfaatlerini hesaplayan ve memleket umurunda olmayan o kadar çok politikacı vardır ki...
Lâkin ‘devlet adamı’ lahana gibi tarlada yetişmez. Devlet adamı olabilmek için ‘homo politicus’yapısından sıyrılabilmek gerekir. Günlük politika yapanlar unutulur giderler ama devlet adamları siyasî tarihe mühürlerini vururlar. İşte bu sebepledir ki Atatürk büyük bir devlet adamıdır. Seversiniz ya da sevmezsiniz ama bir İsmet İnönü’nün, Celâl Bayar’ın, Adnan Menderes’in, Bülent Ecevit’in ve Turgut Özal’ın devlet adamlığını kabul edersiniz...
***
Mevcut siyasî liderlerden en uzun süreden beri politika yapan, en tecrübeli ve yaşlı olan, hukuk ve siyaset bilimi eğitimi yapmış, hattâ bu alanda akademisyen sıfatı kazanmış olan kişi CHP lideri Deniz Baykal’dır. Üstelik devlet adamlarının yetiştiği 86 yllık bir ekolden gelmektedir.
Lâkin, ne yazık ki özellikle son günlerde devlet adamlığından ne derece uzak olduğunu göstermiştir. İktidardaki muhatapları, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Çiçek ile
Devletin Cumhurbaşkanı Gül ne kadar olgun devlet adamlığı örnekleri verirlerse versinler, Baykal ciddî bir devlet işini bir orta oyununa, bir vodvile çevirmeye çalışmaktadır.
Düşünebiliyor musunuz? Ülkenin Başbakanı, sadece siyaseti değil devleti ilgilendiren fevkalâde ciddî bir konuda Ana Muhalefet Partisi Başkanı ile görüşüp bilgi vermek istiyor. Başkan, görüşme için yapılan hiçbir teması kabul etmeyince, Başbakan bir devlet adamına yakışır müeddep bir dille kendisine mektup yazıp randevu talep ediyor. Ana Muhalefet Lideri ’nin cevabı şu: ‘Kameraya çekilirse görüşürüm, yoksa görüşmem’. Buyurunuz, bu cevabı nasıl yorumlarsınız yorumlayınız...
Kimine göre, CHP lideri görüşmek istemiyordu; görüşünce Başbakan’ın kendisini ikna etmesinden çekindi. Halbuki o da bu konuda MHP ile yarışarak oy hesabı yapıyordu.
Kimine göre, demokratik açılımın siyasî riskini paylaşmak istemedi. Teröristler dağdan inince, nasıl olsa bir fırsatını bulup iktidarın bu icraatını eleştirebilirdi.
Kimine göre, bu tutumuyla Başbakan’ın ne kadar güvenilmez (!) biri olduğunu göstermeye çalışıyordu.
Kimine göre, kameraların önünde polemik yaparak Başbakan’ı köşeye sıkıştırmak istiyordu.
Kimine göre, sorunun çözümlenmesini istemiyordu. Böylece iktidarı eleştirme imkânı bulacaktı.
Kimine göre ise, bu tutumuyla TSK içindeki darbeci odaklara ve Ergenekonculara selâm sarkıtıyordu.
***
Her ne sebeple olursa olsun CHP lideri Deniz Baykal ayıp etmiş ve devlet adamlığından ne ölçüde uzak olduğunu göstermiştir.
Baykal’ın karşısındaki Başbakan Erdoğan ise, bazen aceleci görülen tavrını da bırakarak, fevkalâde olgun ve sabırlı bir gerçek devlet adamı gibi davranmıştır. Erdoğan’ın, kameralar önündeki gülünç görüşme teklifini reddetmesi kadar tabiî ve haklı bir cevap olamaz.
Bir müddet önce Kanal A’da, Dr. Ramazan Aydın’ın, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın MGK toplantısına alınabilmesi görüşünü desteklemiştim. Baykal’ın artistliği üzerine, Cumhurbaşkanı Gül de bu yolu gündeme getirdi. Böylece, günlük siyasetin dışına çıkılarak Devletin bir güvenlik meselesi hâline getirilen görüşmeye Baykal’ın katılması gerekir. Cumhurbaşkanı’nın takdiriyle Anayasa değişmeden bunun yapılması mümkün olabilir. Aslında bu görüşmeye -bütün olumsuz tavırlarına rağmen-MHP Genel Başkanı Bahçeli ’nin de katılması gerekir.
Bakalım, Cumhurbaşkanı’nın bu teklifine Baykal ne cevap verecek? Sahne, kamera ve saz arkadaşlarını da isteyecek mi?!...