Dolar

32,5336

Euro

34,9417

Altın

2.439,95

Bist

9.716,77

Bülent Yıldırım hangi gemiyi terk etti?

İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı Bülent Yıldırım'ın bir ay önce verdiği röportajdaki ifadelerle ilgili dün Zaman'ın haberiyle başlayan ve sonra sosyal medyada devam eden tartışmayı Timeturk için Ensar Çalışkan yorumladı.

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-24 18:02:10

Bülent Yıldırım hangi gemiyi terk etti?

TİMETURK | ENSAR ÇALIŞKAN*


Zaman gazetesinin "İHH Başkanı Bülent Yıldırım’dan çarpıcı tespitler; Türkiye, Suriye ve Mısır’da nasıl hata yaptı?" başlığının benim için en ilginç yanı Zaman gazetesinin Bülent Yıldırım'ın "çarpıcı tespit" yaptığını söyleyebilmiş olmasıydı. "Bölgede hükumetle birlikte birçok projeye imza atan İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı Bülent Yıldırım" ifadesiyle aslında bağımsız bir yardım kuruluşunun başkanını "İçeriden bir isim" gösterebilmeleri de ciddi bir gazetecilik - ya da algı yönetimi mi demeliydim? - başarısı. Nihayetinde çok değil bir sene önce itibarını "sıfırlamak" istedikleri bir kurumun ve başkanının görüşlerinden AK Parti eleştirisi çıkarmak zorunda kalmaları aşağı yukarı içerisinde bulundukları çıkmazın ne kadar derin olduğunu hepimize gösterecek nitelikte. 
 
Zaman, OdaTv, Aktifhaber ya da hükümetin Suriye meselesinde  yanlış yaptığını makul bir şekilde ifade edemeyen pek çok medya kuruluşunun meselenin stratejik boyutunu gerçeklerle savaşmadan ifade eden iki cümleden öğrenecekleri çok şey var. Mesela Suriye meselesini "IŞİD'e ve Nusra'ya yardım götüren MİT tırları" düzleminde değerlendiriyorsanız ya da aklınızın bir köşesinde"Emperyalizme ve gericiliğe karşı vatan savunması yapan Esad" cümlesi dönüp duruyorsa elbette Bülent Yıldırım ve aslında sadece Yıldırım'dan ibaret olmayan bağımsız aktörlerin iki cümlesi sizi sarsacaktır. Meseleye bakışınız doğuyu batıdan okumayı adet edinmiş müsteşrik tutarsızlığından çıkamadığı için AK Parti'ye yapmayı çok istediğiniz eleştirileri getiremiyorsunuz ve bunu anlamak için yılların analisti olmaya lüzum yok. Sadece Suriye meselesini "kafa kesme" ve "terörist" kelimelerine endeksli değerlendiren ideolojik körlüğünüzü fark etmek yeterli.

Eğer yoldaysanız ve hangi yöne gitmeniz gerektiğini bilemeyecek kadar yönünüzü kaybettiyseniz en başa dönmelisiniz. Suriye meselesinde hem Gülen cemaatinin hem de Beşar Esed yanlısı çevrenin en başa dönerek her şeyi yeniden düşünmesi şart. Fakat meselenin çözümü bundan ibaret değil. Hükümet de en başa dönmeli ve 2011'den beri Suriye'de neler yaptığını, neleri yapamadığını sağlıklı bir şekilde analiz etmeli. Aslında bahse konu röportajın aşağı yukarı bağlamı da bundan ibaret.

Şuradan başlayalım: "İHH Başkanı Bülent Yıldırım da gemiyi terk etti" tarzı ifadeler okuyucularınızın hoşuna gidebilir. Dahası "İHH Başkanı AKP'yi bombaladı" gibi abartılı ifadeler de aynı 7 Şubat krizinde attığınız manşetler gibi Gülen cemaati müntesiplerinin gururunu okşayabilir. Hatta bu ifadelerle MİT tırlarını durdurduğunuzda ya da Kilis'teki İHH ofisini bastığınızda elde ettiğiniz birkaç saatlik başarıyı da tekrarlayabilirsiniz. Bir adım daha ötesine geçelim. Belki AK Parti tabanındaki bir kitlenin İHH'ya ve Bülent Yıldırım'a tavır almasını da sağlayabilirsiniz. Peki kaba bir bakışla zekice görünen bu tavrın uzun vadede size kazandıracağı ne var? Ya da şöyle soralım 17 - 25 Aralık sürecinde oynadığınız oyunla Türkiye'ye ne kazandırdınız? Sizi seven ya da sevmeyen fakat sizi herşeye rağmen"Cemaat" olarak gören insanların gözünde "Paralel yapı" haline gelmek dışında ne kazandınız?

Aynı soruları tersten hükümete de rahatlıkla sorabiliriz. 2011'den bu yana Suriye'de ulaşmak istenilen noktaya bir türlü yaklaşılamaması sorgulanmamalı mıdır? Hatta Türkiye'nin kuzeyinde yani sınırın yirmi kilometre ötesinde bile etkisini kaybetmiş olması makul mu karşılanmalıdır? Suriye ile bütün diplomatik kanalları kapatıp en küçük bir irtibat için İran'ın ve Rusya'nın kapısını çalmak zorunda kalmanın stratejik olarak izahını yapmak mümkün mü? Teknik sayılabilecek böylesi bir konuda kimsenin meramını anlatmaya hakkı yok mu?

Tam burada bir şahitliği ifade etmek durumundayım, Çeçenistan işgalinin en başından bu yana İHH'nın bulunduğu bütün coğrafyalarda savaş yaşanmaması ve kan dökülmemesi için gayret gösterdiği doğrudur. Tarafların meselelerini kan dökmeden çözebilmesi için gayret etmenin hem İslami hem de insani açıdan eleştirebilir bir yanı olduğunu sanmıyorum. Ancak İHH'nın taraflar arasında bir savaş başladığı zaman açıkça mazlumun yanında olduğunu da Bosna'dan beri biliyoruz ve şahitlik ediyoruz. Çeçenistan'da Kadirov'un rahatsız olduğu, Rusya'da doğrudan Putin'in çevresindeki bir ekip tarafından hedef alınan, İsrail tarafından faaliyetleri yasaklanan ve terör örgütü kabul edilen, ABD'nin sık sık hedef tahtasına oturtup terör örgütü ilan etmekle tehdit ettiği bir kurumun stratejik anlamda doğru bir çizgi takip ettiğini düşünmek için yeterli sebeplere sahibiz. 

Mısır'da Erdoğan için diktatör diyen bir temsilciyi tek cümleyle bile eleştiremeyen ve İhvan-ı Müslimin'e açıkça cephe alan Gülen Cemaati'nin kendi çizgisini meşrulaştırmak için Bülent Yıldırım'ın ifadelerini en iyimser tabirle istismar etmesini anlayabiliriz. Ancak AK Parti'ye kendisini nispet eden isimlerin de AK Parti iktidarı boyunca bütün kriz sahalarına devletten bile önce yetişen bir güce karşı birkaç internet sitesinin haberinden ötürü tavır almasının anlaşılabilir bir tarafı yok. Mısır ile makul düzeyde bir ilişki geliştirebilmek için Dışişleri Bakanlığı durmadan Kahire'ye görevli gönderirken Bülent Yıldırım'ın Mısır ile ilgili ifade ettiği ayniyle vaki hataları savunmak zorunda değiliz. Bu noktada en küçük bir eleştiriye ve görüş farkına dahi tahammül etmeden doğruyu bulmak mümkün mü?

Devletle hükümetin arasındaki çizginin ne kalınlıkta olduğunu bilebilme imkanımız yok. Ancak bugün Türkiye'nin Ortadoğu'da ciddiye alınabilir bir ağırlığı varsa bu ağırlığın yarısını Mavi Marmara'ya diğer yarısını da Davos çıkışına borçlu olduğu vicdan sahibi herkesin kabul edebileceği bir gerçek. Mavi Marmara öncesi İsrail'in Filistin'e yönelik bütün hukuksuzluklarına rağmen Türkiye'nin gösterdiği tavrın fiili değil kavli oluşu Arap sokağında eleştiri konusuydu. Ancak Mavi Marmara sonrası Türkiye'nin gösterdiği tavır Ankara'yı Ortadoğu'nun lokomotifi haline getirdi.

Suriye'de üç yüz bin insan ölmeden Türkiye ve İran'ı masaya oturtup Esed'in gitmesi için bir orta yol bulmaya ikna etme çabasının bedeli bugünkü eleştirilerse kanımca bu ödenebilir bedeldir. Ancak bundan daha da önemlisi Bülent Yıldırım'ın ve İHH'nın manevi anlamda Suriye'de gösterdikleri duruştan ötürü üstlendikleri sorumluluktur. İHH'nın pek çok yardım görevlisi bugüne kadar Suriye'nin en ücra köşelerine yardım ulaştırabilmek için yaralandı ya da şehid oldu. Savaş başlamadan önce savaşı durdurmak için gayret gösteren İHH'nın savaş sonrasında varil bombalarıyla katledilen Suriye halkıyla birlikte aynı bombaların altına girdiğine ben de şahidim. Hatta İHH görevlilerinin pek çok bölgede canlarını hiçe sayarak demiyorum doğrudan canları pahasına faaliyet gösterdiği de vakıadır.

Hayır, Gülen Cemaati'ne yakın kuruluşların neden Suriye'nin içinde görünmek yerine Suriye'nin dışındaki kamplarda ve sınırda kurulu çadır kentlerde sınırlı faaliyet gösterdiğini sormak bana düşmez. Herkes kendi eteğindeki taşı dökerken aynı zamanda kendi sorgulamasını yapmalı. Ancak şu kadarını sormaya hakkımız var; düne kadar pek çok yayınla itibarsızlaştırmaya çalıştığınız Bülent Yıldırım'ı ve MİT ile işbirliği yapmakla suçladığınız bir kurumu sadece iki paragraflık bir haberle istediğiniz noktaya konumlandırmanız mümkün mü?

"Utanmadıktan sonra dilediğini yap." cümlesiyle oldukça pratik bir ahlaki istikamet gösteren dine kendisini nispet edenlerin Bülent Yıldırım'ın sözlerinden çıkartacakları pek çok ders var. Eğer oryantalist değilseniz ve en basit anlamıyla kardeşliğe inanıyorsanız Bülent Yıldırım'ın bahse konu röportajı bir nasihattir. Dün yapılan hataların bugün farklı düzlemlerde tekrarlanmasını önlemeye yönelik belki pek çoğunun cesaret edemediği için peşinen öfkelendiği bir girişimdir. 

Hakeza; meseleleri haber ajanslarından ve yanlış kaynaklı istihbarat raporlarından öğrenmeye kararlıysanız ve gerçekleri sahadan göründüğü yalın haliyle kabul etmeye hazır değilseniz, bu girişimi yok sayabilir ve Suriye meselesini tırlar üzerinden okumaya ya da emperyalizme karşı direnen Suriye masalına inanmaya devam edebilirsiniz.

Türkiye, bu noktadan sonra artık dün olduğundan daha cesur olmalı. İktidarın ve devlet aygıtının doğrularını cesurca ifade edenlerin aynı şekilde hataları cesurca dillendirmeleri Türkiye'ye birşey kaybettirmiyor. Geçtiğimiz ay Hüseyin Yayman, Türkiye'nin Erbil'deki askeri birliklerinin hükümetin emrine rağmen emredilen manevrayı yapmadığını cesurca yazmıştı. Hüseyin Yayman'ın verdiği bu bilgi kimseye birşey kaybettirmedi, kimseyi felce uğratmadı aksine aslında hepimize görmemiz gereken bir gerçeği gösterdi. Stratejik hedefler ile saha gerçekleri arasındaki mesafe bazen sanılandan daha uzun olabiliyor. 

Şimdi dönebilir ve Bülent Yıldırım'ın hükümeti "Topa tuttuğu" ya da "Gemiyi terk ettiği" röportajı bu gözle tekrar okuyabilirsiniz. Sanırım bu kez karşısında topa tutan bir konuşmacıdan ya da gemiyi terk eden bir yolcudan fazlasını bulacaksınız.

Hayır, bu tartışmadan yapay bir AK Parti - İHH kavgası ya da gerçeğe yakın yeni bir Suriye projeksiyonu çıkmayacağı kesin. Fakat meseleleri bu düzeyde ele almakta ısrar eden bir dille asıl meselelerimizi kalıcı şekilde hükme bağlayamayacağımız da kesin.


* 2004 yılından bu yana muhtelif yayın organlarında yorumlar kaleme alan Ensar Çalışkan, özellikle Kafkasya ve Gazze konusunda yazılar yayınlamaktadır.

 @ensarcaliskan 



Haber Ara