Dolar

32,5065

Euro

34,9070

Altın

2.425,83

Bist

9.722,09

Vahhabiliğin ekseni Şam’a mı kayıyor?

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-12-23 15:08:28

Vahhabiliğin ekseni Şam’a mı kayıyor?
Dr. Halit Hoca

Geçtiğimiz çarşamba günü, “onur devrimleri” diye adlandırılan ve Tunuslu Muhammed Bouazizi’nin 12.17.2010 tarihinde kendini yakmasıyla bölgeyi köklü değişim sürecine sokan Arap devrimlerinin dördüncü yılını geride bırakmış bulunuyoruz. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’in ardından Suriye’de bölgenin en acı değişim süreci de dördüncü yılını tamamlamak üzere. Sivil halka karşı kimyasal silahlar dahil elindeki tüm askeri imkanları kullanan Esed ailesi rejim ile halk arasındaki bağları koparmış bulunmaktadır. Otorite boşluğunu meydana getiren bu durum IŞİD gibi aşırı radikal ve illegal yeraltı örgütlerinin hareket alanı bulmasına neden olmuştur. Daha sonra “İslam Devleti” adını kullanan bu akım, tarih boyunca tekfir fikrini benimseyen acımasız örgütlerin en başında gelmektedir.Son günlerde IŞİD ile harici düşence ekseni etrafında hareket eden tekfirci akımlar arasında bağlantı kuran yaklaşımlar olmuştur. Bu çerçevede 18.yüzyılın ortalarında ortaya çıkan ve 1932 tarihinde 3. Suud Devleti’nin ilan edilmesiyle sonuçlanan Vahhabilik akımı ile IŞİD arasındaki benzerlikler birçok araştırmacının dikkatini çekmiştir.

IŞİD ZİHNİYETİNİN TARİHİ KÖKENİ

Her iki hareketin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan zaman, sosyal, siyasi ve coğrafi faktörlerin farklı olduğu göz önünde bulundurulup bu hareketlerin, kullanılan yöntem, varoluş nedenleri ve benimsenen model açısından üç farklı kategoride ele alınması doğru olacağı kanaatindeyim.

Vahhabi hareketinin yükselişi birinci Suudi devletinin (1744-1818) doğmasına neden olan hareketin kurucusu Muhammed bin Abudlvahhab ile Necd emiri Muhammed bin Suud arasında Der’iyye bölgesinde kurulan koalisyon sonucunda oldu ve 1818 yılında Mehmet Ali Paşa'nın bu hareketi dağıtmasına kadar sürdü. Vahhabi hareketinin benimsediği model, dini otoriteyi temsil eden şeyh Muhammed bin Abdulvahab ile siyasi otoriteyi temsil eden Muhammed bin Suud arasında bir koalisyon şeklinde kuruldu. Dini otoritenin devamlılığı Muhammed bin Abdülvahhab ailesine verilirken siyasi otorite Suud ailesine verildi. Vahhabilik hareketi Necd bölgesinde padişah 1. Mahmud'un otoritesinden uzak bir şekilde çıkmasına rağmen hareketin hem dini hem siyasi tevhid düşüncesine dayalı olması hem de yayılma stratejisini benimsemesi sebebiyle o zamanki Osmanlı Halifeliği liderliğindeki İslam dünyasının birliğine karşı ciddi tehdit oluşturmuştur. Dini ve siyasi tevhid hem Vahhabi itikadını düşünce olarak benimsemek hem de Suud ailesine biat etmek anlamına geliyordu.Yani, sadece Vahhabilik itikadını benimsemeyenler değil Suud ailesine biat etmeyenler de mürted hükmünde kabul edip katli vacip sayılmaktaydı. Bu gerekçeyle 1744 ile 1925 yılları arasında 100.000’den fazla Müslüman Vehabilik akımının mensuplarınca kılıçtan geçirilmiştir. Tarihçi Emin Reyhani Necd’in Modern Tarihi adlı eserinde sadece 1904-25 tarihleri arasında 7 bin kişinin kılıçtan geçirildiğini yazdı. Dini otoriteye dayanarak yayılma gösteren Suud devleti Necd’den sonra Hicazı da bünyesine katarak şimdiki sınırlarıyla bildiğimiz 1932’de ilan edilen Suudi Arabistan krallığının kurulmasına kadar devam etmiştir. İslam Tarihi adlı ederinde Filibeli Ahmet Hilmi Efendinin analiz ettiği gibi "Müslümanı kolay öldürmeyi sağlayan"bu akım körfezde üs kuran ve Osmanlı Hilafeti’ni çökertme yollarını arayan İngilizlerden ciddi destek görmüştür. İngilizler hem Suud ailesine maddi ve silah desteğinde bulunmuş hem de Osmanlı’nın Vahhabilik Hareketini bitirmek için ard arda gönderdiği hamlelerin Necd bölgesine ulaşmasını engelleyerek Vahhabilik akımına destek vermiştir.

IŞİD’İN VAHŞİ KATLİAMLARI

IŞİD, özellikle birinci Suud devleti döneminde kullanılan metod ve dayanılan dini gerekçeler bakımından Vahhabilik akımıyla benzerlik göstermektedir. IŞİD örgütünün 2013 ile 2014 tarihleri arasında ortaya çıktığı 1 yıl içerisinde Suriye ve Irak’ta 20.000’e yakın kişiyi ve çoğunu yine Vahhabi Hareketinin kullandığı yöntemlerle katletmiştir. BM verilerine göre 10 Ekim 2013 ile Ekim 2014 tarihleri arasında IŞİD, Irak’da 10.733 sivili katletmiştir. Suriye’de ise farklı kaynaklardan elde edilen rakamlara göre sayılar yine 10.000’i bulmaktadır. Bunların 2000’ine yakını tekfir fikrinden çok uzak olmayan fakat IŞİD’e biat etmeyen El-Nusra örgütünden, 1800’ü de selefiliği benimseyen fakat toplumu tekfir etmeyen Ahrarul-Şam’a mensup mücahitlerdendir. Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin verdiği bilgilere göre IŞİD saldırılarının %87’si kendisine biat etmeyen ve mürted hükmünde saydıkları sivillere karşı olmuştur. Dini ve siyasi otorite boşluğundan zemin bulan Vahhabi akımından farklı olarak IŞİD örgütü, Irak’da faaliyet gösterinen El-Kaide örgütünün rahminden doğmuştur. Daha sonra kendisine biat etmeyen El-Kaide mensuplarını tasfiye etmiştir. IŞİD’i Vahhabilikten ayıran başka bir özellik de hem dini hem de siyasi otoriteyi birlikte elinde bulundurması ve hilafet ilan etmesidir. Vahhabilik/Suud ailesi koalisyonu modelinde ise zaman zaman halife vasfı kullanılsa da genel olarak imamlık vasıfı hakimdi. İmamlık makamını hem Suud ailesi hem de fetva makamını üstlenen Abdülvahhab ailesi kullanmıştır.

IŞİD NASIL GLOBELLEŞTİ?

El-Kaide ve daha sonra IŞİD gibi radikal örgütleri doğuran nedenler Vahhabiliği doğuran nedenlerden farklılık göstermektedir. 1.Dünya Savaşı sonrası bölgede oluşan ulus devletlerinin yönetimine el koyan rejimlerin siyasi, ekonomik ve sosyal hayatı tekelinde bulundurması ve özellikle geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bu yana bölge rejimlerinin çürümeye başlamasına tepki olarak halkta doğal ve giderek artan öfkenin oluşmasına neden oldu. Bölge halklarının bu tepkisi, Osmanlı Hilafeti’nde olduğu gibi ümmet mefhumunu hatırlayarak köke sarılma ve bütünleşme eğilimi ile kendini göstermiştir. Gerek mutedil İslami grupların resmi otorite tarafından baskı altına alınıp hareket imkanının verilmemesi, gerekse 1980 yılından sonra Afganistan, Bosna, Çeçenistan ve Irak gibi işgal yaşayan ülkelerde hamaset hissine sahip gençlere bölge rejimlerinin gösterdiği kolaylıklarla cihat kapılarının açılması protest eğilim gösteren ‘cihadi selefilik’ fikrinin, reform yoluyla değişimi öngören ılımlı İslama alternatif olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bu cihadi selefilik düşüncesi tekfir düşüncesinin yeniden üretilmesine ön ayak olmuştur. Bölge ülkelerinin istihbarat örgütlerinin cihadi selefilik fikrini benimseyen genç kitlelerin dizayn edilmesindeki rolünü de göz ardı etmemek gerekir. ABD’nin, teröre karşı savaş gerekçesiyle Afganistan’a ve Irak’a saldırıp yüzbinlerce sivil Müslümanı öldürüp işgal gerçekleştirmesine karşın, işgal altındaki Filistinli Müslümanlara bomba yağdıran İsrail’e ve Müslümanları ezen bölgedeki totaliter rejimlere destek vermesi ve bütün bunlara ek olarak Avrupa ülkelerinde İslamofobyanın yayılmaya başlaması IŞİD gibi harici düşünce ekseninde dolaşan örgütlerin, İslam dünyasındaki statükoya karşı başkaldıran ve İslam dininin özünü ve amaçlarını bilmeden sempati duyan isyankar gençleri çekmesi için hem kolaylaştırıcı rol oynamıştır hem de Vahhabi hareketten farklı olarak IŞİD’e global akım olma özelliğini kazandırmıştır. Vahhabilik hareketinin siyasi temsilciliğini üstlenen Suud ailesinin İngiliz istihbaratı ile olan işbirliği net bir şekilde görülürken siyasi ve dini otoriteyi tekelinde bulunduran IŞİD örneğindeyse bir çok istihbarat örgütünün infiltrasyonu görülmektedir.

IŞİD’İ YÖNLENDİREN İSTİHBARAT SERVİSLERİ

ABD askerleri tarafından tutuklanıp ülkelerine teslim edilen El-Kaide üyelerinin özellikle Suriye ve Irak istihbarat örgütleri tarafından 2011 yılının sonuna doğru serbest bırakılması ve bırakılanlar arasına karışmış üst düzey Baasçı ve istihbarat subayının bulunması sahada faaliyet gösteren tekfirci örgütlerinin, askeri ve istihbarat deneyimi olan unsurlarla aşılanmasına neden olmuştur. Bundan en çok yararlanan akım IŞİD örgütü olmuş ki halife ilan edilen Ebu Bekir El-Bağdadi’nin etrafındaki altı danışmanın tamamı eski Irak Baası mensubu yüksek rütbeli subayların olduğu ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önde geleni Bağdadi’nin sağ kolu Albay Hacıbekir ve Albay Ebu-Eymen El-Iraki’dir. Suriye’de Idlib, Halep, Deyr El-Zour ve Rakka’da bir çok üst düzey IŞİD yetkilisinin cihat için IŞİD’a katılan savaşçılarca dış istihbarat mensubu veya işbirlikçisi olduğu ortaya çıkmasıyla IŞİD’in bir çok istihbrat birimi tarafından yönlendirildiği anlaşılmasına neden olmuştur. Özgür Suriye Ordusununu tekfir edip muhalif gruplar arasında fitne çıkartan Ebu Huzeyfe El-Ürdüni adlı İdlib’de faaliyet gösteren komutanın, Ürdün Askeri İstihbaratında üst düzey istihbarat subayı olduğu tespit edilince savaşçılarca idam edilmiştir. Aynı şekilde IŞİD’in Halep güvenlik şefliğini üstlenen Ebu Ubeyde El-Mağribi’nin İngiliz istihbaratı ile haberleştiğinin ortaya çıkması sonucu yine idam edilmiştir. Şuaytat aşiretinden 450 kişinin idam edilmesine karar veren Deyr El-Zour'un şer’î sorumlusu Ebu Hattab El Kuveyti’nin de ABD istihbaratı ile olan bağlantısının deşifre olması sonucu ayni akibete uğramıştır. Tevhid Tugayı’nın birçok elemanını kendi eliyle kesen Ebu Hamza El-Azari’nin adlı komutanın Şii mezhepli olduğu ve Azerbeycan eski Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in şahsi korumalığını yapan üst düzey istihbarat yetkilisi olduğu ortaya çıkınca gözlerden kaybolmuştur. Bölgesel ve global birçok istihbarat örgütünün IŞİD'e infiltrasyonu, örgütün tek bir güç tarafından kontrol altına alınamamasına neden olmuştur.

KOALİSYON’UN ASIL AMACI NEYDİ?

IŞİD, elinde tuttuğu Amerikalı rehineleri birer birer boyunlarını keserek ve Sinjar’da Yezidi azınlığa karşı saldırı başlatarak bölgeye karışmama eğilimi gösteren batıyı zorla bölgeye çekmeyi başarmasına rağmen, ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı başlatılan koalisyon saldırılarının, IŞİD’in Rakka, Deyr El-Zour ve Bukamal gibi etkin olduğu Bölgelere yönelmesi yerine stratejik öneme sahip olmadığı konusunda birçok stratejistin hemfikir olduğu Kobani’yi hedef tahtasına oturtması ve IŞİD ile mücadele konusunda deneyimli olan ÖSO’yu silahlandırmak yerine silahları PYD'ye yönlendirip örgüte itibar kazandırması ve sonuç getirmeyen ağır maliyetlere rağmen bu stratejiyi değiştirmemesi birçok soruyu beraberinde getirdi. Koalisyon güçlerinin bölgede başlattığı teröre karşı savaş operasyonu gölgesinde hem IŞİD hem Esed güçleri daha çok hareket kabiliyeti sağlayabildi. IŞİD, kuzeydoğudan güneye doğru ilerleyip Şam’ın yakınına kadar dayanabilme imkanını yakalayabilmişken, Esed güçleri, Halep’i güney ve güneydoğu tarafından kuşatma imkanını sağladı , Irak'ta IŞİD’e karşı yütütülen hem hava hem kara harekatından etkili sonuç alınmaması ve IŞİD’in kaybettiği mevzileri kolayca geri alabilmesi tüm bunlar IŞİD’e karşı yürütülen koalisyonun amaçları hakkındaki şüpheleri arttırıyor. Batı koalisyonunun diplomatik ilişkilerini üstlenen General John Allen’in “Amacımız IŞİD’i yok etmek değil, itibarsızlaştırmaktır” ve BM’nin Suriye özel elçisi De Mistura’nın “Gerekirse siyasi çözüm için IŞİD ile de görüşürüz” açıklamalarını da tabloya eklersek ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelesindeki ciddiyetini sorulayıcı mehiyyet çıkıyor . Tablo bu şekilde devam ederse Irak ve Suriye’de İngiltere topraklarının alanı kadar bir bölgeyi kontrolünde bulunduran IŞİD’in kısa vadede çökeceğe benzemiyor. Suriye’de ılımlı muhalifeti itibarsızlaştırıp uluslarası camianın Esed yönetimini tekrar su yüzüne çıkarma çabaları, acımasızlığı yanında pragmatik davranabilen IŞİD’in işini daha da kolaylaştırıyor. Bu durum 1904-1925 yılları arasındaki Vahhabi hareketinin Suud ailesinin pragmatik davranmasıyla uluslararası meşruiyet kazanmasını anımsatmıyor değil.

TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR?

IŞİD’in bu kadar büyük alanı kontrol ederek oyunda kalmasının sağlanması halinde beş amaca hizmet edecektir:

1-Ortadoğu halklarına 2003’den beri yumuşak gücünü hissettiren ve bölgedeki halk devrimlerinin tek destekçisi olarak kalan Türkiye’nin önünde engel oluşturulması.

2-Kürtlerin bir çok askeri ve siyasi temsilci grubu olmasına rağmen PYD’nin Kürtlerin tek temsilcisiymiş gibi itibar kazanması.

3- İran’ın, Irak ve Suriye’deki ağırlığına karşı denge unsuru oluşturulması.

4- İslami Terör tehdidi bahanesiyle Suriye rejiminin ayakta tutulması.

5-Medeni projesi olan mutedil İslam örneğinin gölgelenmesi ve bastırılması.

Tarihin tekerrür etmesi mümkün olmasa da geçmişte yaşanan hataların bir daha tekrarlanmaması için tarihten ibret alınması şarttır. Gerek Vahhabilik gerekse de IŞİD, Haricilik düşüncesine dayanması sebebiyle aynı arazları gösteren iki farklı hastalık olabilir. Vahhabilik ile IŞİD, yöntemleri aynı ama çıkış sebepleri ve benimsedikleri modelleri farklı olan, Haricilik eksenine dayanan iki farklı akımdır. Her ne kadar Vahhabilik ve IŞİD gibi harici akımlarının sorunun temelinde siyasi amaçlar olsa da mücadelenin sosyal, ekonomik ve fikri bazlarda da yürütülmesi gerekmektedir. Haricilik akımının ümmet şuurunu her zaman baltayan bir hareket olduğunu göz önünde bulundurarak IŞİD’le etkin mücadeleyi kazanmak için onu doğuran nedenleri yok etmek gerekir.Bu da ümmetin vazifesidir.

@khaledkhoja

Haber Ara