Bir bir idam ediliyorlar
1
“Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım.Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem.Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun
Çölün Aslanı Da Aynı Sehpaya Çıkmıştı
İtalyan sömürgesine karşı direnen bir islam lideri de herkesin önünde saygıyla eğildiği, adı anıldığında bir oh çektiği, dirençli, kararlı bir lider Ömer Muhtar’da idam edilerek şehadet şerbetini içenlerin başında geliyor. Lejyon askerlerine karşı başarılı bir direniş ortaya koyan Çöl Aslanı Ömer, gayri nizami harp usulleriyle ve ortaya koyduğu irade ile halkını, İtalyanlara karşı
Osmanlı’nın son yıllarında imzalanan Uşi anlaşması sonrası savaşma kararı alan Ömer Muhter, 1923 yılında ilk harekatı başlattı. 1931 yılına kadar on yıl boyunca savaşan Muhtar, aynı yılın 11 Eylülü’nde yaralanarak, İtalyanlara esir düştü. Savaş mahkemesinde yargılanarak idama mahkum edilen Muhtar, Libya’da bulunan Saluk kentinde şehadete ulaştı.
Sonrasında Libya’da yine aynı senaryo yaşandı. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’ye yardım eden Kaddafi’de öldürülmüştü.
Hasan El Benna da Şehadete Ulaşmıştı Abdulkadir Molla’nın şehadeti islam coğrafyalarındaki ilk şehadet haberi değil. İslam coğrafylarında milyonlarca Müslüman hiç sorgusuz sualsiz, mermilerin hedefi olurken, kadınları çocukları adeta sömürgeci, lejyon askerlere peşkeş çekilirken, önderlerimiz de bir bir şehadet şerbetine nail oluyor.
Son dönemin en dikkat çeken idam ve suikastlerinin başında tabiî ki Mısır’da yaşayan ümmete birlik çağrısını yineleyen, en önemli isim Hasan El Benna idi. İngiliz sömürgesi altında ilk çocukluk yıllarını geçiren Hasan El Benna, sömürgeye karşı başlattığı İhvan Hareketi bu gün dünyanın dört bir yanında yer alıyor.
İşbirlikçi diktatörlere karşı yürütülen çalışmalar neticesinde Hasan El Benna gizli emelleri olan Siyonist bir yapılanmaların bombalarına hedef olarak şehadet ayı olarak bilinen bir Şubat günü 1948 tarihinde şehit edildi.
Başına Şapka Değil, Boynuna İp İstedi
Müslüman liderlere yönelik idam ve baskı girişimleri sadece diğer islam coğrafyalarında değil, ülkemizde de yaşandı. Türkiye’nin Osmanlı sonrası ilk yıllarında Batı yanlısı politikaları ve din ve ırklara karşı tavrı, büyük acılar ve hüzünleride beraberinde getirmişti. Ankara’daki Ulucanlar Caddesi bile bunun en bariz örneğini teşkil ediyor. İskilipli Atıf Hoca da şehadet mertebesine ulaşan bir başka önder. Şapka Kanunu’ndan 2 yıl öncesinde yazdığı bir risale yüzünden İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak Hakim Kılıç Ali tarafından idama mahkum edilen İskilipli Atıf da örnek duruşu ve vakur tavrı ile de bu günlere ışık saçtı. Başına Batı’yı temsil eden şapkayı koymayacağını söyleyen Atıf Hoca, başına koymadığı o şapka yüzünden boynuna dar ağacının ipi sarıldı. 4 Şubat 1936 günü Ankara’da idam kararı infaz edilen İskilipli Atıf Hoca’nın naşından da korkan dönemin rejimi, bilinmeyen bir yere gömdü. Yıllar sonra başarılı bir çalışma ile ortaya çıkan Atıf Hoca’nın naaşı Ankara’dan bir parkta alınarak, memleketi İskilip’e defnedildi. İslam coğrafyalarındaki bu idamlar sadece bu isimlerle sınırlı kalmadı. Sonraki yıllarda Arap Baharı adı altında ortaya çıkan gerilimler ile birlikte Libya’da Muhammer Kaddafi, daha önce Irak’ta Saddam Hüseyin öldürülmüş ve son olarak Mısır’da Muhammed Mursi’de hala Kahire’de idamla yargılanıyor.
Yıllar sonra başarılı bir çalışma ile ortaya çıkan Atıf Hoca’nın naaşı Ankara’dan bir parkta alınarak, memleketi İskilip’e defnedildi. İslam coğrafyalarındaki bu idamlar sadece bu isimlerle sınırlı kalmadı. Sonraki yıllarda Arap Baharı adı altında ortaya çıkan gerilimler ile birlikte Libya’da Muhammer Kaddafi, daha önce Irak’ta Saddam Hüseyin öldürülmüş ve son olarak Mısır’da Muhammed Mursi’de hala Kahire’de idamla yargılanıyor.
Atıf Hoca’nın rüyası İskilipli Atıf Hoca’yı ilk defa maşeri vicdana (kamuoyu) tanıtan Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eseri oldu. Fakat eserin akademik ciddiyetten mahrum bir şekilde kaynak gösterilmeden yazılmış olduğu da dikkate alınmalıdır. Eserde Atıf Hoca’nın 1926 yılının bir sonbaharında evinden alındığı yazılıdır. Halbuki Atıf Efendi’nin idamı 4 Şubat 1926’dır. Necip Fazıl’ın naklettiği bir hadise de; Atıf efendi’nin mahkemeden bir gün evvel müdafaasını yazarken, birden dalıp rüyasında Hz. Muhammed’i görmesi, Kâinat’ın Fahri’nin: “Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla meşgul oluyorsun?” buyurması üzerine, yazdığı müdafaasını yırtması hadisesidir.
Bir Kaplan Yüreğine Sahip Adam: Molla Abdulkadir
Önceki gün islam ümmetini yasa boğan haber Bengladeş’ten geldi. 1971 yılında Bengladeş’in Pakistan’dan ayrılmasına karşı büyük mücadeleler veren, Hindular ve İngiliz oyunlarına karşı büyük direnişler gösteren Cemaat’i İslam’ın liderlerinden Abdulkadir Molla, siyasi bir dava sonucunda hukuksuz ve harksız bir gerekçe ile idam edilerek şehit oldu. Bütün ümmetin gözleri önünde adım adım gerçekleşen şehadet sürecinde ümmetin içindeki sessizlik ise karamsar yürekleri bir kez daha karamsarlığa boğdu.
İçinde taşıdığı yürek ile bir Bengal Kaplanı gibi boynunu eğmeyen, yüreğini ümmeti kucaklayacak kadar geniş tutan Abdulkadir Molla, gülen yüzü ve mübarek sakalıyla, Allah’a olan özleminde şehadet şerbetini içmeye nail oldu. Molla, soyadındaki anlam ile adeta ümmete öyle bir mesaj yolladı ki, söylediği sözlerle de ümmeti dik durmaya, yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğmeye çağırdı. Son sözleri sorulduğunda, ‘Suçum; Allah’tan başkasına kulluk etmemektir. Bana kulluk et dediler, ben de asın dedim’ diyerek dar ağacına giden Molla, bu duruşuyla bile ümmete İslam’ın o en vazgeçilmez çağrısını da şehadetiyle yaptı.
Son sözleri sorulduğunda, ‘Suçum; Allah’tan başkasına kulluk etmemektir. Bana kulluk et dediler, ben de asın dedim’ diyerek dar ağacına giden Molla, bu duruşuyla bile ümmete İslam’ın o en vazgeçilmez çağrısını da şehadetiyle yaptı.