Dolar

32,6273

Euro

34,7472

Altın

2.502,93

Bist

9.524,59

'Tahşiyeciler' Gülen Hareketi'ne kumpas mı kurdu?

Tahşiye davasında kumpas kurdukları iddiasıyla tutuklu bulunan polisler ve Hidayet Karaca ile ilgili haberler artık Zaman gazetesinin rutini haline geldi. Peki Zaman gazetesinin derdi ne ya da Zaman gazetesini bu davanın bu kadar rahatsız etmesinin sebebi ne?

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-06 15:20:04

'Tahşiyeciler' Gülen Hareketi'ne kumpas mı kurdu?

TİMETÜRK | HABER MERKEZİ

Editör Masası
 
"El Kaide terör örgütüyle bağlantılı oldukları gerekçesiyle 'Tahşiyeciler' olarak bilinen gruba yönelik operasyona ilişkin dava 'yetkisizlik' iddiasıyla yargıtaya gönderildi" diyor Zaman gazetesinde yer alan Halil Özcan imzalı haber. Gazetecilikle medya tetikçiliği arasında ince çizginin uzun süredir 'medya tetikçiliği' tarafında duran ve Ergenekon operasyonlarının en başından bu yana binlerce haberiyle 'itibar suikasti' düzenleyen bir gazeteye bu kaçıncı 'gazetecilik dersi' olacak bilemiyoruz. Ancak yine karşımızda belki duymaya niyetli bir kulak vardır hüsn-ü zannıyla sakince tekrar anlatalım. 
 
"El Kaide terör örgütüyle bağlantılı oldukları gerekçesiyle" değil "El Kaide terör örgütüyle bağlantılı oldukları iddiasıyla" demek zorundasınız hala çünkü bahse konu davadaki insanların herhangi bir örgütle bağlantılı olduklarına dair elimizde kesinleşmiş hiçbir mahkeme kararı bulunmuyor. Evet, 'Tahşiye' dosyasının yetkisizlikten ötürü Yargıtay'a gönderildiği doğru ancak burada 'Yetkisizlik' ifadesi bir iddiayı değil hukuki anlamda teknik bir gerekçeyi ifade ediyor. Dolayısıyla burada da "...operasyona ilişkin dava 'Yetkisizlik' gerekçesiyle Yargıtay'a gönderildi" demelisiniz. Elbette bunların birer 'hata' olduğunu düşünecek kadar aval değiliz. Ümraniye'deki bir gecekonduda el bombaları bulunduğu günden beri bütün muarızlarına karşı inanılmaz bir medya tedhişi uygulayan gücün, bugün biriken faturaları ödeme zamanı geldiği için aynı tedhişi kendisini savunma amacıyla uygulamasında herhangi bir anormallik yok. Daha fazlasının yapılacağı, Nisan ayının sonundan itibaren yeni gizli belgelerin ve yeni ses kayıtlarının yayınlanmaya başlanacağı da açıkçası sır değil. Ancak hala, gözleri neredeyse hiç görmeyen bir adamın El Kaide adına derin eylemleri yapabilecek bir örgütü yönettiği iddiasını dillendirmenizin verdiğiniz savaşla da bir ilgisi yok. Belki bir karşılığı olmayabilir ama burada vicdanın kırıntısı bile yok.
 
Ahmet Şık ve Nedim Şener tutukluyken tarafınızca ikna edilen siyasiler, Ekrem Dumanlı ve daha niceleri, "Gazetecilikten ötürü tutuklanmadılar" diyordu. Gazetecilikten tutuklanmadığı halde Ahmet Şık'ın kitabının neden toplandığına makul bir izah duyamasak da Nedim Şener'in nasıl bir terör faaliyeti yürüttüğünü hala bilemesek de "Tahşiye’de kumpas iddiasından tutuklu polisler: Zarar görmek için idam mı lazım?" başlıklı haberinizin en makul karşılığı öyle sanıyoruz ki şu: Polislikten ötürü tutuklanmadılar. Kabul edelim ki belinde silahı, istediği anda emrine amade olan dinleme cihazları, elinde kendisiyle aynı davanın militanı olan, istediği kişiyi dinlemesi için her kararı verecek savcılar ve hakimler olan bir polisin; yaptığı faaliyetin polislik olduğunu rahatlıkla tartışabiliriz. Yine kabul edelim ki bu tartışma, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in gazeteci olup olmadığına dair tartışmalardan çok daha sağlam gerekçelere dayanmaktadır. 
 
Sabri Uzun'un 'İN' kitabından anladığımız kadarıyla karşımızda kiminle irtibatlı olursa olsun yaptığı işi 'kitabına uydurma' noktasında mahir ve bütün faaliyetlerini 'yasal çerçevede yapılan faaliyet' olarak gösterme hususunda ilginç çapraz ilişkiler kurmuş bir devlet içi yapılanma var. 'Tahşiye' davasıyla ilgili Zaman gazetesinin gün aşırı bir itibarsızlaştırma haberi yapması da yine anladığımız kadarıyla bu davanın pek çok meseleyle ilgili ilk işaret fişeği olarak görülmesiyle ilgili. Avukat Murat Akkoç'un mahkemenin usül yönünden reddettiği bir taleple ilgili bu kadar canhıraş bir şekilde açıklama yapmasını da bu panikle ilişkilendirmek mümkün.
 
Ancak Akkoç'un açıklamalarının asıl dikkat çekici noktası bu değil. Akkoç aynen şöyle söylüyor: "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürütmüş olduğu adeta kumpas diye niteleyebileceğimiz soruşturmayı bu dosyaya dayanak yapmak istemektedir. Şimdi burada bizim müdahillik talebimizin reddedilmesi hukuksuzdur. Bu dosya siyasi hale dönüştürülmektedir."
 
'Siyasileştirilmiş hukuki dosyalar'la ilgili bir yakın tarih belgeseli yapılsa yaptığı haberlerle belgeselin büyük kısmını işgal edebilecek bir gazetede bu demecin yayınlanmasındaki ironiyi bir kenara koyduğumuzda bu kez karşımıza tarihin en büyük pişkinliklerinden birisi çıkıyor. Avukat Akkoç aynen şöyle söylüyor: "Komplo kurdunuz diyorsunuz. Casus diyorsunuz. Terör örgütü diyorsunuz. Daha zarar nasıl olabilir? Mahkeme bütün bunlara rağmen diyor ki siz zarar görmediniz"
 
Evet, toplumun hafızası zayıftır ancak TSK'nın orijinalliğini reddetiği belgeleri manşete çekip darbe planlarından bahseden ve hiçbir soru işareti kabul etmeyip ağzını açan herkesi "Ergenekoncu, onu da Ergenekon'dan alacaklar" diyebilen insanları henüz bu toplum unutmadı. Yanlış evin basıldığı ancak her nasılsa doğru delilin bulunduğu casusluk davaları da hala hafızalarda taze. Fuhuşla suçlanan ama mahkemeye 'bekaret raporu' sunan kadınlar da maalesef hukuk tarihimize hiç de arzu etmeyecekleri şekilde geçtiler.
 
28 Şubat sürecindeki bütün hukuksuz davalarla ilgili şöyle bir klişe cümle duymaya alışmıştık: "Türk yargısına güveniyoruz. Hep birlikte bekleyip sonucu göreceğiz". Benzeri uyarıların her nedense Ergenekon davası ve takip eden diğer benzer davalarda sürekli Zaman gazetesi yazarlarınca neden yapıldığını merak etmek hakkımız. Ne var ki konumuz 'Tahşiye' davası olduğu için bu merakımız şimdilik sadece merak olarak kalabilir. Ancak Tahşiye davas sanıklarının da bu ülkenin vatandaşı olarak kendilerine 'kumpas' kurulduğunu düşünen her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi suç duyurusunda bulunma hakları var ve hiçbir avukatın da onların suçlamalarını 'düzmece' diyerek itibarsızlaştırmaya bizce hakkı yok. Eğer ortada bir 'düzmece' dava varsa bu da bizzat 'siyasi' bir dava olan Tahşiye davasının kendisi.
 
Buradan avukatlara da bir mesaj vermek istiyoruz: 'Tahşiye Davası' sanıklarının şikayetleri sonucu başlayan süreci medya tedhişi ve haber kalabalığıyla boğmak yerine sakince şu sorulara cevap vererek suçlanan polisleri hakkıyla savunabileceğiniz kanaatindeyiz:
 
1- Kendilerine bir kere bile 'Tahşiyeciler' ya da 'Tahşiye Örgütü' demeyen bir dini cemaatle ilgili 'El Kaide bağlantılı Tahşiye Örgütü' ya da 'Tahşiyeciler' ifadelerinin kullanılmasının Fethullah Gülen'in 'Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler' demesini takip eden günlere denk gelmesi sadece basit bir tesadüf mü?
 
2- Tek Türkiye dizisinde, Zaman gazetesinde ve hatta Hüseyin Gülerce'yle Ahmet Şahin'in köşelerinde ansızın 'Tahşiye' meselesini gündeme almaları hangi gazetecilik saikiyle ilgili?
 
3- 'El Kaide'ye bağlı kadın satıcıları', 'Eşcinseller' ve 'İmamlar' gibi hayatın doğal akışına aykırı bir 'örgüt'ün başına nasıl Vakit yazarı Mustafa Kaplan'ın geçtiğini hukuki karinelerle bugüne kadar izah edebilen çıktı mı?
 
4- Ruhsatlı silahların terör örgütü delili olduğu bir dava dosyasının ciddiyetiyle ilgili kimsenin soru sormaya hakkı yok mu? Kamera kullanılmadan bulunan delillerin varlığı dahi bir dosyadaki 'kumpas' şüphesinin delili sayılmaz mı? 
 
5- Sadece bir ismi sevdiğini beyan ettiği için bir şahsın sevdiği kişinin kurduğu örgüte mensup kabul edilmesinin ne kadar 'sakat' sonuçlar doğurabileceğini fark edebiliyor musunuz? 
 
6- 'MS' hastası olduğu raporlarla belgelenen, desteksiz yürüyemediği ve ciddi görme problemleri olduğu tıbbi belgelerle ispatlanan "bir örgüt lideri"nin ansızın fark edilmesine sebep olan herhangi bir eylem hazırlığı var mıydı? Ne oldu da Zaman'ın 2004 yılından beri MİT tarafından takip edildiğini söylediği dini grup ansızın polisin de radarına girdi?
 
7- MİT tarafından 2004'ten beri takip edildiği Zaman gazetesi tarafından iddia edilen ancak iddianamede adı bile geçmeyen bir bu belgeyle var olduğu iddia edilen bu 'örgüt'ün ansızın polis tarafından da  fark edilmesi nasıl oldu da Gülen'in konuşmasından hemen sonraki günlere denk gelebildi?
 
8- Belki de en önemli soru şu: 'Tahşiyeciler'i kim, neden ve hangi motivasyonla 'icat' etti? Bu soru cevaplanmayı, hiçbir rasyonel delil olmadan operasyon yapan polisler de yaptıkları operasyonun hesabını vermeyi hak etmiyor mu? Sadece memur olduğu için bir şahsın memurluk faaliyeti içerisinde yaptığı 'kanunsuz' eylemlerin sorgulanması neden bu kadar rahatsız edici? Dahası bu rahatsızlık neden sadece Gülen Hareketi'ne yakın gazeteler tarafından dile getiriliyor?
 

Haber Ara