Dolar

32,5112

Euro

34,8107

Altın

2.475,28

Bist

9.530,47

PEGIDA'yı nasıl okumalıyız?

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-02-02 08:48:20

PEGIDA'yı nasıl okumalıyız?

TİMETURK | EDİTÖR MASASI

20.Yüzyıl, hem post-modernitenin hem de kapitalist ekonomik görüşün "başarı"yla dünyayı yeniden oluşturduğu bir yüzyıl oldu. İki dünya savaşını takip eden Soğuk Savaş'ın da bitiminden sonra Avrupa bir "huzur" ve "maddi refah" adası haline geldi. Avrupa Birliği sonrası uzun süre siyasi dengenin hakim olduğu Avrupa'da 2000'li yıllara kadar ciddi bir terör saldırısı yaşanmadı. Dahası aşırı sağ eğilimler zaman zaman parlasa da Avrupa toplumlarının genelinde herhangi bir inanç ya da düşünce grubuna karşı fiili bir saldırı süreci yaşanmadı. Ancak 2000'li yıllar hem bu algının yıkıldığı hem de dünyada asimetrik değişimlerin yaşandığı olaylarla başladı.

KOMUNİZM SONRASI YENİ DÜŞMAN ARAYIŞI


11 Eylül 2001 saldırılarının Batı toplumundaki refah ve huzur hissiyatını temelden sarsmasını takiben - ki hedeflenenin bu olduğu daha sonra saldırıyı düzenlenen örgüt tarafından da deklare edildi - Batı aradığı yeni düşmanı bulmuş oldu. 11 Eylül saldırıları ile elimizdeki stratejik bilgiler ve komplo teorilerini kenara koyduğumuzda elimizde Batı ve İslam arasında bir kavga kalır ki bu kavgayı ilk teyit eden de Obama'dan önceki ABD Başkanı II.Bush olmuştu. "Bu yeni bir Haçlı Seferi'dir." diyen Bush, hemen peşinden ekleyecekti: Ya bizdensiniz ya onlardan.  

Bush'un "Ya bizdensiniz ya onlardan" çağrısı, Avrupa'da geniş bir karşılık buldu. ABD öncülüğündeki ISAF tarafından işgal edilen Afganistan'a İngiltere'den 9.500, Almanya'da 4.900, İtalya'dan 3.816, Fransa'dan 3.308, Polonya'dan 2.457, Romanya'dan 1.843, İspanya'dan 1.481 asker gönderildi.  Bush'a göre bu bir "Haçlı Seferi"yken, Müslüman toplumlarda yaygın olan görüşe göre bu "Haçlı Seferi" tamamen "İslam'a karşı açılmış" bir savaştı. Artık klasikleşmiş bir görüşü ifade ediyor olsa da Batı, Komunizm sonrası İslam'ın kendisini ya da kendi algısına göre "Terörist Müslümanları" yeni düşman olarak belirledi. Elbette bu düşmanlaştırmanın aynı zamanda düşmanın içerideki parçalarını radikalleştirmesi gibi neticesi de olacaktı ve oldu. 

KÜRESEL ŞİDDETİ İSLAM'LA EŞİTLEME PROJESİ

11 Eylül'ün ardından başlatılan "Oryantalist" projeler neticesinde İslam dünyasında uzun süre "Şiddetten uzak Müslüman yapılar" söylemiyle "şiddete meyilli" örgütlerin marjinalleştirilmesi amaçlandı ancak sebepleri ortadan kaldırmadan doğrudan örgütlerin organik varlığını hedef alan bu çabalar başarılı olamadı. Aksine 11 Eylül öncesi sadece Afganistan'da birkaç bin El Kaide militanı ve Afganistan dışında savaş tecrübesi bulunmayan Taliban varken, 11 Eylül sonrası El Kaide düşüncesi kendisini fırsat bulduğu bütün sahalarda kendisini üretebilen pratik bir örgütlenme aklına dönüştürdü. Bugün El Kaide'nin kendisine bağlı ya da El Kaide düşüncesinin farklı - aşırı yorumlarına göre kurulan örgütler Afrika'nın en batısından Malezya'ya kadar uzanıyor. 

Kısaca Afganistan'da bulunan El Kaide dışında bugün kendisini El Kaide'ye nispet eden örgütler kısaca şunlar: Mağrip El Kaidesi, Ensar'uş Şeria (Libya El Kaidesi), Eş Şebab (Somali El Kaidesi), Yemen El Kaidesi (AQAP), Nusret Cephesi (Suriye El Kaidesi), Afganistan El Kaidesi, Hindistan Yarımadası El Kaidesi, Malezya El Kaidesi ( Cemaat-i İslami). Eğer Irak'taki IŞİD'i de aynı nehir yatağından ayrılmış bir kol olarak düşünürseniz bitirilmesi hedeflenen yapılanmanın her alanda daha da büyüdüğünü rahatlıkla görebilirsiniz.

Esasen İslam'ı "dirençsizleştirme" projesinin pek çok noktada karşılık bulamaması ve pek çok bölgede de sonuç vermemesi Batı'yı "İslamofobi" söylemini yaygınlaştırmaya itti. Özellikle son birkaç yılda şiddetlenen "İslamofobi"nin arka planı bu çaresizliğin bir neticesi olarak değerlendirilebilir.


Almanya'da son 14 yılda hiçbir terör saldırısı olmamasına ve imkanları kısıtlı küçük gruplar dışında ciddi bir"radikalleşme" eğilimi göze çarpmamasına karşın Spiegel, Focus ve BILD gibi toplam tirajı 2.5 milyonu aşan gazetelerin gündeminde sürekli "İslam, Radikalizm ve Terör" gibi başlıkların yer alıyor. Esasen Avrupa basının genel söylemi şiddet ile İslam'ı doğrudan eşleştirmek ve şiddetin sebepleriyle şiddet arasındaki ilişkiyi koparıp / unutturup, sebebi doğrudan İslam'ın kendisi haline getirme projesinin en yalın haliydi. 

Almanya'daki PEGIDA örneği de bu çerçevede Almanya'yı oluşturan kodların doğurduğu bir sonuç. Özellikle basında"İslamofobi" yayınlarının artışı beraberinde kendisini  Hristiyan ya da ateist olarak tanımlayan pek çok Alman vatandaşını İslam'ı araştırmaya yöneltti. Resmi rakamlara göre son yıllarda İslam'a geçen Almanların sayısı artık on binlerle ölçülebilecek düzeyde ve PEGIDA hareketi de şiddetin sebeplerine eğilmeden şiddeti İslam ile eşitleyen bakışın aynadaki aksi olarak görülmelidir. PEGIDA saf haliyle göçmenleri "Paralel toplum" olarak değerlendiriyor ve göçmenlerdeki radikalleşmenin sebeplerini es geçerek doğrudan radikalleşmenin sebebi olarak  göçmen toplumunu hedef alıyor.

PEGIDA NAZİZM'İN YENİ YÜZÜ MÜ?

Siyasal birliğini sağlaması oldukça uzun bir süren ve  sonunda Berlin duvarının yıkılmasıyla sancılı bir birlik kurabilen Almanya, çok milletli, çok kültürlü ya da çok dinli yaşama pek çok Avrupa ülkesinin aksine aşina değil. II.Dünya Savaşı'nı takiben iş gücüne duyduğu ihtiyaçtan ötürü göçmen kabul eden Almanya'nın göçmenler; dolayısıyla Müslüman Araplar, Türkler ya da Afrikalılar ile tanışması diğer Avrupa ülkelerinin aksine oldukça geç bir dönemde oldu. Fransa ve İtalya Kuzey Afrika üzerinden, İngiltere de Asya'daki sömürgelerinden ötürü Müslümanların kültürü ve hayatına aşina kabul edilebilirdi ancak Almanlar Avrupa'nın içerisinde nispi olarak daha kapalı bir toplum niteliği taşıyorlardı.

Alman toplumunun kültürel kodlarına bağlılığı ve daha önce 'Nazizm'e dönüşebilen en itinalı ifadesiyle 'milli özgüven'i Müslüman göçmenlerle yüzleşmek zorunda kaldı. Türkiye özelinde, özellikle taşradan Almanya metropollerine göçen  ve kendi kültürlerini gittikleri ülkede yeniden inşa eden / kurumsallaştıran insanlar, Alman toplumunun temel nitelikleriyle sanıldığı gibi bir uyum arz etmiyordu. 'Gastarbeiter' (Misafir işçi) olarak tanımlanan göçmenlerle ilgili bir sosyal uyum politikasının Alman devleti tarafından kurumsallaştırılmaması - belki de gelenler uzun süreli misafir kabul edildikleri için-  2000'li yılların başına kadar toplumsal ayrımın büyümesine yol açtı.

'Paralel toplum' algısının Almanya'da oluşması, yaygınlaşması ve PEGIDA haline gelmesi birkaç yıllık bir olaylar zincirinin sonucu değil. Almanya'nın 'misafir' gördüğü ve ekseriyetle anavatanlarında da sadece döviz girdisi olarak görülen insanlar, gittikleri toplumda küçük birer Konya, küçük birer Yozgat ya da küçük birer Kahire inşa ettiler. Dili, siyasete bakışı, kültürel nitelikleri ve bireyse tavırları itibariyle 'Alman' sayılamayacak bu topluma karşı duyulan tepkinin dillendirilmesi de yeni bir mesele olarak değerlendirilemez. Göçmenlerin hızlı nüfus artışı, toplumlar arası uyumsuzluk ve sosyolojik katmanlar arasındaki geçimsizlik Almanya'da 2000'li yılların başından bu yana sürekli tartışılıyor ve Alman siyasiler arasında bu konuda ciddi ihtilaflar var. Thilo Sarrazin bu durumu "Almanya kendisini yok ediyor" kitabıyla tanımlarken Eski Almanya Cumhurbaşkanı Wullf'a göre "Yahudilik ve Hristiyanlık gibi İslam da artık Almanya'nın doğal bir parçası." 

Algı düzeyinde Alman siyasilerin resmi söylemiyle Alman toplumu arasında ciddi bir kopukluk olduğunu  ancak hakikatte Alman devletinin de asli duruşunun İslam'a karşı PEGIDA'dan çok uzak olmadığını söylemek mümkün. 2012 yılında Yahudilik ve İslam'da dini bir gereklilik olan Sünnet'in yaralama suçu kabul edilip yasaklanması girişimi, ülkedeki 8 milyona yakın Müslüman tarafından protesto edilmiş ve binlerce sivil toplum örgütü tarafından girişimin durdurulması talep edilmişti. Ancak Almanya Yahudileri tarafından Sünnet'in yasaklanmasının kabul edilemeyeceği açıklanana kadar tasarının gerekliliğinde Alman siyasiler ısrar ettiler ve Yahudilerin talebi sonrası yasa tasarısı parlamentoya sunulmadan geri çekildi. Sadece bu örnek üzerinden dahi bakıldığında İslam'ın Alman toplumu ve devleti için nasıl bir "dilemma"olduğunu anlamak mümkündür.

Dolayısıyla PEGIDA'nın Nazizm'in yeni yüzü olduğunu söylemek oldukça güç  fakat PEGIDA'nın Alman devletine rağmen var olduğunu ya da Alman devletinin göçmen politikasıyla ilgisiz olduğunu öne sürmek de göründüğü kadarıyla imkansız.

PEGIDA NASIL DOĞDU?

II.Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu Almanya'nın bir parçası olan Dresden, 25 yıldır 'asıl' Almanya'nın doğrudan bir parçası. Doğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki siyasi ve sosyal uçurum, aradan geçen 25 yıla karşın hala kapanmış değil. Üstelik ekonomik sıkıntılar ve istihdam imkanlarının zayıflığından ötürü Dresden kentinde ciddi bir göçmen nüfusu da bulunmuyor. Dresden'de  Müslüman olan ya da olmayan yabancıların oranı % 0.4 ve PEGIDA, göçmen toplumunun"sorun" teşkil etmeyecek kadar az olduğu Dresden'de doğdu. Aşırı sağ  grupların örgütlediği PEGIDA, ortaya çıkar çıkmaz Hristiyan Demokratlar 'PEGIDA'yı oluşturan insanların endişeleri ciddiye alınmalı.' diyerek ilginç bir tavır aldı. 

"İSLAMLAŞMA TEHLİKESİ " VE DİĞER MESELELER

PEGIDA'nın endişelerini dikkate alan Almanya İçişleri Bakanı, "Almanya'nın İslamlaşması gibi bir risk yok." ifadesini kullanabilmekte ve İslam'ın bir "risk / tehlike" olarak addedildiği aslında devletin en üst düzey isimleri tarafından zımni olarak itiraf edilebilmektedir. Dolayısıyla PEGIDA'nın dikkate alınmasını salık veren Alman resmi söylemi varken adi suçlu Lutz Bachmann ya da Hristiyan Demokrat Thomas Tallacker'ın kurduğu PEGIDA'nın garipsenmesi aslında modern bakış açısına has bir körlükle ilgilidir. Söylenmiş büyük sözlerin ya da gerçek tehditlerin değil kaldırılmış iddialı pankartların dikkate alındığı bir dünyada asıl problem İslam'ı tehlike olarak addeden nefret söylemiyken gündemi meşgul eden kaldırılmış bir bayraktan ibaret olan PEGIDA olmuştur. 

Dresden'de PEGIDA, Leipzig'de LEGIDA, Düsseldorf'da DÜGİDA, Köln'de KÖGİDA ve BONN'da BOGIDA olarak kendisini gösteren bu hareket bağımsız bir göçmen düşmanlığı değil "İslamofobi" olarak kendisini gösteren "tehdit algısı" ve "düşmanlık girişimi"nin Almanya'da kurumsallaşması olarak değerlendirilmelidir. 

Artık misafir olmayan Müslümanların ve göçmenlerin varlığıyla ilgili makul bir politika geliştirmeyen Almanya'nın, bugün karşı karşıya bulunduğu PEGIDA / LOGIDA / KÖGIDA / BOGIDA değil. Nüfusu hızla artan ve Alman toplumuyla sürekli iç içe bulunan göçmenleri,  'PEGIDA' ya da 'Sünnet yasağı' gibi semboller aracılığıyla mücadele edilecek / terbiye edilecek topluluklar olarak değerlendirmesi Alman devletinin asıl problemi. Göçmenlerle birlikte gerçekçi bir adaptasyon süreci  ve göçmen politikası inşa edilmeden Almanya'da 'paralel toplum' algısının da 'Nazizm' ve benzerlerini sürekli kullanışlı terbiye araçları olarak kullanan bir Almanya algısının da yıkılması pek mümkün görünmüyor.

Haber Ara