Dolar

32,5380

Euro

34,8764

Altın

2.431,47

Bist

9.768,37

Ne oluyor sana Müslüman!

Prof. Dr. Cevat akşit: içki haram... Yılbaşında içersen iş daha da büyüyor...

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-12-29 13:24:12

Ne oluyor sana Müslüman!

RAKI içmek haram, onlara benzemek haram; ama illa rakı içeceğim diyorsan yılbaşı akşamı içme, tehlikesi var. Sonra, başka zaman rakı içersen Allah’ın (C.C.) emrini çiğniyorsun. Ama eğer yılbaşında içersen onlara da benzemiş olursun ki, bu çok tehlikelidir. Onlara benziyorsun onların bayramını kutlama yasağını da çiğniyorsun; iş büyüyor arkadaş, iş büyüyor. Sen de onlar gibi yaparsan onlara benzemiş oluyorsun. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “Kim bir kavmin kalabalığını artırsa o da onlardan sayılır” buyuruyor. Onlar eğleniyor şımarıyor, içiyor. Şimdi sen de onlar gibi eğlenir, içersen onların kalabalığını artırırsın arkadaş…

Camiye giden, namaz kılan adamın kapısında ‘Krismis’ yazıyor. Aman ya rabbi! Bu kadar şuursuz adam olur mu? Bu kadar bilgisizlik olur mu? Bu Hristiyan bayramı arkadaş. Bunu kutlayanı kimse kurtaramaz. Camiye gitse de kurtaramaz, namaz kılsa da kurtaramaz. Çünkü ezbere namaz kılıyor demektir. Adamda işin temeli yok demektir. Mü’min Mü’mine benzer. Müslüman Müslümana benzer. Müslüman imanını her yerde göstermelidir. Bu adamın kıldığı namaz boşuna, yatıp yuvarlanıyor namaz kıldım sanıyor. Bu kişiliksizliktir, her kılığa giriyor. Müslüman böyle olmaz, kişilikli olur. Ramazan bayramı değil, Kurban bayramı değil. Ne oluyor sana Müslüman? Müslüman kişilik sahibi olmalıdır. Tüm insanlar mü’min adama hayranlıkla bakmalı ve onu taklit edelim demelidir. Ama biz başkasını taklit ediyoruz. Hem de inancımıza ters şeylerde bile… Bilmiyorum diyorlar, kanunu bilmemek mazeret değildir. Bilgi vasıtaları o kadar çok ki neden uğraşmadın diye sorarlar adama. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) onlarla beraber haşr olunursunuz diyor. Kafirler ile beraber haşr olmaya kim razı olur? Bunlar ezbere Müslüman, yapacağın işi bilerek yapmak zorundasın.

Hıristiyan inancında yer alan Noel, Türkiye’de yılbaşı kutlamaları adı altında, Müslüman zihinlere aşılanıyor. Her yıl haftalar öncesinden başlayan yılbaşı hazırlıkları bu yıl da dur durak bilmiyor. Prof. Dr. M. Cevat Akşit, her türlü rezilliğin fütursuzca sergilendiği, Allah’a isyan başta olmak üzere kumar ve alkol gibi çeşitli günahlara teşvik edilen “yılbaşı kutlamaları” hakkında konuştu.


Kuluçka makinesi civciv üretir

Sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki yasaların gayri dini olduğu bir ülkede yılbaşı kutlamalarını gündeme getirmeden önce; Müslüman düşünürlerin, âlimlerin, ilahiyatçıların ve cemaatlerin; yılbaşı felsefesini doğuran yapıları gündemlerine alarak; bir davet, ihya, ıslah ve değişim hareketine girişmeleri gerekmektedir. Aksi halde kuluçka makinesinin civciv üreteceği gerçeğine ya gözlerini kapamış ya da inkâr etmiş olacaklardır.

İslam coğrafyası son yüz yıldır birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Sosyal, siyasal ve ekonomik sıkıntılar. İşgaller, sürgünler ve soykırımlar. Etnik, mezhebi ve bölgesel milliyetçi kırılmalar. Tüm bunlar beraberinde büyük acıları beraberinde getirmiştir. Bir takım sonuçlar doğurmuştur. Ancak bunlardan en önemlisi kimlik krizi olarak kendini göstermiştir.



Osmanlı devletinin hükümran olduğu topraklardan geri çekilmesiyle birlikte İslam coğrafyasının tespih tanesi gibi dağılması; yerli ve müstevli güçler tarafından işgale uğraması; var olan medeniyet iddiasından vaz geçilmesi ve egemen güçlerin hayat tasavvurunun zorla ya da aşağılık kompleksi sonucu sahiplenme girişimleri beraberinde birey ve toplumsal açıdan kimlik krizini getirmiştir.

Din/dinler, medeniyet/medeniyetler ve örf adet/örf adetler; tüm bu çoğul tanımlamalar farklı inançların yaşam tarzına dönüşen kimliklerinin ifadesidir. Kişisel şahsiyetlerin oluşumu, toplumların şekillenmesi ve milletlerin teşekkülü bir başka ifadeyle medeniyetlerin ortaya çıkışı inanç/din ekseninde gerçekleşmektedir.

Din/inanç algısı ve pratiği hayata dair tüm üretim şekillerini etkilemektedir. Düğün tarzından doğum gününe, doğumdan ölüme ve mezarlık şekillenmesine; giyim kuşamdan mekânların mefruşatına; sokaklardan caddelere ve kentin mimari dokusuna; şiirden sanata; okullardan mabet alanlarına; insan isimlerinden mekân adlandırmalarına kadar; hatta üretilen günlük kullanılan ev eşyalarına kadar her şey; inanç tarzının yansımalarını bünyesinde barındırmaktadır. Tüm eşyanın onu üretenlere ait ruhu vardır. Yani mekânlar ve eşyalar bir aidiyet taşırken; insan da ait olduğu inancın ruhunu taşımaktadır.

İslam coğrafyası son yüz yıldır birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Sosyal, siyasal ve ekonomik sıkıntılar. İşgaller, sürgünler ve soykırımlar. Etnik, mezhebi ve bölgesel milliyetçi kırılmalar. Tüm bunlar beraberinde büyük acıları beraberinde getirmiştir. Bir takım sonuçlar doğurmuştur. Ancak bunlardan en önemlisi kimlik krizi olarak kendini göstermiştir.



Aşağılık kompleksi...

Osmanlı devletinin hükümran olduğu topraklardan geri çekilmesiyle birlikte İslam coğrafyasının tespih tanesi gibi dağılması; yerli ve müstevli güçler tarafından işgale uğraması; var olan medeniyet iddiasından vaz geçilmesi ve egemen güçlerin hayat tasavvurunun zorla ya da aşağılık kompleksi sonucu sahiplenme girişimleri beraberinde birey ve toplumsal açıdan kimlik krizini getirmiştir.

Bu anlamda kimlik; inanç ekseninde dil, kavmiyet, örf, adet, gelenek, iklim ve ekonomik faaliyetlerin toplamının sonucu olduğu söylenebilir. Araçlarda arka tekerler ön tekerleri takip eder gerçeği çerçevesinde üretemeyenler üretenleri takip ederler. Üret(e)memek her yönüyle üretenlere bağımlı olmayı beraberinde getirmektedir. Çünkü üretmek egemenliktir. Özellikle sosyo-psikolojik anlamda aidiyet egemenlerin egemenliğini perçinlerken ötekilerin –––de kimlik bunalımlarına yol açmaktadır. Uzun vadede hayat tasavvuru anlamında bir tercihe zorlamaktadır.

Bir zamanların moda kavramı “kültür emperyalizmi” şimdilerde kullanılmaz oldu. Aslında emperyalist güçler ve onların saldırı araçları hiçbir zaman yok olmadı. Belki de insanlık tarihi içerisinde en güçlü ve etkili oldukları dönemi yaşamaktadırlar. Ancak ulusların pek dikkatini çekmiyor ya da içselleştirildi. Onlu yıllar öncesine kadar “kültür elçileri” kendi kültürlerini silahların gölgesinde veya iki ayaklı “misyonerler” tarafından hedef ülkelere taşırlarken ve bu anlamda uluslararası sınırları aşmada zorlanırken; iletişim ve ulaşımın baş döndürücü bir şekilde gelişmesi; ülkeler arası sınırları kaldırmış; bilgi, haber ve kültür dolaşım ve ulaşımda sınır tanımaz olmuştur. Dünya küresel bir köye dönüşmüş bu ise egemen güçlerin işini hayli kolaylaştırmıştır.

Bilgi güçtür. Güç ise egemenliği beraberinde getirmektedir. Egemenler/üretenler ürettiklerini tüketecek toplum oluşturmak zorundadırlar. Bunu sağlamak için; bilgi, haber ve diğer iletişim çeşitleri (TV. Yazılı basın, İnternet ve türevleri) ile istedikleri tipte düşünen, yaşayan ve tüketen toplum oluşturmakta pek zorluk yaşamamaktadırlar.

İşte burada hedef ülke halklarında bir çatışma ortaya çıkmaktadır. Bir taraftan kendi inanç, örf adet ve gelenekleri bir taraftan ise egemen güçlerin yumuşak güç (soft power) bağlamında dayattığı yaşam şekli arasında bir tercihle karşı karşıya kalmaktadırlar. Ancak bu noktada kırılmalar yaşanmakta ve kimlik krizi ortaya çıkmaktadır. Çünkü ilk zamanlar bir direniş/karşı duruş gözlense de zamanla üretimi ellerinde bulunduranlar adına yaşam tercihi yapılmaktadır.

Üretim araçları derken kastımız yalnızca iktisadi faaliyetler alanı değildir. İktisat ile birlikte; sosyal, siyasal ve hukuksal bir bütün kastedilmektedir. Çünkü tüm bu sayılanlar üretimin ana unsurlarıdır.

Ne kadar gerçekçi?


Türkiye özelinde kimlik sorununa bakılacak olursa; inanç grupları Yahudi, Hristiyan ve öteki seküler yaşam felsefelerine karşı bir duruş ortaya koymaya çalışmaktalar ve halkı onlara benzememeye davet etmektedirler. Örneğin miladi yılbaşı kutlamalarına katılmamaları noktasında muhataplarını uyarmaktadırlar. Ancak burada bir çelişki gözden kaçırılmakta veya dikkate alınmamaktadır. Çünkü ülkenin tüm kurumları seküler/batı standartları çerçevesinde yapılandırılmış; yasama, yargı ve yürütme bu düzlemde faaliyet gösterirken; dinin yasak ettiği tüm faaliyetler sınırsız bir şekilde icra edilirken ve İslami anlamda bu günahlara karşı bir çağrı yapılmazken yalnızca “miladi yılbaşı kutlamalarını” öne çıkarmak ne kadar anlamlı ve gerçekçi olabilir.

Yılbaşı kavramı duyanlara neyi hatırlatmaktadır. Dini bir günü mü? Kahramanların resmigeçidini mi? Bir savaşın başlangıç veya bitimini mi? Vs. Yoksa cinselliğin sokağa taşması mı, alkolün sınırsız bir şekilde tüketimi mi, kumarın her çeşidinin kazanç adına oynandığı mı, ağaç katliamı mı, nikâhın değersizleştirilmesini mi, kadim değerlerin ahlak ve edep anlayışının yerlerde sürünmesi mi; evet yılbaşı dinsel ve milli bir çağırıda bulunmaz. Tam tersine kadim/ahlaki değerlerin hiçe sayıldığı bir tabloyu ortaya koymaktadır.

Sadece yılbaşı değil...

Yılbaşında bunlar yaşanırken yılın diğer günlerinde bu tablodan uzak bir yaşam şeklinin olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Yani zinanın yasal olarak suç olmaktan çıkarıldığı, alkol üretim ve tüketimin hızla sürdüğü, cinselliğin kazanç ve eğlence sektörüne dönüştüğü, okullarında karma eğitimin var olduğu, uyuşturucu maddelerin ve kumarın değişik isimler altında ilköğretim yaşına indiği bir toplumda/ülke de; yılbaşı kutlamalarına karşı çıkmak ne kadar gerçekçi olacaktır.

Seküler anlayış kadim değerleri referans almayan anlayıştır. Kadim değerlere aykırı özgürlük veya bağımsız ahlak anlayışı onun yaşam kodlarıdır. Sekülerizmin tüm unsurlarıyla egemenliğini ilan ettiği ve sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki yasaların gayri dini olduğu bir ülkede yılbaşı kutlamalarını gündeme getirmeden önce; Müslüman düşünürlerin, âlimlerin, ilahiyatçıların ve cemaatlerin; yılbaşı felsefesini doğuran yapıları gündemlerine alarak; bir davet, ihya, ıslah ve değişim hareketine girişmeleri gerekmektedir. Aksi halde kuluçka makinesinin civciv üreteceği gerçeğine ya gözlerini kapamış ya da inkâr etmiş olacaklardır.

İslam coğrafyasında yılbaşı gerçeği bir kimlik sorunudur…

Milli Gazete

Haber Ara