Dolar

32,3369

Euro

35,1182

Altın

2.235,55

Bist

8.731,47

Ali Bulaç'tan muhafazakar ve eski İslamcılar sorusu!

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç bugünkü yazısında İslamcılığı ve laikliği bir dönemin ışığında gündeme aldı...

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-04-24 04:05:16

Ali Bulaç'tan muhafazakar ve eski İslamcılar sorusu!

İşte Ali Bulaç'ın "Muhafazakâr laik!" başlıklı o yazısı:

Laikliğin klasik fonksiyonlarını yerine getirememeye başlaması, pozitivizmin çöküşünün ürünüdür.

Hayli zamandır geride kalmış aydınlanmanın dışında insanın yeni bir âlem tasavvuruna, yeni bir anlam haritasına ihtiyacı olduğunu düşünenler arayış içindedirler. Ancak Batı’da ve Batı dışı toplumlarda hâlâ geçen iki yüzyılın dogmatik uykusunda uyuyanlar çoğunlukta.

İki insan zihni laikliğin nihilizm olan sekülarizasyona dönüştüğünü zor kabul eder: Biri hâlâ rasyonalizmin ve pozitivizmin hükmünü icra ettiğini zanneden aydınlanmacıların; diğeri dinin dünyevî hükümlerini askıya alıp diyaneti temellük eden muhafazakârın zihni. Her iki zihnin tipik örnekleri Türkiye’de bulunmaktadır.

Şaşırtıcı gelse de, aydınlanmacı zihnin, modern ve postmodern dünyaya rasyonalist ve pozitivist temelleri aşınmış laikliğin dışından bakarak İslam dinini kendi özgün hüviyetiyle tanıyıp kabullenmesi, muhafazakâr zihne göre daha kolaydır. Aklını doğru kullanabilen nice hakikat arayıcısı bunu başarabilmiştir. Muhafazakâr zihnin bunu başarması imkânsız değilse de çok zordur.

Eski İslamcıların kendilerine iltihak ettiği Türkiye muhafazakârları örneğinde, bu zorluğa yol açan iki sebep söz konusu: Biri muhafazakârların ama özellikle eski İslamcıların zaten dinî-İslamî bir gelenekten geliyor olmaları ve ritüeller seviyesindeki dindarane hayatı sürdürme konusundaki azimleri; diğeri İslamcılığı bırakıp modern ulus devletin iktidarını temellük etmeleri. Bunlar kendi ben algılarında daima dindar olmuş, dine sahip çıkmışlardır; fakat iç ve dış şartların getirdiği zorluklar dolayısıyla dinin dünyevî hükümlerini askıya alma mecburiyetine karar verdiklerinden ellerinde salt dindarane semboller-ritüeller kalmıştır.

Bir dinî vecibe illetinden koparıldığında maksadına aykırı olarak iş görebilir. Bir dinî vecibenin illeti üzerinden maksadına aykırı kullanılıp kullanılmadığını anlamak için fonksiyonel değerine ve sonuçlarına bakmalı. Başörtüsü bunun tipik örneğidir. Başörtüsü başlangıçta dinî bir vecibenin yerine getirilmesi olarak savunuldu, bir müddet sonra “liberal hak ve özgürlükler” içinde mütalaa edildi; sonunda bir kesimin mücadele sembolü” haline geldi. Sembol haline gelmesi dini bağlamından, başörtüsüne ilişkin hükmün maksadından koparılıp siyaset, statü, kazanç ve tabakalaşmada basamak tırmanma aracına dönüşmesine yol açtı. Bu aşamada artık başörtüsü, bedeni örten (setreden) bir nesne değil daracık pantolon ve bluz üstünde bir sembol olmuştur. Başörtüsü ‘sembolik diyanet’, beden ‘dine aykırı gövde’ hükmündedir. Ancak bedenin dine aykırı giyimi -muamelata aykırı olsa da- vicdanı rahatsız etmiyor, çünkü başta örtü bulunmaktadır. Diyanet dini neshetmektedir. Hayatında dini nesheden, başörtüsü dolayısıyla bedeninin sekülerleştiğinin farkına varmamaktadır.

Başörtüsü, sakal, frapan tesettür, kutsal geceler, İslami dilin kullanımı, kısaca muamelat ve ukubata taalluk etmeyen her türlü dindarane söylem ve fiil, bu çevreleri sanki dinin tamamına sahiplermiş gibi bir duyguya sevk etmektedir. Zaman zaman da dine veya diyanetvari riütellere yönelen saldırılara karşı koyması, muhafazakârı din konusunda daha emin kılmaktadır. Eski İslamcı laiklerin saldırılarına karşı koyarken kendini sekülerleştirmektedir. Dinin diline, sembollerine ve ritüellerine sahip olduğundan piyasa kapitalizminin yasalarının tümünü işletebilir, ölümcül rekabet edebilir. Muhafazakâr siyasetçi, başarı için her yolu mubah sayabilir. Namaz kılan avukat haksız bir davayı savunabilir; sakallı tüccar faiz işlemlerini yürütebilir, taşeron işçisi çalıştırır, emeğini sömürebilir; ihale kapmak için tezvirat yapabilir, gerektiğinde rakibini karalayabilir; değil mi ki para kazanmış, dilediği gibi tüketebilir; onu Türkiye açmıyorsa Maldiv adalarında hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan bir gün tok bir gün aç yatan, 90 yaşında ta Arabistan’dan İstanbul’un fethine gelen Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretleri adına açılan tatil köyünde tatil yapabilir. Dava için yolsuzluk, usulsüzlük, yalan, hile, komplo her şey mümkün ve mubah.

Cevabını aramamız gereken soru şu: Muhafazakârlardan ve eski İslamcılardan nasıl bir canavar çıkarabildik?


Haber Ara