Dolar

32,3353

Euro

35,1389

Altın

2.243,49

Bist

8.718,11

'Hz. İsa Kıyamet'ten önce gelecektir

İsa aleyhisselam hakkında imanımız onun ölmediği şeklindedir. Yeni görüşler, Ümmet'in eskilerine ait olmayan görüşlerdir. Meşhur olmak için üretilmiş beyanlardır bunlar.İlahiyatlar, Müslümanları dinlerini öğretmek için kurulmuş kurumlar değildir. Müslümanların dinlerini kontrol etmek için kurulmuş kurumlardan ne bekleyecekseniz onu bekleyin

12 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-30 21:08:55

'Hz. İsa Kıyamet'ten önce gelecektir
odern zamanlar da Meal üzerinden din inşaa etmeye çalışan fikir adamlarının ve Din münekkitlerinin, İslam aleminin üzerinde ittifak ettiği Nüzülü İsa a.s meselesi hakkına Nurettin Yıldız Hoca'nın açıklamaları:   
   

Dünya, bir gün ömrünü tamamlayacak; İçindekilerle birlikte yok olacak. Bu sonsuz tükenişin ne zaman olacağını bilmiyoruz. Malumatımız, yok oluşun emarelerini bilmekle sınırlı.
Allah Resulü (s.a.v.), risaleti müddetince Kıyametin zamanı ile alakalı sorulara sıklıkla muhatap oldu. Kur’an, hadiseyi şu ifadelerle anlatıyor: “Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır.”[1]
Kıyametin mutlak olarak bilinmezliğini zihinlere nakşedilmek için Dıhyet-i Kelbi suretinde Huzur-u Nebi’ye gelen Hz. Cebrail, Allah Resulü’ne kıyametin zamanını sorunca O (s.a.v.) şöyle karşılık vermişti: “Sorulan sorandan daha iyi bilmiyor.”[2] Bu yüzden Kıyamet “Muğeyyebat-ı Hamse/beş bilinmeyen”[3] içerisinde değerlendirildi. Bilinirliği ile alakalı kapı bütünüyle kapatıldığından ulema himmetini onun işaretleri üzerinde teksif etti. Zaten Kur’an ve Sünnet’in talebi de bu doğrultudadır.

Kıyamet alametleri içerisinde yer alan ve delilleri “vurud” ve “delalet” yönünden kat’iyyet ifade edenler “yakin bilgi” kabul edildi. Bu yüzden onlara iman etmek “zarurat-ı diniye”den addedildi. Deccal, Ye’cuc ve Me’cuc, Dabbetu’l-Arz, güneşin batıdan doğması ve Hz. İsa’nın (a.s.) yeryüzüne inişi böyledir.[4]

Hz. İsa’nın (a.s.) bedeniyle semaya kaldırıldığı, Kıyametin arefesinde ise tekrar yer yüzene ineceği mezkür alametler içersinde -deliller itibariyle- en muhkem olanıdır. Çünkü nüzul-ü İsa ile alakalı hüküm, hem Kur’ani sarih şahitlere hem de mütevatir hadislere dayanmaktadır. Nitekim Allame Muhammed Enver Şah el-Keşmiri, “et-Tasrih bima Tevatere fi Nüzuli’l-Mesih” adıyla telif ettiği eserinde nüzul hakikatini -cem’ ettiği hadislerle- itiraza imkan vermeyecek bir şekilde isbat etmektedir. Muhammed Zahid Kevseri’de, Hz. İsa’nın öldüğünü, yeryüzüne inmeyeceğini iddia eden Şeyh Mahmud Şeltut’un fetvasına yazdığı reddiyesinde mezkür eseri tevsik ve tasdik etmektedir.[5]

Hz. İsa’nın (a.s.) ineceğine delalet eden sarih ayetler ve mutevatir hadisler üzerine icma akdedildi. Ne var ki, Batı ile kapsamlı bir şekilde buluşmanın gerçekleştiği 19. yüz yıl ve sonrasında yaşayan bir çok mustağrib Hz. İsa’nın (a.s.) inişi ile alakalı kesin hükme itiraz etti. Aslında nüzul, mustağribler için bir problem teşkil etmemekteydi. Problem, inmesi durumunda Hz. İsa’nın (a.s.) ne yapacak olmasındaydı; yeni bir şeriatla geleceğini kabullenmeleri durumunda Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) son Peygamber olmasını reddedecek, Müslümanların tepkisini çekeceklerdi. İslam’ın doğrusunu kabul edip Hz. İsa’nın -indikten sonra- Allah Resulü’ne tabi olacağını ifade etmeleri durumunda ise, Hristiyan alemini karşılarına alacaklardı. Batı’nın yanlışını reddetmeyi göze alamadılar ve üzerinde icma edilen mutlak doğruyu te’vil ederek yanlışa müncer kıldılar.

“İbrahimi Dinler” ve onların bağlıları arasında “Müşterek Amentü” ihdas etme gayreti, mustağribleri Hristiyanlarla paralelel düşünmeye sevketti. Bu yüzden, kaleme aldıkları tefsirlerde Ehl-i Kitab’ın cennete gireceğini iddia ettiler, Resuller arasında derece farkı olduğunu reddettiler. Fakat Hz. İsa’nın inişi mevzuunda Ehl-i Kitab’la aynı kanaati paylaşamadılar. Çünkü inen İsa’nın (a.s.) İslam Şeriatı’na tabi olması Hristiyanlığın bütünüyle neshedilmesi anlamına gelmekteydi. Yani bu ihtilaf, onların meşruiyetine halel getirmemek içindi.

Modernistlerin nüzul’ü reddetmelerine etki eden diğer bir husus ise, nüzulün, İslam’ın aklileştirilme sürecine aykırı olmasıydı.

İSA’nın (a.s.) HAYATI

Hz. İsa’nın (a.s.) göğe yükseltilmesi ve tekrar yeryüzüne dönmesi bahsinin ne ifade ettiğini, Sünnet ve Cemaat alimlerinin benimsediği görüşün Kur’an ve Sünnet’in açık beyanı olduğunu yakinen anlayabilmek için Hz. İsa’nın yaşam serüvenini bilmek gerekir. Zira Hz. İsa’nın, annesi Meryem’den itibaren yaşadığı olağan üstülük ref’ ve nüzulünün de kavranmasını kolaylaştıracaktır.

Olağanüstü Hallerin Mahşeri: Hz. Meryem

İmran’ın eşi saliha bir kadındı, karnındaki yavrusunu Allah’a adamıştı, rızasına uygun bir surette kabul etmesi için de dua ederdi. Çocuk, kız olarak dünyaya gelince İmran’ın eşi hüzne gark oldu. Ne yapacağını bilemez bir halde şöyle diyordu: “Rabbim onu kız doğurdum”[6] Düşünüyordu ki, Allah’ın Beyt’ine hizmet ve ibadet şerefi sadece erkeklere aittir. Kızlar, bunu yapamazlar. Özelliklede hayızlı günlerinde.

Allah Teala, saliha kadının yavrusuna, onun şerefine binaen ad koydu; Onu Meryem olarak tesmiye etti. Meryem’i saliha annenin adağı olarak erkeğin yerine kabul etti. Ve de onu güzel bir şekilde (Nebaten Hasena) terbiye etti. Meryem’in teyzesinin kocası Hz. Zekeriyya’yı onun bakımıyla görevlendirdi. Meryem, faydalı ilmi, salih ameli Peygamber’den öğrenerek yetişti.[7]

Hz. Zekeriyya, güzelliklerin mahşerinde neşv u nema bulan Meryem’in yanında kışın yaz, yazın da kış meyvalarını bulurdu. “Bunlar nereden geldi?” diye sorunca saliha kadının kızı şöyle cevap vermişti: “Allah katından”.[8]

Hakk’ın divanında duran; rükü, secde eden Meryem, Allah Teala’nın bereketiyle dünya kadınlarına üstün kılındı. Sonra “dünyada da, ahirette itibarlı ve Allah’a çok yakın olan” bir oğulla; İsa Mesih ile müjdelendi. Melek müjdeyi getirince Meryem: “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi.[9] Dilediğini dilediği gibi yaratan Cenab-ı Hak için çocuğun babasız yaratılması sadece bir “ol” emrine bağlıydı. Onun emri o derece tartışmasız ve ertelenemezdir ki Kur’an’ın ifadesiyle: “Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)[10]

En İffetli Kadına En İffetsiz İsnad

Bakire Meryem, insanların ayıplamasından çekindiğinden hamilelik dönemini kavminden uzak bölgelerde geçirdi.[11] O kadar muzdarib olmuştu ki doğum anında; “Keşke bundan önce ölseydim de unutulmuş gitmiş olsaydım!”[12] demişti.

Hz. Meryem’in kavmi adına yaşadığı endişe gerçekleşir, çağının tanıkları ona iftira ederler: “Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!”[13] Meryem, bu hususta onlarla konuşmayı zait gördü. Çocuğuna işaret etmekle iktifa etti. Kundaktaki bir çocuğun konuşmayacağına inanan halk bu haliyle Meryem’in kendileriyle alay ettiğini düşündüler: “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?” dediler.[14]

“Allah’ın Kuluyum”

Kundakta annesinin göğsünden süt emen İsa (a.s.), kavminin hezeyanlarını işitince sütü terk etti, yüzüyle müfterilere yöneldi ve işaret parmağını kaldırarak “Ben Allah’ın kuluyum” dedi.[15]

Kundaktaki çocuğun ilk nutku ubudiyeti itiraf etmek oldu. Konuşmasıyla annesini zinadan Allah Teala’yı da şirk iddiasından tenzih etti. O, bu beyanıyla, göğe yükseltilmesinden sonra kendi hakkında aşırılığa sapacak Hristiyanları da reddediyordu.[16]

Pak annenin çocuğu, niçin yaratıldığını, vazifesinin ne olduğunu ifade ederken de şöyle demişti: “Allah Teala bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni peygamber yaptı.”[17]

İman edenlerle münkirlerin hakkında ihtilaf ettiği Hz. İsa “İşte budur.” Yani Allah’ın kulu ve Nebisidir.[18] “İsa Mesih ancak Meryem’in oğludur…” ayeti ise bütün kapıları kapatır. Sonradan olmamak, ilahlığın bir gereği iken annesine nisbet edilen bir çocuk nasıl ilah olabilir.?![19]

İfrat ve Tefrit Arasında ki Hakikat: İsa Kul ve Resuldür

Annesinin kucağında hakikati söyleyen İsa (a.s.), Ben-i İsrail’i hayrete düşürdü. Ne diyeceklerini, nasıl mukabelede bulunacaklarını şaşırdılar. Farklı kanaatler izhar ettiler, fırkalara bölündüler. Yahudilerin cumhuru İsa, “veled-i zinadır.”, dedi.[20] Hristiyanlar da ihtilafa düştü: Kimi “ilahtır”, kimi “üçlü ilah sisteminin üçüncüsüdür” iddiasında bulundu. Muvahhitler ise, “İsa Allah’ın kulu ve resulüdür” diyerek hakikati doğru anlayan tek cemaat oldu.[21]

Hz. İsa’ya “veled-i zina” diyen Yahudiler ve İlahlık isnad eden Hıristiyanlar haddi aştılar. İfrat ve tefrit arasında med-cezir ihdas ettiler. Hakikat şu ki, bu konuda ifrat da tefrit de yanlıştır ve küfürdür.[22] Bu yüzden müminlerin onlarla imani müşterekler belirleyip cennet taksimatına kalkışmaları doğru değildir.

Davete Adanan Ömür

Hz. İsa (a.s.) var oluşunun gereğini ifa edebilmek için çağının tanıklarına Allah’ın emirlerini tebliğ etti. Kavmini, Allah Teala’ya ibadete davet etti. “Ona kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur.”[23] dedi. Hz. İsa’ya tabi olanlar hidayete erdi, muhalefet edenler ise dalalete saplandı.[24]

Hz. İsa, ömrünü Allah Teala’nın birliğini anlatmaya adadı. İnsanları yalnız ona ibadet etmeye çağırdı. Onun dışındaki her şeyin mahluk olduğunu, bu yüzden onlara ibadet etmenin şirk bağlamında değerlendirileceğini söyledi: “Mesih şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun gideceği yerde ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”[25]

Hz. İsa davet ödevini yerine getirirken, abid bir kul olma noktasında kendisiyle Ben-i İsrail arasında hiçbir fark gözetmedi.[26] Çünkü onlar gibi İsa da bir kuldu. Kulun Allah Teala’ya ibadet etmesinden daha tabi bir şey olamazdı.

Ben-i İsrail’in inkar tufanına karşı Allah Teala, resulünü mücizelerle teyit etti. Allah’ın izniyle çamurdan kuş şeklinde bir suret oluşturdu, ona üfledi ve şekil, kuş suretinde canlandı, doğuştan körü ve alaca hastasını iyileştirdi, ölüleri hayata taşıdı. Ben-i İsrail bu apaçık mucizeler karşısında iman etmek şöyle dursun Allah’ın Resulünü sihirbaz diye yaftaladı.[27]

Hz. İsa Ben-i İsrail’in son peygamberi olarak insanlığın son Peygamberi Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) geleceğini de müjdeledi: “Benden sonra gelecek Ahmed adındaki Resulü müjdeleyen peygamberim” dedi.[28]

Bütün peygamberler Allah Teala’ya hamdediyorlardı. Fakat Hz. İsa’nın müjdelediği Peygamber “Rabbine en ziyade hamd edendi/Ahmedu’l-Hâmîdine lirabbihî”.[29] Bu yüzden peygamberler ehramının zirvesinde O (s.a.v.) vardı. İsa da Onu haber veriyor, bir anlamda dünyayı Onun (s.a.v.) gelişine ihzar ediyordu. Çünkü O (s.a.v.) “Ezelde sebeb ebedde netice idi.”

Ben-i İsrail’in Su-i Kastı

Ben-i İsrail, Hz. İsa’nın bütün mucizelerini sihir diye yaftaladı. Onu öldürmeye teşebbüs etti. Fakat Allah Teala Hz. İsa’yı Yahudilerin saldırısından korudu:[30] Ne öldürebildiler O’nu, ne de asabildiler. Ona benzetilen bir şakiyi, o zannederek çarmıha gerdiler. Çünkü Cenab-ı Hakk İsa’yı (a.s.) göğe yükseltti.[31]

Kıyametin arefesinde Hz. İsa tekrar yeryüzüne gelecek, bu defaki gelişinde resul olarak değil, geleceğini müjdelediği Muhammed sallallah-u aleyhi ve sellem’in davasını tahkim edebilmek için gayret sarf edecek. Hem bu gelişiyle Yahudilerin “öldürdük” yalanını tekzib, Hıristiyanların ilahlık isnadlarını reddedecek.

Dünya’ya Gelişi Gibi Gidişi de Farklı Oldu

Peygamberler tebliğ görevini ifa ederlerken nice zorluklarla karşılaştılar. Deli, sihirbaz, kahin gibi aşağılayıcı vasıflarla anıldılar. İftiralara maruz kaldılar. Eza gördüler; taşlandılar, kırbaçlandılar. Fakat bütün bunlara tahammül ettiler. Vazifeleri bitince de diğer insanlar gibi dünyadan ayrıldılar. Hz. İsa da eslafı gibi sıkıntılara maruz kaldı. Sonunda o da dünyadan ayrıldı. Fakat Hz. İsa’nın ayrılması, gelişi gibi harikulade oldu. Bütün peygamberler ölümü tadıp, ruhlarıyla semaya yükselirken o olduğu gibi alındı semaya…

Şimdi makalenin asıl mevzuuna yani Hz. İsa’nın yeryüzünden ayrılışı, sonrasında ise tekrar dönüşü ile alakalı ayetlerin tarih boyu ulema tarafından nasıl anlaşıldıklarına bakalım:

]

Haber Ara