Dolar

32,3756

Euro

34,9900

Altın

2.325,96

Bist

9.090,31

Erdoğan: Akil insanlarda da kadınlar vitrin gibi görünüyor

Gazeteci yazar Emine Uçak Erdoğan, akil insanların belli bir kesimi temsil ettiğini, kadınların vitrin şeklinde yer aldığını ifade etti. Diyarbakır'dan yeni dönen Erdoğan süreci ve bölgenin sürece bakışını TIMETURK'e değerlendirdi...

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-04-04 11:55:14

Erdoğan: Akil insanlarda da kadınlar vitrin gibi görünüyor

TIMETURK / Tuğçe Çirağ

Hükümetin başlattığı çözüm süreci kuşkusuz olumlu şekilde ilerliyor. Başbakan Erdoğan’ın ‘'gerekirse baldıran zehiri içerim'' açıklaması 30 yıllık sorunun çözülmesinde ne kadar kararlı olduğunun göstergesi. Çözüm sürecinin önemli bir ayağını oluşturacak olan 63 kişilik akil insanlar listesi de açıklandı. 21 Mart Nevruz kutlamalarında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunu, Uludere raporunu, çözüm sürecini, çözüm sürecinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini ve biz kadınlara düşen görevleri, akil adamları, Keje, Çanakkale Savaşı’ndaki Kürt Civanlar ve Malan Barkirin eserlerinin yazarı Emine Uçak Erdoğan ile konuştuk. Emine Uçak Erdoğan, çöcüm sürecini ve son gelişmeleri TIMETURK'e anlattı.
…….

Öncelikle Nevruz kutlamalarından başlarsak, 21mart Nevruz kutlaması, Öcalan’ın mektubu, çözüm süreci, akil insanların seçimi ve işlevi hakkında Diyarbakır’daki Nevruz kutlaması, Öcalan’ın mektubunun okunması bakımından önem taşıyordu. Mektubun Öcalan’ın yazmadığı ile ilgili iddialar konuşuluyor. Böyle bir iddiaya ihtimal veriyor musunuz?

Mektubun dili böyle bir hissiyat oluşturdu, kulislerde konuşulan bir konu ama çok kabul edilir bir iddia değil bana kalırsa. Mektup BDP’liler tarafından teslim alındı ve okundu. Böyle bir durumu niye kabullensinler ki çoğu BDP’li için mektupta yazılanlar çok kabul edilir konular değilken; niye Öcalan’ın yazmadığı mektubu okusunlar.

Çözüm süreci hassas bir dönem. Dünyadaki örneklere baktığımız da bu süreç senelerce sürebiliyor. Bu dönemde nasıl davranılmalı ve nelere dikkat edilmeli?

Diyarbakır’dan yeni döndüm. Süreçle ilgili itirazlar var ama herkes itirazlarından önce; kanın duracağına olan sevinci sebebiyle olgunlukla beklemenin daha iyi olacağını düşünüyor. Sürecin muhataplarının durumu bu iken; yıllardır güya barış isteyenler, çatışmayı çözmek isteyenlerde süreçle ilgili eleştiriler barış böyle olmaz, bu yeterli değil gibi serzenişler duyuluyor. Bu çevrelerin yerli yersiz endişelerini böyle dile getirmesi iyi niyetli olmadıklarını gösteriyor. O yüzden kişisel ve politik duruşları sebebiyle bu sürece soğuk bakanlar ise, bu kadar tarihi bir süreç yaşanıyorken bir kez olsun egolarından ve öfkelerinden sıyrılıp; konunun muhataplarının kararlarına saygı göstersinler öncelikle.

Sürecin başarısının en büyük etkeni hükümetin şeffaf götürdüğü bu süreci aynı şekilde devam ettirmesi. Çekilmeler sırasında infazların ve provokasyonların yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınması lazım. STK ve üniversite gibi kurumlar da sürecin kalıcılığı ve toplumsal ayakları konusunda çalışmalar yürütmelidir.

Medyanın çözüm sürecindeki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sürece sizce benzinle mi yaklaşılıyor yoksa su ile mi?

Söylediğiniz gibi süreç hassas; herkesin üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor. Bunların başında da medya geliyor. Bu sürecin hiç itirazsız, eleştirisiz kabul edileceği anlamına gelmemeli. Özellikle hükümete yakın medyanın kendini koşulsuz biat üstüne kurgulamaması gerekir. Eleştirel ama hakkaniyetli bir bakışın yakalanması lazım. Ama daha çok kabullenme ve kabullenmeyeni hedef gösterme şeklinde bir medya tutumu söz konusu.

Çözüm sürecinin yürütülmesi için Akil İnsanlar topluluğunda sizin de isminiz Ankara kulislerinde telafuz edildi ancak listede yer almadınız. Listeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk başlarda her kuliste farklı isimler konuşuldu. Bir haberde benim de ismim geçiyordu ama yer almam zaten şaşırtıcı olurdu. Çünkü listeye baktığımızda genel itibariyle çok popüler isimler üzerinden gidilmiş. Liste genel hatlarıyla çok iyi. Her biri alanında bilinen, belli ölçülerde kabul edilen, sevilen kişiler. Açıkçası halen komisyonun tam olarak işlevi netleşmediği için isimler üzerinden değerlendiriliyor. İtirazlar da onların üzerinden yapılıyor. Herkesin memnun olacağı bir liste zor ama bazı isimler beni de rahatsız etmedi değil. Listedeki isimlerden öte listenin ruhu hükümetin ve iktidarın şekillendirdiği bir üstünlük ve hiyerarşiyi barındırıyor içinde. Eğer süreç bu isimler üzerinden yürütülecekse MHP ve CHP’nin dışlandığı görülüyor, BDP ve Kürtlerin içindeki farklı kesimlerin temsiliyeti az. Kadınlar da biraz vitrin şekilde yer almış. Hükümetin vekil listesinde yer vermediği iki ismi akil listesine alması ise bir yanlıştan dönülmesi bakımından kıymetli.

Medyatik veya popüler isimlerden öte; özellikle bölgedeki kanaat önderlerinin, yıllardır bu derdi pozisyon kapma veya mesleki heveslerle değil derinden yaşayanların süreçte belirleyici olması gerektiğini düşünenlerdenim. Açıklanan kimi isimler özel, akrediteli gezilerin dışında güneydoğuya adım atmamış kişiler; Bunun vitrin oluşturmaktan öte; hakkaniyet ve her tarafa eşit mesafede durabilecek bir duruşta olması gerekir. Diyarbekir’den yeni döndüğümü söyledim. Orada sürecin her yönü konuşuluyor ama akil insanlar meselesi yahut kimin olacağı neredeyse hiç konuşulmuyordu. Çünkü onlar vitrin veya görünürlülük değil sorunların bitmesiyle ilgili. Burada ve özellikle medya çevrelerinde ise; sürece insani değil de siyasi bir proje olarak bakılıyor. Ve herkes durduğu pozisyondan, destek verdiği iktidarın başarısı için dertleniyor.

Yaklaşık 15 aydır üzerinde çalışan Uludere raporu açıklandı. Raporda, ‘’Tüm Türkiye’yi derinden üzen ve sarsan bu olayla ilgili yapılan araştırma ve incelemelerde; olayın kasten yapıldığına yönelik olarak herhangi bir delil elde edilmediği görüş ve kanaatine varılmıştır’’ denildi. Raporun bu sonucu sizce tüm soru işaretleri silmeye yetti mi?

Yettiğini düşünmüyorum. Uludere katliamı adaletin tesis edilmediği bir durum olarak yerini koruyor. Kasten yapılamamış olması (ki ailelerin oradaki jandarmayla olan ilişkileri bombardıman sırasında karakola haber verildiği halde durdurulmayışı, yardıma gelen ambulansların bekletilmesi ve daha birçok teknik bilgi bu konuda kastın olabileceği hissiyatını arttırıyor) sorumlu olmadığına ve bu konuda adaletin sağlanması için bombardımana izin veren veya katılanların cezalandırılmamasını sağlamaz. Kasıtlı veya değil 34 insanın hayatını kaybettiği bir bombalama olayından bahsediyoruz. Bu konuda Meclis’in denetiminde yeni bir soruşturma açılmasının ve bu soruşturmanın daha özgür ve cesur hareket edecek bir komisyon tarafından yapılması gerekiyor.

Başbakan sürecin başından bu yana kadınlardan (analardan) yardım istedi. Çatışma ortamında hangi kesimden olursa olsun en çok etkilenenlerin analar olduğu muhakkak. Sizce bu barış sürecinde kadınlara düşen görevler neler?

Sadece anneler değil kadınların bu sürecin en önemli bölümünde yer alması lazım. Çünkü savaşın çatışmanın en ağır bedelini onlar ödüyorlar ve ödediler şimdiye kadar. Kadınlar çatışma çözüm sürecine eril, ötekileştirici ve üsten bakışı temsil eden dilin kullanılmamasının takipçisi olarak bu süreçte büyük bir rol üstlenebilir. Birbirinden farklı kadınlar, bir araya gelerek çözüm sürecinin toplumsallaşmasının öncülüğünü de üstlenebilir.

Devlet Bahçeli'nin sürece olan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahçeli’nin yıllardır süren sakin üslubunu ve tabanını sokaktan, çatışmadan uzak tutan tutumunu terk ettiğini görmek doğrusu beni üzdü. Çatışma ve ölüm isteğinde olmak kabul edilir değil. Umarım en kısa sürede bu yanlışından geri döner.

Eserlerinizden konuşacak olursak; Çocuğun bir gecede nasıl büyüdüğünü, bir gecede olgunlaşan yürekleri anlatan kitabınız ‘Keje’yi Türkler için değil Kürtler için de yazdım diyorsunuz. Kürtlerin ve Türklerin birbirlerini daha iyi anlaması için başka neler yapılabilir?

“Keje’yi sadece Türkler için değil Kürtler için de yazdım” demiştim. Keje 80’li yılları PKK’nın ilk ortaya çıktığı zamanları anlatıyor. O günleri yani her güne değen çatışmanın, faili meçhullerin olmadığı zamanlarda günlük hayatın nasıl olduğunu Kürtler de unuttu. Yeni nesil hayatın hep çatışmadan, acıdan ibaret olduğunu düşünüyor. Türk tarafında ise; bu çatışmalı ortamın Kürtlerin hafızasında neye tekabül ettiği, nasıl acılar zulümler yaşandığıyla ilgili bilgisi yeni yeni oluyor. Keje bu anlamda her iki tarafa da sakince durup hayatı ve değişenleri okuma ve anlama imkanı sunuyor.

Anlamak için öncelikle birbiriyle gerçek anlamda temas etmek gerekiyor. Son yıllarda bu temas giderek azalıyor. Toplumların birbirine temas edebileceği mekanizmaların kurulması lazım. Bunun yollarından biri de edebiyat haliyle.

Çanakkale savaşındaki Kürtleri ele alan ‘’Çanakkale Savaşı’nda Kürt Civanlar’’ adlı kitabınızda bilinmeyen portrelere yer veriyorsunuz. Aynı topraklar için birlikte savaşan halkların kırılma noktası ne zaman oldu ki bu derece kutuplaştırıldı.

Bu yüzyıllık bir süreç. İnkar ve asimilasyonlarla başlayan, devletin tek tipleştirme operasyonlarıyla devam eden. Sürgünü esas alan iskan politikaları, 90’lı yıllarda yaşanan faili meçhuller zorunlu göçlerle iyice ete kemiğe bürünen bir kırılma noktası. Yüz yıl sonra asıl yanlışın nerede yapıldığının iyice ortaya çıktığı bir dönemde; birlikte yaşama arzusunun bu yanlışların tekrarlanmayacağı bir şekilde bir anayasal süreçle yeniden tesis edilmesi gerekiyor.

Sizin bu kitabınızda da bu iki kardeş halkın vatanı kurtarmak için düşmana karşı sırt sırta savaştığının bir çok örneği var. O ruhu tekrar yakalayabilir miyiz? Bunun için neler yapılmalı?

O ruhun tekrar yakalanmasının yolu biraz önce bahsettiğim gibi aynı yanlışların tekrarlanmaması. Devletin milletten, insandan kutsal sayılmadığı bir düzenin esas alınmasıyla mümkün olur. Çanakkale ruhu diye tabir edilen de bu olmalı.

Bir makalenizde Anadolu’daki kadim halklar için yanlış uygulamalar yapılmış olduğunu vurguluyorsunuz. Aynı zamanda mevcut hükümetin aynı yanlışta ısrar etmeyen bir bilinçte olduğuna değiniyorsunuz. Bu görüşünüzü destekleyecek örnekler verebilir misiniz?

Kültür Bakanı Ömer Çelik’in Ermeni ve Süryaniler başta olmak üzere yaptığı çağrı bu anlamda çok önemli. Mor Gabriel başta olmak üzere Süryanilerin gaspedilen mallarının geri verilmesinin takipçisi  olunmalı. Süryanilerin başka bir sorunu azınlık statüsünde olmadıkları için kendi dillerinde eğitim yapamayışları. Bunun sağlanması için ilgili yönetmelikler değiştirilmeli. Aslında tek tek çözümler yönüne bütün inançların ve inançsızlıkların eşit yurttaşlık zemininde buluşabileceği bir anayasal sistemin sağlanması lazım.

Söyleşi için çok teşekkürler

Rica ederim
VİDEO HABER

Sahibinden 16 milyon TL'ye satılık ‘tarihi kilise’

Haber Ara