Dolar

32,5173

Euro

34,8480

Altın

2.474,70

Bist

9.530,47

İslam Gençliği'nden Cumhurbaşkanı'na mektup

İhsan ŞENOCAK “İslam gençliğinden Cumhurbaşkanı’na mektup” başlıklı yazısında ekranların intiharından yüzyılın hizmeti imam-hatiplere, Allah’ın yaşam ilkelerinden AKP’li bir belediyenin heykel aşkına, kız okullarından çağdaş haricilik IŞİD’e kadar Müslüman gençlerin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’dan beklentilerini kaleme aldı.

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-09-10 05:17:00

İslam Gençliği'nden Cumhurbaşkanı'na mektup

Allah Teala sizi mazlum ümmet için “umut” haline getirdi. Yavrusunu kaybeden anne, sürüsünü güden çoban, çadır kentlerde hayat mücadelesi veren yetim çocuklar beşer planında kurtuluşlarını sizin muvaffakiyetinizde gördüklerinden her namaz sonunda dualarına sizi de ekliyorlar. Alimler, “İktidarı bütün ümmetin hürriyetine vesile olacak kadar uzun olsun Ya Rabbi!” diye dua ediyor. Dünyanın farklı bölgelerinden ulemanın bir araya geldiği ictimalarda adınız geçtiğinde salon dalgalanıyor, “Ümmet’in adamı” diyorlar.

Devlet başkanları bir gemiye benzer onlar batınca millet batar, onların ayağı kayınca din-u devlet, mülk-u millet zarar görür.
Devlet başkanı, milletin dininin, ırzının, malının muhafızıdır. Onda bir sarsılma olursa fikrî, ictimaî ve siyasî hayatın bütün sütunları yerlere serilir.

İnsanlar arasındaki her nevi itimadın sarsıldığı dönemlerde bile güvenirliliğini yitirmeyen “emînu’l-mille”dir devlet başkanı. Köyden kente, ihtiyardan yetime kendisine tevdi edilen emaneti cansiperane himaye ederse büyük ecirlere nail olur.

Emr-i bi’l-maruf


Seçimden önce yayımlanması planlanan fakat belli çevreler tarafından istismara medar olacağı endişesiyle bu sayıya tehir edilen yazıyı, “Emr-i bi’l-maruf” ödevini îfa çerçevesinde nazarlarınıza arz etmek istiyoruz.

Allah Teala sizi mazlum ümmet için “umut” haline getirdi. Yavrusunu kaybeden anne, sürüsünü güden çoban, çadır kentlerde hayat mücadelesi veren yetim çocuklar beşer planında kurtuluşlarını sizin muvaffakiyetinizde gördüklerinden her namaz sonunda dualarına sizi de ekliyorlar. Alimler, “İktidarı bütün ümmetin hürriyetine vesile olacak kadar uzun olsun Ya Rabbi!” diye dua ediyor. Dünyanın farklı bölgelerinden ulemanın bir araya geldiği ictimalarda adınız geçtiğinde salon dalgalanıyor, “Ümmet’in adamı” diyorlar.

Maddi planda Türkiye’nin çehresini değiştirdiniz. İmam-Hatipleri bu çapta açarak Cumhuriyet döneminin en büyük manevi hamlesini yaptınız. Bütün bunlar olurken dahilden ve hariçten gelen kuşatıcı, yok edici saldırılara maruz kaldınız. Fakat “İstanbul bütün mazlumların umududur, ezilenlerin karargahıdır, düşerse Âlem-i İslam da düşer.” dediniz küresel eşkiyaya teslim olmadınız.

Ekranların İntiharı


2. TRT’de yılda bir defa dansöz oynatılmasına ya da yılbaşı kutlamalarına tepkisini on binlerce genci salonlarda toplayarak ortaya koyan bir iman ve dava ocağından geliyorsunuz. Ne var ki iktidarınızda zinaya “yasak aşk”, iffetsizliğe “cesur pozlar” denilerek fuhşiyatınumûr-u adiyeden gösterilmesi devam etti. Ahlaksızlık aşılamaya memur yarışma programları reyting rekorları kırdı. Size yakın görünenlerin satın aldığı gazete ve televizyonların sadece haberleri değişti. Eğer bütün bunlar bedeninizi taşın altına koyduğunuz bir ortamda elini dahi taşın altına koymaktan imtina eden, “Acaba Tayyib Erdoğan giderse ne olur?” diyen bir bürokrasinin acziyeti ise, unutmamalıdır ki Hakk’ın hatırı bütün hatırlardan daha âlidir. Tabiûn devri allamelerinden Tavus, Ömer b. Abdülazîz’e gönderdiği mektupta, “Amelinin hayırlı olmasını istiyorsan, milletin işlerini de hayırlı insanlara yaptır.” tavsiyesinde bulunmuştu.

Sultan II. Abdulhamid’i de zor durumda bırakan, devlet başkanının pençesi mesabesinde olan bürokratları değil miydi? Adalarda ya da hususi mekanlarda kızlı-erkekli her nevi münasebetin muhtemel belki de muhakkak olduğu yarışma programlarının yayımda kalması -ve’l-iyazu billah- gençlerin nazarında fuhşu umûr-u adiyeden göstermektedir. Kaç kız, bunlardan etkilenerek babasının, “Aileden biri olmadan şehir dışına çıkamazsın.” talimatına karşı direnmiştir ya da babasına, “Sen hangi çağda yaşıyorsun, el, kızına kıtalar dolaştırıyor, adalarda, yatlarda erkeklerle baş başa kalmasına müsaade ediyor, sen de bir şehirden diğerine gitmeme mani oluyorsun.” diyordur.

Yüzyılın Hizmeti: İmam-Hatipler

4. Hasan Basri Devlet başkanını anneye benzetir. Yavrusunu zorlukla karnında taşıyan, meşakkatle dünyaya getiren, çocukken terbiye eden, ağladığında onunla sabahlayan, susunca rahatlayan, ihtiyaca göre emziren, ihtiyaca göre sütten kesen, sevinmesiyle sevinen, üzülmesiyle üzülen bir anneye… İmam-Hatip okullarını yeniden açarak, millet evlatlarının İslam’ın ruh köküne temessükü noktasında tarihi bir adım attınız. Ailelerin liselere göndererek erkeklerle aynı ortamda okutmaya mecbur kaldığı kız öğrencilerin tahsil hayatına bir noktaya kadar iffet ayarı yaptınız. On binlik bir ilçede bir cemaat, bir cemiyet şu kadar sohbet neticesinde ancak beş-on genç kızın tesettüre girmesine vesile olabilirken, imam-hatiplerde bu sayı büyük oranlara ulaştı. Fakat mekteplerimizin önemli bir bölümü yarının annelerine İslam’ın ne olduğunu ve nasıl anlaşılması gerektiğini anlatacak bir muallim kadrosundan maalesef ki mahrumdur. Sahabe tenkidini ya da Ebû Hanife eleştirisini akademik duruşun gereği olarak gören fakat emperyalizmle hesaplaşma, İŞİD gibi çağdaş haricilik üzerine beyanat verme gibi mevzuları, “görev alanıma girmiyor.” diyerek reddedenler, bu reddedişle İmam-Hatiplerde mayalanacak yeni neslin mimarı değil ancak büyük bir felaketin habercileri olabilir. Allah Rasulü’ne yapılan bir hakarete, “Hocam siz akademisyensiniz bu mevzuda sizin konuşmanız doğru olur.” dendiğinde “Ben ilim adamıyım kardeşim, Peygamber’in avukatı değilim.” diye cevap veren, 28 Şubat’ta da, Gezi olaylarında da, 17 Aralık’ta da hakikatten yana olmakta tereddüt eden bu güruhtur.
Akademik terazi, Türkiye’nin İslam dünyasındaki ağırlığını çekemez. Bütün meselesi, evini, arabasını değiştirmek, daha konforlu bir hayat yaşamak, birkaç saat daha ek ders alabilmek olan kadrolar –hafizanallah- yarın sıkıntılı bir durum zahir olduğunda, “Bu kadar da ileri gitmeseydi.” diye İslam adına yaptıklarınızı tenkid edip ya kenara çekilecek ya da karşı safa geçecektir.

En Büyük Maruf: İslam Birliği

5. İslam âleminin son yüz yılda başına gelen en büyük “münker”, “hilafet”in kaldırılması ve ona bağlı olarak da yaşanan tefrika ise, en büyük “maruf” da yeniden onu ikame etmek olacaktır.

Ehl-i Sünnet, Yavuz Sultan ve İran Severler

6. Anadolu’yu Rumeli’ye bağlayan köprüye, “Yavuz Sultan Selim” adını vermeniz, İran’a; “Artık Bâyezid dönemi bitti; Yavuz Sultan çağına girildi. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet coğrafyasındaki katliamlara son ver ve derhal tabii sınırlarına çekil”; İslam Âlemi’ne de, “Yakında İstanbul İttihad-ı İslam çerçevesinde önemli adımlar atacak, hazır ol.” şeklinde anlaşıldı.

Yavuz Sultan, sürekli canlanan bir tarih, bir irade ahlakı, bir şecaat abidesi, bir fitne imha istidadı, bir İttihad-ı İslam çağrısıdır. Ümmetin yeniden toparlanması onun manevi imametiyle olacaktır.

Garpzedelerin İstanbul nazım planıyla kör bir noktaya hapsettiği Yavuz Sultan Selim, bu gün bir köprüyle Anadolu’yu Rumeli’ye, yakın bir gelecekte ise Üsküb’ten Cava Adaları’na kadar uzanan İslam Âlemi’ni birbirine bağlayan yürek yollarının adı olacaktır.
Ne var ki partinize de sızan bir azınlık, fırkalar mahşerine dönen İslam coğrafyasında hangi esaslar dahilinde Müslümanca var olunabileceğinin adresi olan Ehl-i Sünnet’isosyo-politik şartların ürünü olarak tanımlamakta, dün Anadolu’da bu günse Suriye ve Irak’ta ki katliamları yapan Şia’yı Ehl-i Beyt olarak göstererek meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Cehaletini “alimu’l-lisan” olmasıyla örtmeye çalışan, “televizyon sahibi” bir yazar sahabeye söven, İslam alemini kan gölüne çeviren Şiilere, “Ehl-i Beyt” deyip onları tezkiye ederken, Allah’ın şeriatını korumak için darağaçlarına meydan okuyan Ehl-i Sünnet ulemasını aşağılamakta, ömürlerinin bir bölümünü cihat meydanlarında geçiren Rabbanî alimler için, “Onların yakasına yapışırım.” gibi ucuz ifadeler kullanarak dinleyenler nazırında onları küçük düşürmekte, buna mukabil katilleri onurlandırmaktadır.

Nifakın Takkesi, İran’ın Takiyyesi

Takiyyeyi dinin esası olarak kabul eden anlayış, Türkiye gibi zayıf olduğu bölgelerde “Ne Şiilik, ne Sünnilik, sadece İslam” diyerek mevzi kazanmaya çalışmakta, işbirlikçileri vasıtasıyla sahabeye söven “Ayetullahları”nıtaklid mercii alimler olarak kabul ettirmekte ya da saygın insanlar olarak tanıtmaktadır. Siyaseten güçlü olduğu ya da yönetimi elinde tuttuğu İran, Irak ve Suriye’de ise ümmet adına umut vadeden alim, mütefekkir, siyasetçi ve teknokratları faili meçhullerle şehid etmekte, Bilad-ı Şam’da olduğu gibi Âlem-i İslam’ı mezbahaneye çevirmektedir.

İslam dünyasında ABD ve İsrail’le düşman gözükerek itibar kazanan, Suriye hadisesiyle ise Türkiye-Mısır hattındaki İttihad-ı İslam hamlesini önleyen bir İran ve maalesef içimizde de yönetimine “Ehl-i Beyt” diyerek Peygamber’e iftira eden işbirlikçileri var. Ne var ki İstanbul kürsülerinde “Suriye’yi İran’a verelim.” diyerek mazlum Müslümanları ırz düşmanlarına teslim etmeyi teklif edenler, ittihad-ı İslam taraftarı, ümmeti katil İran’a karşı tavır almaya çağıran Müslümanlar ise mezhepçi olarak gösterilmektedir.
Her gün sayıları azalan bu güruh belli noktalarda gücünü nisbeten muhafaza etmekte, aldanan ve aldatan yüzleriyle İslam’ın yekün ifadesi olan Ehl-i Sünnet’i, Şia’nın karşıtı gibi göstererek, hadiseyi ictihad farklılığı bağlamında değerlendirmekte, daha da ileri giderek Allah Rasulü’nünEhl-i Beyti’ne sövenleri Ehl-i Beyt mezhebi olarak göstererek merkeze koymakta, Ehl-i Sünnet’i çevrede teşekkül eden ibtidai bir yapı olarak sunmaktadır. Bu tasniflerden etkilenen avamda, Ehl-i Beyt(Şıa) muhabbetine karşı, Ehl-i Sünnet düşmanlığı oluşmaktadır.

Soyluluk Hastalığı

7. Halkla devlet başkanı arasındaki mesafeyi kaldıran tavrınızı devletin bütün birimlerine de teşmil edip, takip etmelisiniz. Zira sizin huzurunuzda halka tebessüm edenlerin bir kısmı, makamlarında “sa’r” hastalığına yakalanan develer gibi ziyaretçilerine yukarıdan bakmaktadır.


Protokol Kuralları ve Allah’ın Yaşam İlkleri


8. Devlet başkanının huzuruna girerken sade vatandaşı hafakanlar basar. Bu yüzden rabbani alimler, hem onları rahatlatmak hem de ilmin izzetini muhafaza edebilmek için devlet adamlarının saraylarına davet edildiklerinde protokol kurallarına riayet etmemiştir. Tabiûn döneminin büyük alimi Tavûs el-Yemanî, Halife Hişam’ın meclisine bütün protokol kurallarını çiğneyip, “Esselam-u Aleyke Ya Hişam” diyerek girmiş ve Sultan’ın karşına geçip oturmuş, “Keyfe Ente Ya Hişam/Nasılsın ey Hişam” diye hükümdarı hal hatır etmişti (HalidSeyyid, Vasaya, 539). Emevi devletinde ilk defa bir sultana, tebadan birinin künye zikretmeden adıyla hitap etmesi, karşısında oturup, yine adını kullanarak, “Nasılsın Hişam?” demesi hem Sultan’da hem de bürokraside tepkiye sebep olmuş fakat müstakim alimler duruşlarından ödün vermemişti.

Tarih, protokolde itibar arayıp zelil olanlarla, Ömer b. Abdulaziz gibi başkanlığı kulluğun hizmetine verip aziz olanlarla doludur.
Hz. Ömer’in valileri denetleyen müfettişleri halka, erkân-ı devleti camilerde sorardı. Valileri de camilerde dinlerdi. Ücretini ahirette alacak, size yakın olduğunda hiçbir şey kazanmayacak, uzaklaştırıldığında da bir şey kaybetmeyecek fahri müfettişler, sizinle ön safta namaza duran, akşam olduğunda kadınlarla aynı ortamda zar atan siyasetçileri camilerde soruşturmalıdır!

Uzun ve Kısa Vadeli Proje


9. Sizi ümmet nazarında yücelten, “umut” haline getiren, reel-politiği dikkate almanızı söyleyen danışmanlar değil, Hakk’a olan teslimeyitinizdir.

Uzun ve kısa vadeli planlarınızı yedi kat semanın üzerinden Evs b Sabit’in eşi Hz. Havle’yi duyup ona icabet eden (Mücadele: 1) Allah Azze ve Celle’nin rızasına göre yapmaktan ödün vermezseniz bütün İslam düşmanları size karşı aynı safta toplansa da bir kıymet ifade etmeyecekler. Zira ne Allah’ın yardım ettiğine galip olacak bir güç(Âl-i İmran: 160), ne de Allah’ın sizin namınıza dilediği bir hayrı geri çevirecek bir merci vardır (Yunus: 107).

Güzergâhınızda Mezarlık da Olsun

10. Akşam eve dönerken güzergahınızda mezarlık da olsun: Allah Resulü gibi, “Esselam-u aleykümYâDare Kavmin Müminîn ve İnnâ inşallah-u bikumLahikûn” deyin ki, ölüm konuşsun ve her imzanıza Şeriat’a mutabakat mührü vursun.
11. Allah’ın talimatlarını uygulama noktasında insanlardan çekinmeyiniz fakat onların hukukunu koruma noktasında kalbiniz “haşyet-i ilahi”ye mahşer olsun.

Yalnız Ölecek Yalnız Hesaba Çekileceksiniz


12. Muhsin bir kul, Rabbine sıla hasretiyle yanan bir dost gibi, günahkar ise efendisine götürülen kaçak bir köle gibi gider. Her insan gibi sizin de, yerin üstünden çok daha uzun kalacağınız ikinci bir vatanınız var; Ölüm var, kabir var. Yalnız ölecek, yalnız kabre girecek, yalnız hesaba çekileceksiniz. Ölüm meleği geldiğinde yanınızda ne danışmanlarınız, ne en yakınlarınız olacak. Kişinin, kardeşinden, anasından-babasından eşinden ve oğullarından kaçacağı günün (Abese: 34-36) çağrısına uymamak ne mümkün

Kars Müdafaanız ve Bazı Belediyelerin Heykel Aşkı

17.Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri’nin şehit düştüğü dağın eteğine dikilen heykellerin Anadolu’nun İslam’a aidiyetini silmeye matuf bir hamle olduğunu fark edince her nevi tepkiyi göze alarak esaslı bir duruş sergilemiştiniz. Mahşerde karşınıza “hayırlı bir amel” olarak çıkacak o konuşma ile tarihe şu notu düştünüz: “Allah Resulü’nün fethin ilk alameti olarak Kabe’nin etrafındaki putları, ‘Hak geldi batıl zâil oldu.’ ayet-i kerimesini okuyarak yıkması, putun, batılın sembolü olduğunu ilan amacını taşımaktaydı.
Bin yıl önce Anadolu kıtasında cereyan eden Hak-Batıl hesaplaşmasını kaybeden küfür cephesi, uygarlığın yekün ifadesi olarak gördüğü heykeli getirip Büyük Veli’nin huzuruna dikerek, ”Biz yıkılmadık, hesaplaşmaya hazırız.” mesajı vermişti. Böyle bir zamanda mevzuyu Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri merkezli ele alıp, heykelin siyasi mesajın ötesinde insanlık için bir mana ifade etmeyeceğini ona “ucube” diyerek izah ettiniz. Bu duruşunuz Müslüman gençler tarafından, “Batılın bütün unsurlarıyla yekpare olması müslümanın hakkı söylemesine mani olmaz.” şeklinde anlaşıldı. Ne varki partinize mensup bir belediye başkanı bir Karadeniz vilayetini putlarla doldurdu. Şehrin nesebini başka uygarlıklara isnat etmek için çabalayan bir adam gibi, İslam’dan önceki dönemlere ait ne kadar şahıs bulabildiyse adlarına heykel dikti. En son inşa ettiği bir sanat merkezinin (!) avlusuna da yarı çıplak bir kadın heykeli koyarak “ucube” dediğiniz suretten binlerce kat daha fazla şenaati barındıran bir ameliyeye imza attı.
Kars müdafaanızla, heykelin ne mana ifade ettiğini bizzat sizden öğrenen millet evlatları, delalet yoluyla da olsa sizden icazetli bir belediye başkanın bu icraatlarını nasıl anlar? Ya da bu heykelin önünden geçen kız çocuklarının zihin dünyasında tesettür mü yoksa çıplaklık mı medeniyet olarak algılanır?

Bir belediye başkanı bin yıldır İslam’a ait olan bu topraklarda sanatı remz edecek Sinan’dan, Baki’den, İtri’den tek bir şekil bulamaz mı ki, bir kadını ancak eşine helal olacak şekilde meydan yerine diker?! Bu hal milletin kız çocuklarının şuur altına, soyunmanın muasır dünyanın sanat telakkisi olduğu vehminin yerleşmesine sebep olur. Hz. Ömer Küfe Valisi Saad b. EbîVakkas’ın vilayet binasına yaptığı kapıyı İslam Medeniyeti’nin tevazu kumaşını örgüleştirilen vakarına aykırı bulmuş ve yıktırmıştı. Siz de partiniz cihetiyle de talimatlarınıza iktida etme mecburiyeti olan millet sorumlularını, medeniyetimiz ve millet evlatlarının geleceği adına lütfen ihtar ve ikaz ediniz.

Allah’ın Mekke’yi putlardan temizlemeye de memur kıldığı Peygamberi’ne aidiyet, putlara karşı da müsamahasız olmayı emreder. Sanat danışmanlarınızı, sanat dahil her amelin, her yönelişin, Allah için olması gerektiğine inanan ve neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bu inanca göre tayin eden müttaki kullardan seçmelisiniz ki, sizin adınıza büyük hatalara irtikap edilmesin. Unutmamalı ki, Allah Rasulü’ne aidiyet put kırmayı, batıla mensubiyet ise heykel dikmeyi emreder.

Mekke’yi Yaşadınız Fakat Çevreniz Medineli


19. Allah Azze ve Celle Kitabı’nda, Fetih’ten sonra Müslüman olanların, önceki Müslümanlara eşit olamayacağını haber veriyor(Hadîd: 10). İnsanlar “nikmet” vakti Allah rızası için, “nimet” vakti ise –genellikle- kendi istikballeri için gelir. Merhum Erbakan Hoca’nın yanında Mekke’yi yaşayanlar vardı. Bu yüzden çok sayıda insan Allah rızası için gelmişti. Buna rağmen bir kısmı belalara tahammül edemedi, döküldü. Siz de Mekke dönemini yaşadınız, bu dava uğrunda bedel ödediniz. Fakat şimdi etrafınızda siz, “Medine”yi yaşıyorsunuz diye duran yığınlar var.

Nimet için gelenler, onu başka bir yerde bulduklarında tereddüt etmeden oraya giderler. Ağaçlar yıkılırken önce en tepede duran maymunlar kaçar. Medine’yi yaşayanlar, bütün bir âlem-i İslam’ı müdafaa eden söylemlerinize inandıklarından dolayı değil, yanınızda kalabilmek için sahip çıkıyorlar, belki de yarın onları “aşırı” ifadeler olarak değerlendirecekler. Dünya için gelenler İbn-i Sebe gibi Uhud yollarında dökülür, fırsatı bulduklarında ise Allah Rasulü’nü kastederek, “Medine’ye dönünce en aziz olan, en zelil olanı oradan çıkaracak.” der.

Genel Müdürler Dava Adamı Yetiştiremez

20. Açtığınız imam-hatip okulları yanında bir de alakadar olduğunuz vakıflar, milletin dirilişine verdiğiniz ehemmiyeti göstermektedir. Fakat siz de biliyorsunuz ki dava adamları genel müdürlerin çevresinde değil, namsız nişansız mütefekkirlerin ya da Allah ve Rasul yolunun divaneleri etrafında yetişir. Bu yüzden alakadar olduğunuz müesseselerin hem bir derinlik, hem de tam bir istikamet kazanması için İslam’a yol açma geçidi olan Büyük Doğu’yu fikir ve hareket cephesiyle merkeze alınız.

Gençlik


21. Ne evde, ne de okul sıralarında İslam’a muhatap olamadığından güzelle çirkini, doğru ile yanlışı birbirinden tam olarak temyiz edemeyen fakat size olan muhabbeti vesilesiyle İslam’a bağlanan üniversiteli gençler, her şeyiyle İslam’a uygun bir program yapmak istediklerinde bizzat sizin adınıza faaliyet gösteren kurum tarafından, “Biz bir dava hareketi değil, bir kitle partisiyiz.” diye engellenmekte, kız-erkek bir arada “hizmet” adı altında “hezimet”e sürüklenmektedir.

İmam-Hatipler Ayasofya’nın Muhafız Alayıdır


22. Ayasofya, İslam’ın küfre karşı mutlak üstünlüğünü resmetmesi itibariyle; Müslümanların Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olduklarını ve dünyaya yeniden adaleti getirecek yegane ümmetin de onlar olacağının alametidir. Ayasofya, çan seslerinin kapattığı gök yolunun tekbir sesleri ile açıldığı izzet kubbesidir. Ayasofya, Batı’nın büyük olarak ilan ettiği bütün devlet adamlarının, -yirmi bir yaşında nâil olduğu muvaffakiyet itibariyle- kendisine yaver bile olamayacağı Fatih Sultan’ın açtığı, korunmasını da bir vasiyetle bütün ümmete havale ettiği mesuliyet merkezidir. O mesuliyetin gereği olarak Ayasofya açılmalıdır. Fakat onu açmaktan daha muhim olan açık tutmaktır. Çünkü Ayasofya, İslam cihan hakimiyeti beyannamesinin okunduğu bir zafer kürsüsü olması itibariyle sürekli küfrün taarruzlarına hedef olacaktır. Bu yüzden Ayasofya’nın muhafız alayı mesabesinde olan İmam-Hatipler, yeniden yapılandırılırken Ayasofya, “Öncelikle korunacak emanetler” olarak müfredata girmelidir.

Kız Okulları


23. İslam’ın tayin ettiği ölçüler dahilinde okumak isteyen kız çocukları, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi mualliminden hizmetlisine kadar bütün personelin kadınlardan oluştuğu kız liseleri, kız ilahiyat, tıp, edebiyat ve eğitim fakülteleri istiyor.


İlahiyat Fakülteleri

24. Pek çok ile İlahiyat Fakültesi açıldı. Malumunuz olduğu üzere, yüz tane ölü adamdan bir diri adam çıkmaz. Esas gayesi İslamî eserleri ana çizgileriyle okuyup anlayabilecek öğrenciler mezun etmek olan İlahiyat Fakülteleri acaba şu kadar yıllık tedrisat hayatında dışarıdan eğitim almadan kıraatı, imamlık için kafi olacak derecede kaç öğrenci mezun etti? Eğer mezunlar İslami ilimlerde yeterli ise neden Diyanet bunları otuz aylık bir eğitime aldıktan sonra kürsüye çıkarıyor? İmam Hatip okullarında Arapça ve Kur’an-ı Kerim öğretilememesinin bir sebebi de, kifaî derecede eğitim almadan mezun olan İlahiyatçılar değil midir?
İlahiyat Fakülteleri İslam dünyasında ilmi hüviyetleriyle ne kadar tanınıyor? Bu okullar şu kadar yıllık tarihinde dünya çapında bir itibara sahip kaç alim yetiştirdi? Fazlurrahman için özel sayı çıkaran editörler, Hasan Hanefi oturumu düzenleyip Cumhuriyet Gazetesi’ne, “İşte aradığımız Hoca” nevinden manşet attıranlar bir buçuk milyarlık İslam alemi için hangi çalışmayı yaptı? Neden her nevi imkana sahip olmalarına rağmen ilmi çalışmalarda referans alınmazlar? Medrese müktesebatı olmayan kaç İlahiyatçı, Kur’an-ı Kerim’in diliyle eser telif edebilir? Beş yıllık fakülte hayatında tefsirden birkaç kısa sure, fıkıhtan birkaç mevzu ve yüz elli iki yüz hadis okumayı İslami ilimler adına yeterli görenler bu kıymet ölçüleriyle aslında ne kadar ibtidai bir malumata sahip olduklarını da izhar ediyorlar. Bu anlayış, çeşitli sınavlardan geçerek başarısını isbat eden ilahiyat öğrencisini mezun olduktan sonra kendisine sorulan sorular karşısında, “Kalellah-u Teala/Allah Teala buyurdu.”, “Kale Rasulullah/Allah Resulü buyurdu.” yerine, “Bana göre…” diye cevap vermeye mahkum etmiştir. Çare ise, İslami İlimleri merkeze alarak milletin ihtiyacına göre bu okulları yeniden yapılandırmaktır. Yani İslami İlimlerin asıl, felsefe grubunun ise tali ders olduğu, Türkiye’yi taşıyacak, dünyayı anlayacak, Kahire’de, Dımeşk’te, Bağdat’ta, Mekke’de okuyan kardeşleriyle Kur’an-ı Kerim’in diliyle ilmi müzakereler yapacak öğrenciler yetiştiren fakülteler inşa etmektir.

Türkiye’nin İslam dünyası için umut olduğu bir dönemde eğer bu okullar ümmetin maslahatını dikkate alarak yapılandırılmazsa umutlar serab olur.

Çağdaş Haricilik: IŞİD ve Çıkış Yolu


26. Süleymaniye, Fatih, Beyazıd gibi köklü ilim müesseseleri kapatılarak milletin ilmî ve fikrî hasılası yok edildi. Fıkıh budandı, elde kalan “ilmihal” her mevzuda “yenilik” isteyen mustagribler elinde huşu ve takvadan uzak şekiller mecmuasına dönüştü. Muamelât ve ukubât alanına giren hükümler seküler batı uygarlığının dünyasına ait yasalar esas alınarak değiştirildi. Bütün bunlar yapılarak “Çağdaş Haricilik” olan Vahhabiliğin (İŞİD) önü açıldı.

30 yıldır milletin en zeki evlatlarını alan fakat bir tane alim yetiştirmeyen cemaatin hali malum…

7 yıl İmam-Hatip’te, 5 yıl İlahiyat’ta okuyan hatta akademik kariyer yapanlar sistem kurbanı olduklarından, iki yıl vehhabi/İşid kamplarında hadis okuyanlar karşısında varlık gösterememektedir. Zira, biri, “İlmihalde böyle yazıyor.” diye cevap verirken; Vahhabi ise aynı mevzuda, “KâleRasulullah/Allah Rasulü buyurdu ki” diyerek hadis okumaktadır. Irak ve Suriye’yi yangın yerine çeviren, Batı ve Balkanlar’da hızla yayılan, İmam-Hatipler vasıtasıyla Türkiye’de de zemin arayan Vehabbiliği/İŞİD’i etkisiz hale getirecek yegane formül, Osmanlı Devleti’ni zor bir coğrafyada altı asır ayakta tutan medresenin çağın ihtiyaçlarını da dikkate alarak İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerinde ki programlara tatbik edilmesidir.

Allah Azze ve Celle sizinle ümmetin yolunu açtı. Batılı adamın telkinleri neticesinde Hamas’ı “terörist” zannedenler bile, size olan muhabbetinden dolayı HalidMeşal’i alkışladı, Gazze mitinglerine katıldı.

Mısır düştü, Gazze kuşatma altında, Türkiye beşer planında ümmetin son umudu. Bu yüzden ayakta kalmanız için bütün Müslümanlar dua ediyor. Seçimi kazandığınız gece, Bangladeş mülteci kampındaki mazlumlar, Halep’te yavrusunun tabutu ardından ağlayan anneler, Somali’de duksilerde Kur’an-ı Kerim’i hıfzeden çocuklar, Afgan dağlarında çobanlar şükür namazı kıldı. Sizi bu noktaya Allah Azze ve Celle’nin hıfz-u emanı ve onların duaları getirdi. Her imzanızda o duaları hatırlamanız ve Rıza-i İlahi’yi gözetmeniz temennisiyle Allah’ın selamı üzerinize olsun.


MektubuntamamınıHükümDergisiEylülSayısı’ndanokuyabilirsiniz.

www.hukumdergisi.com - www.facebook.com/hukumdergisi

Haber Ara