Dolar

32,5093

Euro

34,9415

Altın

2.435,68

Bist

9.716,77

Kazım Sağlam: İslamcılar AKP'nin arka bahçesi mi?

İslami camianın önde gelen kalemlerinden yazar Kazım Sağlam, İslami camia ile AK Parti arasındaki ilişkiyi değerlendirdi. İşte Kazım Sağlam'ın Timetürk için kaleme aldığı hem sert eleştiriler hem de dostça tavsiyeler içeren yazısı;

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-04 11:37:24

Kazım Sağlam: İslamcılar AKP'nin arka bahçesi mi?

KAZIM SAĞLAM | TİMETURK


İslâmcılar AKP’nin Arka Bahçesi Mi?

Son zamanlarda sıkça dile getirilen; İslâmcılar AKP’nin arka bahçesi durumuna düştüler, hükümetin icraatlarını ve genel siyasetini doğru değerlendiremiyorlar, sadece hükümetin hoşuna giden işler yapıyorlar ve hükümeti memnun etmek için fikir üretiyorlar. Yanlışlarını görmüyorlar. Eleştirmeleri gereken icraatlarını gündeme getirmiyorlar, her gün yeni bir tezgâh gündeme taşıyarak -Ergenekon, paralel yapı, darbe girişimleri…- ülkeyi felakete sürükleyen siyasetini örtüyorlar. Dahası, bunları dile getiren bazı şahısların da sesini kısıyorlar, kesiyorlar. Yandaş -Kartel medyası olmayan- medya üzerinden bir karşı kumpas kurarak, arkasına hükümet gücünü de alarak istedikleri gibi bir atmosfer oluşturuyorlar. Bunlar ve daha benzeri çokça iddialar ve değerlendirmelere şahit oluyoruz.

Buna karşı -Kartel medyası olmayan- hükümet yanlısı olanlar, meselenin hükümet meselesi olmadığını, mesele; memleket- millet meselesi, dahası topyekûn bir ümmet meselesi olduğunu dile getiriyorlar. Müslümanlar, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen zaman zarfında eşit haklara sahip olamadılar, daima horlandılar, ikinci sınıf muameleye tabi tutuldular. Başörtüleri yasaklandı, sakallarıyla kıyafetleriyle alay edildi, inançları, düşünceleri ötekileştirildi. Ülke haini, vatan düşmanı, işbirlikçi ve aklı çalışmayan yaratık muamelesini gördü. Bunu yapanlar ülkenin tüm imkânlarından yararlandılar, iktisadi olarak Müslümanların önünü kestiler, eğer ticaret yapıyorsanız, sanayici iseniz, mutlaka dine dindarlara karşı durmanız ve cephe almanız mecburi idi. Okumak istiyor idiyseniz, laik bir hayat sürmeniz gerekecekti, Müslümanlığın vecibelerini yerine getirerek üniversitede hoca olamazdınız. Başınız örtülü, sakallı veya beş vakit namaz kılıyor idiyseniz, kapıcı veya hizmetli olmanıza müsaade edilirdi. AKP bunu kırdı ve fırsat eşitliğini getirmeye çalışıyor daha tam sağladığı da söylenemez. Müslümanlar pozitif bir ayrıcalık/ayrımcılık istemiyor, sadece eşit insan, eşit vatandaş eşit imkân istiyor. Bu durum, ülkeyi kendi mülkü görenlere ağır geliyor, kendilerini adı geçen Müslümanlarla denk görmeyi bir düşüş, bir mevkii kaybetme olarak görüyorlar.

Müslümanlar bu ülkenin tarihiyle, coğrafyasıyla, insanıyla, geçmişiyle barışmak ve köksüzleşmeyi önlemek istiyorlar. Müslümanlar kendi kalarak bu ülkede söz söylemek istiyor, namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek, faizsiz bir hayat sürerek yaşamak istiyor. Kimsenin yaşantısına da karışmıyor, ama fikrini, düşüncesini, itikadını açıkça ve engel tanımadan topluma sunmak istiyor. Demokrasi dediler, Müslümanların bir kısmı itikadi bazı riskleri göze alarak o yola da başvurdular, ama karşı tarafı razı etmek mümkün değil. En son Fransa’daki olaylarda gördük ki Müslümanların kutsalına bu ülkede de hakaret etmeyi kendilerine vazife sayan çevreler var. Müslümanlar, bu ülkede kendi değer yargılarına sahip çıkarak yaşamak istiyor, kimse zinde güçlerden medet bekleyerek önlerini kesmeye kalkışmasın. Doksan-yüz yıllık siyaset yürümüyor; laikler, Kemalistler, ateistler, aleviler bunu görmeli ve Müslümanca yaşamak isteyenlere alışmalıdırlar. Bu ülkenin toprağı, tarihi, öz kimliği İslâm’a aittir eğer bunu görmez veya Müslümanları/dinini yaşmak isteyenleri tekrar dışlarlarsa olacakların sorumluları kendileridir, onlara Fransız jakobenleri de ABD uşşakları, İsrail Siyonistleri de fayda sağlayamaz, burada ve yan yana yaşamak zorundayız, adı geçen çevreler de bunu bilmeli ve buna alışmalıdırlar.

Adı geçen zümrelerin (laik, Kemalist…) AKP’ye karşı çıkışları, ülke menfaati için değil hükümetin ülkeye sahip çıktığı içindir. Bu ülkenin ilanihaye başka ülkelere bağlı kalmasını istemiyoruz. Ama öyle yerden ve gerekçelerle AKP’ye saldırılıyor ki ülkesini seven herkesi AKP’ye sahip çıkmaya zorluyorlar. AKP’nin yanlışlarını onlar örtüyor, İslâmcılara eleştiri ortamını bırakmıyorlar, ABD adına, İsrail adına, Fransız tarzı İslâm karşıtı düşünceleri adına, saldırıyorlar. Halka, halkın itikadına parti adına saldırıyorlar, bu da AKP’nin işine yarıyor.

AKP veya bugünkü hükümet, artık eski siyaset tarzıyla ülkenin idare edilmesinin mümkün olmadığını gördü ve yenidünyanın durduğu veya geldiği yeri de hesaba katarak bir siyasi atakta bulunuyor, gelinen yer itibarıyla “ya yeni hal veya izmihlal” eski hali muhal olarak görüyor. İzmihlali kimse istemez ama yeni hali de anlamakta zorlananlar, anlamak yerine saldırıyla mevkii elde etmek istiyorlar. Sadece karşı çıkıyorlar, İslâmcılar sadece karşı çıkma merhalesini aşarak gelecekte ülkenin ve dünyanın gideceği istikameti düşünüyor onu tartışıyorlar. Bu yönde çalışmak AKP ile alakalı değildir, insanlığın, İslâm’ın ve ülkenin geleceğiyle alakalıdır ve Müslümanlar bu konuda söz söyleme ve teklifte bulma hakkını kullanıyorlar. Gerçeği söylersek bugün dünyada batılı ve doğulu emperyalistlere karşı çıkış sadece ve sadece Müslümanların işidir. Diğer sol-sağ miadını doldurdu, yere çakılmışlar, İslâmcıları da beraber yere çakmak istiyorlar, en azından seslerini kısmak istiyorlar. Ellerindeki gücü Müslümanların önünü kesmek için kullanıyorlar, bir açmazı açmak veya bir probleme çare bulmak diye bir gayretleri yok. Tüm imkânlarını AKP’yi tenkide ve yanlışlarını bulmaya yahut yanlış yaptırmaya harcıyorlar. Bu ruh halinden bir açılım beklenmez, işte burada İslâmcıların tamamını AKP safında göstererek, ileri sürülen düşünce ve önerilen önerilerin bütününü de AKP’nin arka bahçe ürünü diye yaftalayarak toplumla İslâmcıların teklifleri arasına barikatlar kuruyorlar.

İslâmcılar bütün bunların farkında ve ona göre bir dil geliştiriyorlar, bu da yeni bir anlayıştır. Bu kadim anlayış ve yeni söylemi, Türkiye’deki sol-sağ ve derincilerin anlayamadığı ve kabullenemediği bir durumdur.

Normal Olmayan Bir Durumla Karşı Karşıyayız

Türkiye’de ilkelere bağlı istikamet üzere yürümek oldukça sıkıntılı ve bedel isteyen bir durum. Çünkü kim kimdir? Neyi niçin savunuyor veya karşı çıkıyor çok açık ve sarih değil. Kamplaşmaya karşı çıktığını söyleyen erbab-ı kelam ve kalemin kahir ekserisi, bir kamp adına konuşuyor.

Normal olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Hem siyasi atmosfer olarak, hem fikri ortam olarak, hem ahlaki ortam olarak bir kargaşa var. Sanki yeniden bir dünya kuruluyor ve herkes bu yeni oluşumda kendine bir yer edinmek veya alan açmak için var gücüyle gayret ediyor. Aslında çalışıyor da diyemeyiz bir şeyler kapmak veya kaptığını kaybetmemek üzere canhıraş bir çaba içinde.

Bu toplumsal savrukluğun, yere basmayan düşünce ve varoluşların sebeplerine inilmeden geçici kamplaşmalar, taraf tutmalar kalıcı iz bırakmaz ve normalleşmeye de katkı sağlayamaz.

Hangi ideoloji ve düşünceye sahip olunursa olunsun, kendine ait değer yargıları olmayan ve orta yerde durmaya çalışan mütevazı insanların büyük iddia sahibi gibi davranması ve kendini o yetkinlikte görmesi problemin ana kaynağını teşkil eder. Bağlı bulunduğu havzanın tarihi köklerine inerek oradan bugüne kadar meydana gelen gelişmeleri ve tarihi seyri takip ederek oturtulmuş bir fikir atölyesi ve bu atölyeden çıkmış kültür mirasına malik insan sayısı maalesef yok denecek kadar az.

İlk önce devlet ve millet farklı kulvarlarda yürüyüşünü sürdürüyor/du. Devlet batı medeniyet dairesine girmiş lakin bunu açıkça adını koyarak ve ne manaya geldiğini de olduğu gibi göstererek halkına ilan etmemiştir. Çok müphem bir tarzda belli belirsiz ilan etmiş. Kapalılığın ve muğlaklığın birçok sebebi sayılabilir. Ama ana hatlarıyla ve bizi ilgilendiren yönüyle değinmek gerekir. Bugünkü muğlaklığı Osmanlının gerilemesinden veya inkırazından sonra medeniyet havzasını değiştiren devlet ile buna direnen ahali ve bazı aydınlar arasında bir farklılık olduğu aşikar. Bu farklılığın getirdiği kamplaşmada devlet ana gövdeyi oluşturuyor, muhalif duranlar tali bir durumdadırlar. Devlet eliyle bağlı bulunduğu medeniyet ve kültür havzasında meydana gelen kırılmayı hafifletmek ve halka kabul ettirmek için Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslâmlaşmak” teslisi öne sürüldü ve yeni devlet Hristiyanlığı çağrıştıran bu anlayışla 1950’li yıllara kadar idare etti.

….

Devletin bu tuhaf duruşu 90-100 yıl gibi kısa zamanda içinde açmaza girdi. Bu açmazını açmak ve önünü görebilmek adına yeni hamlelere girişti. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini yeniden sorgulamaya veya yeni şartlara göre gözden geçirmeye başladı. Bu gözden geçiriş, ilkeli ve imanî bir kalkıştır demek güç, gene devletin ali menfaati ana merkezdedir.

Devlet açısından bu inişli çıkışlı gidişat anlaşılır olabilir, ama itikat sahibi, ahiret merkezli düşünen Müslüman halk için bu böyle değildir. İnanışın da karşı çıkışın da bir gerekçesi olmalıdır. Halkın kabul veya ret gerekçesiyle devletin kabul ve ret gerekçesi bir olmadı. Çünkü Türkiye’de devlet halk için/millet için var olmaz, halk devlet için vardır. Asıl olan devletin bekasıdır, halkın düşünce ve inanışına uyup uymaması çok önemli değildir. Her şeyi tepeden değiştirmeye alışan devlet ricali (bürokratlar-akademisyenlerin bir kısmı, aydınlar…) bugün dahi aynı yolu izliyor diyebiliriz. Hükümete karşı çıkanların büyük kısmı da devlet refleksiyle karşı çıkıyor.

Sanki devlet (hükümet) ile AKP muhalifleri yer değiştirmiş, hükümet öze dönmeyi, tarihe ve coğrafyaya sadık kalmayı, muhalif ahali de devlet halkla barıştığı için karşı çıkıyor. Devlet- millet kaynaşmasında yer alamayanlar, yeni ve yapay bir muhalif halk oluşturma derdinde.

AKP, kaypak bir zemin, oturmamış ve ne istediğini bilmeyen bir muhalefetin hüküm sürdüğü bir ortamda siyaset güdüyor.

İslâmcıların durduğu yer ve kültür havzası belli, ya onlara karşı çıkanların durdukları yer ve dahil oldukları havza belli mi?

Şahısların ve varsa farklı kesimlerin her biri kendisi olmalıdır, kendisi olmak, mevkiine uygun giyinmek veya mevkiinin verdiği güçle topluma üstten bakmak değildir. Hangi medeniyet ve kültür havzasına dahil ise ona uygun düşünmek ve davranmaktır. Bu becerilebilirse belki bir oturmuşluk sağlanabilir.

AKP batı medeniyet havzasıyla İslâm medeniyet havzasını kararak bir yeni anlayış ileri sürüyor intibaını veriyor. Bu intiba tam net değil fulüdür. Bir yönüyle batıyla hesaplaşma çizgisini sürdürüyor diğer yönüyle batı değer yargılarını tüm insanlığın ortak ve vazgeçilmez değeri olarak görüyor ve savunuyor. Bu çelişkiyi anlamak hem kolay hem zor. Kolaydır; çünkü güçsüz bir devletin yekten batıyla hesaplaşması zordur. Bunu merhale merhale geliştirerek güçlendikçe mevki elde ederek yol yürüyor.

Zordur; batı değer yargılarını yargılama, sorgulama sadece söylem bazında mevcuttur, Avrupa birliği serüveni ülkeyi batıya bağlama projesidir. Bu projenin öncülüğünü yapan AKP batıyla on sene yirmi sene sonra hangi geri beslemeyle hesaplaşacak. Aslında batıcılar AKP’ye niye karşı çıktıklarını anlayamıyorlar, AKP siyasetiyle halk Batılılaşırsa en çok onların işine yarar. Demek feveranları başka sebeplere dayanıyor. Acaba onlara göre bu batılılaşma serüveni AKP tarafından istismar edilerek İslâmî bir alan açmaya matuftur da onun için mi bağırıp çağırıyorlar.

Türkiye’de tecrübeyle müşahede edildi ki; halka mal olan projeler değişerek, değiştirilerek uydurularak şekil değiştirir ve toplumun karakterine bürünür. Ondan sebeptir ki Batılılar ve batıcılar Avrupa birliği serüvenini halkın bağrında yetişenler eliyle olmasından endişe duyuyorlar, AKP’den devralarak Batılıların istediği gibi yürütebilen bir kadroya vermek istiyorlar.

AKP hükümeti, çevreden gelerek merkeze doğru hızla ilerliyor hem merkezi değiştiriyor/bir çeşit bozuyor hem de Anadolu insanını değiştiriyor. Bu iki yönlü muamele hükümete karşı hem tasvibkar tavra vesile oluyor hem de düşmanlığa sebebiyet veriyor. Bu dönüşümde AKP’ye batılılar tam güvenmiyor.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Haber Ara