Dolar

32,2597

Euro

34,6636

Altın

2.410,44

Bist

10.045,74

‘IŞİD’i büyüten halktaki korkusu’

İslam Mezhepleri Tarihi Uzmanı Prof. Büyükkara, IŞİD'in, Suriye’de korku imparatorluğu yarattığını belirtiyor. Büyükkara'ya göre, örgütün Irak'taki ilerleyişinin altında da, Suriye’de yarattığı bu algı yatıyor.

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-06-23 15:50:00

‘IŞİD’i büyüten halktaki korkusu’
 
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Haziran 2014 itibarıyla Irak'ta ilerleyişe geçmesi, zaten bıçak sırtı dengeler üzerinde duran ülkeyi krize sürükledi. IŞİD'in Musul’u ele geçirmesi üzerine Iraklı Şiilerin dini lideri Ayetullah Ali Sistani bir fetva yayınlayarak cihat çağrısı yaptı. Iraklı Sünni tabanda ise IŞİD'e destek var. Irak hızla mezhep çatışmasına doğru sürüklenirken, Şiiler ile Sünniler arasında ateşlenen husumetin, tüm Ortadoğu'yu içine alan bir yangına dönüşmesinden korkuluyor.
Irak'taki son durumu ve bölgeye etkilerini, İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara ALJAZEERA'ye anlattı. Şiilik, günümüz Selefiliği ve çağdaş İslami hareketler üzerine önemli çalışmaları bulunan İslam Mezhepleri Tarihi Uzmanı Büyükkara'ya göre, Irak ve İslam dünyasını kısa vadede çok zorlu günler bekliyor.

IŞİD'in ilerleyişi ve son gelişmeleri dikkate aldığınızda, Irak’taki süreç, topyekûn bir Şii-Sünni çatışmasına dönüşebilir mi?
Tabii Şii-Sünni çatışmasına dönüşme potansiyeli var. Ve bu potansiyel gittikçe yoğunlaşıyor. Ancak bunu durduracak faktörler de yok değil.

Nedir bu faktörler?


Öncelikli faktör, Şiilerin çok aşırı bir Sünni direniş ya da saldırıyla karşı karşıya kalmaları. Şiiler, Irak’ta Mehdi Ordusu ya da Bedir Tugayları gibi silahlı gruplar kurmuşlardı. İran’ın desteğiyle büyük silahlı güçlere dönüşen bu gruplar, son altı, yedi yıldır Irak’ta adeta alternatif ordu gibi hareket ediyorlardı. Ve Sünni kesimlere karşı acımasız saldırılarda bulunuyorlardı. Oysa şimdi karşılarında, o zamana kadar pratik ettikleri acımasızlığın çok daha fazlasını uygulayan bir Sünni yapı var. Zira IŞİD, bir şehir gerillasından ziyade bir ordu gibi davranıyor. Üstelik şimdiki zamana dek yoksun olduğu halk desteğini de arkasına almış durumda.

Biliyorsunuz, yakın zamana kadar El Kaide tabanlı örgütler ile Iraklı Sünni aşiretlerin arası hiç iyi değildi. İki taraf, 2005-2010 döneminde birbirlerine karşı savaştı. Sünni aşiretler, Irak’ta IŞİD öncesi El Kaide’yi kentlerden uzaklaştırıp kırsala sıkıştırdı. Adeta Irak’ta El Kaide’nin belini kırdı. Çünkü aşırı Selefi görüşleri doğrultusunda davranan El Kaide ile Hanefi hatta Şafii olan ve Sufi yapılarla alakaları bulunan Sünni halk kesimleri arasında doku uyuşmazlığı yaşamıştı.

El Kaide’nin Irak’taki komutanı Ebu Musab Zerkavi’nin 2006’da öldürülmesinden sonra Şii milisler, Başbakan Nuri Maliki hükümetinin desteğiyle, Irak’ın geleceğine katılıp ekonomik-siyasi pastadan pay almak isteyen Sünnilerin üzerine gitmeye başladılar. El Kaide’nin zayıflaması ve Sünnilerin iç çekişmeleri, Şiilerin bu baskılarının zeminini hazırladı.

Sünnilerin barışçıl gösterileri şiddetli şekilde bastırıldı. Çok sayıda insan öldü, yaralandı, evini terk etti. Dolayısıyla Irak’taki Sünniler gayet zor durumda kaldılar. 2010’da ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle Sünnilerin durumu iyice ağırlaştı. Irak’ın Sünni Başbakan Yardımcısı Tarık Haşimi, hakkındaki terör suçlamaları üzerine Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Bu da El Kaide ile hiç anlaşamayan Irak’ın Sünni halk güçleri ile terörize olmuş IŞİD güçlerini aynı noktaya getirdi.

Peki ama Iraklı Sünniler böylesine uç bir yapıya nasıl güvenebiliyor? IŞİD’in elinden gelecek bir kurtuluş, onlar açısından gerçekten sürdürülebilir bir kurtuluş olabilir mi? Zira ortada El Kaide’den çok daha katı ve aşırı eğilimli bir örgüt söz konusu. Doku uyuşmazlığı nasıl ortadan kalktı?

Doku uyuşmazlığı ortadan kalkmadı elbette. Hanefi ve Şafii ağırlıklı halk İslamı ile IŞİD’in temsil ettiği Selefi-Harici İslam anlayışı arasındaki doku uyuşmazlığı devam ediyor. Ama diğer yandan ittifaklar da var. Bugün Musul’u teslim alan, Telafer’e giren, Bağdat’ı kuşatan IŞİD’in tüm bunları kendi öz gücüyle yapmadığı görüşüne ben de katılıyorum. IŞİD’in öz gücünün bu ilerleyişteki oranı beşte biri geçmez. Geri kalan güçler, IŞİD’in ideolojik olarak asla uyuşamayacağı dini gruplar ve geleneksel halk toplulukları olan aşiretler tarafından sağlanıyor. Burada bir birlikten bahsedilebilir. Tabii herkes birbirini kontrol ediyor. Yani mevcut durum, ortak düşmana karşı nereye kadar gideceği belli olmayan bir ittifaktan ibaret.

Bu gidişi ne ya da kim durdurabilir? Şiiler açısından bu isim Ayetullah Sistani olabilir. Onun Şiilerin davranışları üzerinde ne kadar etkili bir figür olduğu ortaya çıktı. Sünniler için böyle bir isim var mı? Veya sizin ifadelerinizle soracak olursak, Sünni gruplar ile IŞİD arasındaki bu ittifakı ne dağıtır?

Karşılarında güçlü bir Şii blok olduğu sürece bu ittifak dağılmaz. IŞİD de bunu biliyor ve pragmatik davranıyor. El Kaide’nin zaman zaman gösterdiği o pragmatizm, IŞİD’de de yavaş yavaş başlamış görünüyor. Şimdiye kadar bu yoktu. El Kaide, geçmişte kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen İslami güçlere karşı genelde merhametsiz davranıyor, onları dışlıyordu. Ama Musul sonrası görüyoruz ki IŞİD, daha pragmatik ve oportünist bir çizgiye kaymış gibi.

Açıkçası IŞİD yakaladığı bu ivmeyi kaybetmek istemiyor. Mesela türbeler yıkılacak denilmişti. Nitekim IŞİD bunu Suriye’de birçok defa yaptı. Girdiği yerlerde Selefi anlayışa göre şirk koşulan mekanlar olarak gördüğü türbeleri yıktı. Ama 11 Haziran’da tamamen ele geçirdiği Musul’dan hâlâ böyle bir haber gelmedi. Zira IŞİD’in Irak’ta içinde bulunduğu ittifak buna müsaade etmiyor.

IŞİD’in Irak’ta kurduğu bu ittifakın yapısını biraz daha açar mısınız?


IŞİD bünyesinde Nakşibendi Erleri gibi grupların yer aldığından bahsediliyor. Bir tasavvuf tarikatı olan Nakşibendilik ile Selefilik asla aynı zeminde buluşamayacak iki ayrı dini anlayıştır. Demek ki birbirlerini kontrol ediyorlar. Karşılarında “ortak bir düşman” var. Böylesine bir ortaklık fırsatı bir kere ellerine geçti. Bunu kaybetmek istemiyorlar. Bu ittifakı sonuna kadar götürmek istiyorlar.

O zaman böylesine kırılgan bir ittifak nereye kadar gidebilir?

Karşı taraf yani Şiiler blok halinde kaldıkça, bu taraf da blok olmayı sürdürür. Lakin bu tür Harici diyebileceğimiz aşırı gruplarda birbirini tekfir etme, dışlama tutumu çok yaygındır. En ufak ihtilaf hızla büyür. Ve silahlarını birbirlerine çevirmeye başlarlar. İslam tarihindeki tecrübe bize bunu gösteriyor. Dolayısıyla IŞİD ve diğer küçük gruplardan oluşan Sünni blokta benzeri bir sürecin yaşanmasını bekleyebiliriz. Zira işin içinde IŞİD gibi Selefi bir örgütün varlığı söz konusu. Şu an olayın sıcaklığı ve karşı tarafın, yani Şii blokun cihat fetvasıyla bir araya gelmesi bunu engelliyor olabilir ama kazanımlar başlayınca aşiretler ve diğer yapılar, IŞİD’i ortadan kaldırmak isteyeceklerdir. IŞİD zaten diğerlerinin geleneksel anlayışını İslami kabul etmiyor. Bu da Irak’taki Sünni kesim dahilinde iç çatışmalara, fitnelere yol açacaktır.

Anlattıklarınız çok karanlık bir tablo çiziyor. Bu da mezhep çatışmasının ilerleyeceği anlamına geliyor.

Evet, burada bir yandan Şii bloka karşı savaşırken diğer yandan kendi içinde çatışan bir Sünni bloktan bahsedebiliriz. Mesela Musul’daki Türk konsolosluğunda rehin alınanların serbest bırakılması, çok büyük bir ihtilaf konusuna dönüşmüş. Çünkü bu ittifak içerisindeki her grup, silahlı ve ısrarla kendi dediğinin olmasını istiyor. Şimdilik IŞİD liderliğinde yürüyor gözüken ittifak, eğer IŞİD katı Harici tavrını yumuşatmaz ve siyasal akılla hareket etmezse dağılabilir.

IŞİD’in siyasal akılla hareket etmesi halinde, Afganistan’daki Taliban gibi fiilen siyasi aktöre dönüşme olasılığı var mıdır?
Zor ama vardır tabii. Bu tür katı yapılarda rasyonel siyasallaşma süreci çok uzun sürer. Zihniyet çok katı olduğu için dönüşüm bugünden yarına gerçekleşmez. Ama olursa, Irak’ta yaptığı gibi, Suriye’deki muhalif cepheyi de yanına çekebilir.
Güç temerküzü yaşanan alanın yakın çevredeki unsurları çekme olasılığından bahsediyorsunuz.
Elbette doğal olarak bir akış yaşanabilir. Elbette bu, demin bahsettiğimiz rasyonel siyasallaşmaya bağlıdır. Kaldı ki bunun öyle kolay olabileceğini zannetmiyorum.

Irak için çizdiğiniz vahim tablonun biraz daha kararması ve Şii-Sünni çatışmasının derinleşmesi, Ortadoğu’nun geri kalanına nasıl yansır? Örneğin Ayetullah Sistani’nin cihat fetvası, Arap ve İslam coğrafyasındaki diğer Şiileri de Irak’a çekebilir mi? Bu fetva, İslam dünyasında çoğunluğu oluşturan Sünnileri nasıl etkiler?

Eğer olaylar topyekün bir Şii-Sünni savaşına dönüşürse, durum vahim bir hal alabilir. Şu an için bunu söyleyemiyoruz. Zira mevcut çatışma, ‘bir terör örgütü ve ona karşı ülkenin birliğini savunan merkezi hükümet’ şeklinde yansıtılıyor. Fakat İslam aleminde pek öyle algılanmayacak ve Sünni çoğunluk harekete geçecektir. Yine de Şii akıl rasyonel davranma eğilimlidir, Selefilik gibi köşeli değildir. Şii akıl, kendini koruma güdüsüyle hareket eder. IŞİD gerçeği, İslam dünyasında azınlık olduklarını hatırlattı Şiilere. Onlara istedikleri gibi hareket edemeyecekleri mesajını verdi. Lübnan’ın Şii örgütü Hizbullah’ın Suriye’de verdiği kayıplar da, öyle zorla dönüştürmenin kolay olmadığını, Sünnilerin çoğunluk olduğunu Şiilere hatırlattı.

Şiilerin rasyonel davranmak suretiyle yukarıda bahsettiğimiz türden bir mezhep savaşına girmekten kaçınacaklarını düşünüyorum. Şiiler bir mezhep savaşından en çok kendilerinin zararlı çıkacaklarını bildikleri için eninde sorunda gerilimi yumuşatmaya yöneleceklerdir. Sünni kesimlerden, politikalarını destekleyecek yandaşlar bulmaya çalışacaklardır. Arabulucu olarak Türkiye’yi devreye sokmak isteyebileceklerdir. Ben Şiilerin son noktada çok katı bir mezhepçi duruşa geçeceklerini sanmıyorum.

Şiilerin takınacakları tavır, burada belirleyici görünüyor.

Eğer katı saflaşmalar devam ederse, aslında tekfirci olmayan, ılımlı, orta yolcu, gelenekçi İslami kesimlerin, tıpkı Taliban'da olduğu gibi hızlı bir şekilde Selefi tavırlar sergilemelerine şahit olabiliriz. Malum Taliban da aslında Selefi değildir. Ama zamanla Selefi davranışları benimsemiştir. Irak’ta da bu yaşanabilir. Hatta yaşanmaya başladı bile. Eğer haberler doğruysa, Türk rehinelerin serbest bırakılmalarına, IŞİD ile beraber hareket eden Nakişbendi Erleri grubu karşı çıkıyor. Bu örnek bize, her zaman şiddetten uzak duran geleneksel Sünni kesimlerin hızla radikalleşip Selefi-Harici davranışlara yönelebileceğini gösteriyor.

O zaman “Şiilere azınlık olduklarını hatırlatan IŞİD, Sünnileri de radikalleştiriyor” diyebiliriz.

Tam da öyle. Zira hayat-memat meselesi var ortada. Aileleri güvende değil, kendilerini tamamen dışlanmış ve hedefte hissediyorlar. Ne kadar barışçıl – Sufi söylemi benimsemiş olsalar da böyle bir durumda hızla radikalleşeceklerdir. Bu da İslam alemi açısından hiç iyi değil. Sağduyu kaybolunca iş çığırından çıkıyor. Ki burada sağduyuyu temsil eden aktör olarak Türkiye akla geliyor.

Bu bağlamda Türkiye nasıl bir rol oynayabilir?


Türkiye, mezhebi kutuplardan biri olmamaya şimdiye kadar hep dikkat etti. İran ve Suudi Arabistan gibi hareket etmedi. Ankara'nın bu karakteri sürdürüyor. Türkiye, hem Sünni hem de Şii gruplarla oturup konuşabileceği bir duruşa sahip. Ve bu özelliğini Irak için kullanabilir.

Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan ama Şii grup ve önderlerle rahatça temas kurabilen bir Türkiye’nin mezhep savaşının engellenmesinde rol oynayabileceğini ifade ediyorsunuz.

Evet. Türkiye bölgede ve Irak’ta bu tür bir rol oynayabilir. Fakat söz etmeyi unuttuk. Irak'ta şüphesiz dış güçler de var. Ben IŞİD'in, İngilizler tarafından kurulduğu ve yönlendirildiği düşüncesine katılmıyorum. Bu tür söylemler var biliyorsunuz. Lakin bu tür grupların dış güçler, gayrimüslim güçler tarafından yönlendirilmeye her zaman açık olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla dış güçlerin hesapları da burada dikkate alınmalı. Ortadoğu coğrafyasının karışması, kartların tekrar karılması ve sınırların değişmesini kendi stratejileri açısından uygun gören güçler var. İsrail, İngiltere, ABD veya Rusya gibi... Bu güçlerin tam olarak ne düşündüklerini bilemeyiz elbette. Sadece speküle ediyoruz. O hususlar da mutlaka hesaba katılmalı.

IŞİD'in ilerleyişinin Şiilere azınlık konumlarını hatırlattığını söylediniz. Bu hatırlatma, İran'ın bölgesel ve küresel politikalarını nasıl etkiler? İran'ın bellibaşlı konularda Suudi Arabistan ile resmen masaya oturup anlaşmaya varmasını sağlayabilir mi?
İran çok pragmatik bir diplomasi yeteneğine sahiptir. Mevcut şartlarda Tahran, durup duruma bakacaktır. İran'ın önceliği, Irak'taki Şii bölgenin ve Şiilerin konsolide halde bulunmasıdır. Bağdat ve Bağdat'ın güneyi diyebileceğimiz bölgenin asla kaybedilmemesi ve Şia'nın kutsal mekanlarının güvende kalmasıdır. Irak'ta Şiilerin dört önemli merkezi var: Bağdat'ta Kazımiyye bölgesi, Kerbela, Necef ve Samarra. Bir de İran'da Meşhed bulunuyor. Şiiler için beş önemli merkezden dördü Irak sınırları dahilinde. Ve bu dört merkez, - Kazımiyye, Kerbela, Necef ve Samarra - Şiilik açısından çok önemli yerler.

İran değerlendirmesini ilk başta Irak'taki kutsal mekanların güvenliği üzerinden yapacaktır. Uzun vadede Irak'ın bölünmesine sıcak bakabilir. Yeri geldiğinde Şiilerin güvenliğini sağlamak amacıyla Suudi Arabistan ile masaya oturabilir. İran, Şiilerin menfatlerini korumak doğrultusunda katı bir siyaset izlemeyecektir. Çünkü Irak'ın, Başbakan Maliki'nin iktidara geldiği 2006'dan beri tecrübe edildiği gibi, Sünnilerin kontrol altında tutulduğu ve petrol bölgelerinin içeride kaldığı şekliyle, Şiiler tarafından yönetilmesini ister. Ancak bu sağlanamadığı takdirde, Irak'ın bölünmesi ve ülkenin güneyinde kendi kontrolünde bir uydu Şii devleti kurulmasını tercih edebilir. Şüphesiz Irak'ın bölünmesi, İran'ın öncelikli tercihi değil B planıdır.

Tekrar IŞİD’e dönersek, Sünnilerin Maliki döneminde karşı karşıya kaldıkları baskılara rağmen, IŞİD’in Irak’ta bu ölçüde rahat ve hızlı hareket edebilmesi ilginç değil mi?

Bunu anlamak için El Kaide’nin Irak’taki serencamına bakmak gerekir. Amerikan işgali sonrası Irak’taki El Kaide, Zerkavi’nin komutasında Irak İslam Devleti adıyla devletleşmeye yöneldi. El Kaide’nin o sırada hayatta olan lideri Usame Bin Ladin, zemini bulunmadığı gerekçesiyle buna karşı çıktı. Devletleşme eğilimi, Zerkavi’nin 2006’da öldürülmesine rağmen devam etti. Ladin’in 2011’de öldürülmesinin ardından El Kaide’nin başına geçen Eymen Zevahiri, Irak İslam Devleti’ni fiilen kabullendi. Fakat olay bununla sınırlı kalmadı. Suriye’de iç savaş başlayınca buraya yönelen Irak İslam Devleti, Ebu Bekir Bağdadi yönetiminde adını Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Ve Suriye’deki El Kaide yapılanması konumundaki Nusra Cephesi ile didişmeye başladı.

Zaten IŞİD’in El Kaide’den kopuşu da Suriye’deki iç savaş esnasında gerçekleşti.

Evet, aynen öyle oldu. Küresel cihadın ideologları devreye girdi bu iki gücü barıştırmak için. En son Zevahiri bir mektup yazdı. Bu mektubunda “Irak İslam Devleti eğer bir devletse sadece Irak’tadır, dolayısıyla Şam’a gelmeyecek, Şam’daki direnişe karışmayacak, Şam’daki direniş kendi başına devam edecek” şeklinde bir ifade kullandı. Ama Bağdadi bunu kabul etmedi, Irak ve Şam İslam Devleti olarak İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonrası çizdiği sınırlara karşı durduklarını açıklayarak El Kaide yönetimine isyan etti. El Kaide, IŞİD ile uzlaşmaya çalıştı. Başarı sağlamayınca Zevahiri, IŞİD’i Haricilik ile suçlayarak aforoz etti.

IŞİD, Suriye’de, El Kaide’nin bile kesinlikle onaylamadığı çok vahşi cinayetlerin arkasında yer aldı. Önemli cihat adamlarını öldürdü, kadınları kaçırdı ve esir etti. Suriye’de kısa sürede çok büyük bir korku saldı. IŞİD'in Suriye’ye geçmesi bir nevi korku imparatorluğu ortaya çıkardı. Irak şehirlerinin IŞİD’e teslim olması ve Şii askerlerin hemen geri çekilmesinde, IŞİD’in Suriye’deki Aleviler ve Kürtlere yönelik katliamlarının etkisi büyük. Oradaki tedhiş, büyük bir korku yarattı.

Ebru Afat / AL JAZEERA 

Haber Ara