Dolar

32,3194

Euro

35,0711

Altın

2.279,76

Bist

9.016,60

İsmail Kılıçarslan'dan sıradışı öneri

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan köşe yazısında sıradışı bir öneride bulundu. '2015 yılında yeni bir Medine Vesikası, yeni bir Tanzimat Fermanı. Zor mu?' sorusunu soran Kılıçarslan, kolay olanı sevmek zorunda mıyız diye de ekliyor.

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-04-18 12:08:05

İsmail Kılıçarslan'dan sıradışı öneri

'Bismillahirrahmanirrahim

Tebâreke ellezî bi yedihi'l-mülk ve hüve alâ külli şey'in kadîr.

Cümleye ma'lûm olduğu üzere Devlet-i Aliyyemiz'in bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur'âniyye ve kavânîn-i şer'iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve bi'lcümle tebe'asının refâh u ma'mûriyyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken…'

Bu cümlelerle başlıyordu 3 Kasım 1839 günü ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hûmayûn'u; yani tarih derslerinde bize 'batılılaşma ve demokratikleşmenin ilk adımı', 'padişahın yetkilerinin kısıtlandığı ilk önemli adım' gibi kalıp cümlelerle öğretilen Tanzimat Fermanı.

'Tarihi kalıp cümlelerle öğreten, dikey olarak derinleşmemize asla müsaade etmeyen yüce milli eğitim sistemimiz böyle buyuruyorsa doğrudur elbette' diyerek, serde 'batılılaşma karşıtlığı' da olduğumdan Tanzimat Fermanı'ndan nefret etmiştim gençliğimde. Hatta 'Tanzimat ve Islahat fermanları Osmanlı'yı uçuruma götüren adımları hızlandırdı' diye düşünmüş, bu iki fermanı bir görmüştüm.

Şimdi, 'toplumsal biraradalığımızın, birlikte yaşama ahlakımızın güçlendirilmesi için neler yapılabilir' diye düşünürken karşıma bir kez daha çıktı bu metin.

Biliyorum; Mısır meselesinde bir çözüm bulunsun diye, yükselen milliyetçilikle mücadele edilebilsin diye, batı ile ilişkiler rayına girsin diye okunan bir ferman bu. Ancak ben Sultan Abdülmecid'in hazırlattığı bu fermanın nedenleriyle ya da sonuçlarıyla değil, metnin bizatihi kendisiyle ilgilenmeyi teklif ediyorum.

Gelin fermandan biraz okuyalım: '…devletimizde kuruluşundan beri Kuran'ın yüce hükümlerine ve şeriat kanunlarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli sebeplerle şeriata ve yüce kanunlarına uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü… Eğer, yüce devletimize dâhil ülkelerin coğrafi mevkiini, verimli toprakları ve halkının kabiliyetlerini göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Allah'ın yardımı ile beş-on yılda kalkınabileceğimiz izahtan varestedir… Şöyle ki; dünyada can, ırz ve namustan daha kıymetli bir şey yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine faydalı olur… Bu sebeple, bundan böyle suç işleyenlerin durumları şeriat kanunları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır… Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla öbür milletler bu haklardan tam istifade edeceklerdir.'

Başka bir patikadan ilerleyelim biraz. Dün, sevgili öğretmenim Esra ile İngilizce çalışırken, karşıma cevaplandırmam gereken bir soru çıktı: 'Ülkenizde daha eşit insan haklarına sahip olduğunu düşündüğünüz kesimler kimlerdir?'

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Haber Ara