Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

'Putperest dinler, mâbedlerini yükseklere yapar'

Başbakan Erdoğan'ın Çamlıca tepesine dev cami yapılacağının açıklaması ardından en sert açıklama, Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı Mehmet Doğan'dan geldi. Doğan, dev caminin putperest yaklaşımı olduğunu öne sürdü.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-06-03 18:10:55

'Putperest dinler, mâbedlerini yükseklere yapar'
Çamlıca’ya cami yapılacağını söyleyen Başbakan’a en ağır eleştiri, Akit gazetesi yazarı D. Mehmet Doğan’dan geldi. Doğan, “Dev Cami” projesinin putperest yaklaşımı olduğunu öne sürdü.

Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı ve Yeni Akit gazetesi yazarı D. Mehmet Doğan, önceki gün gazetedeki “Caminin “dev”i başlıklı köşe yazısında, Çamlıca’ya dev bir cami yapılacağını açıklayan Başbakan Erdoğan’ın projesine ağır eleştiri yönelten bir yazı kaleme aldı.

Yapılan yeni eserlerin Osmanlı eserlerini gölgelememesi gerektiği görüşünü savunan Doğan, İstanbul’un görünen yüzünün “dev” camiye ihtiyacı olduğu kanaatinde olmadığını dile getirdi. İstanbul siluetine her hangi bir yapı ile müdahale etmenin doğru bir yaklaşım olmadığını belirten Doğan, "Hele Osmanlı güzelliğini gölgeleyecek cesamette cami yapmak, Osmanlı medeniyetinin timsali İstanbul’a şedit bir müdahale olarak değerlendirilir” dedi.

Doğan, 31 Mayıs 2012 tarihli Yeni Akit gazetesindeki köşe yazısında eleştirilerle yüklü yazısını ise çok daha ağır bir suçlamayla bitirdi:

"Putperest dinler, mâbedlerini yükseklere yaparak güç, büyüklük ve ulaşılmazlık tesiri uyandırmak istemişlerdir. İslâm büyüklüğü, yüceliği tepelerde aramaz. Mekân bulunduğu yere yücelik ve itibar katar."

Doğan'ın tartışmalara neden olacak yazısı:



Caminin “dev”i!

Güzellik “büyüklük”te, “irilik”te, “cesamet”de yahut da “devlik”te midir?

Üsküdar, güzel fakat, İstanbul yakasına göre küçük camilerin yurdudur. Çoğunu hanım sultanların yaptırdığı camiler Üsküdar’ın derin (ve efsunkâr) güzelliğinin sırrını saklar. İskele’de Mihrimah Sultan camii. Kanunî’nin kızı tarafından yaptırılmış Mimar Sinan eseridir. Yüksek veya denize karşı yükseltilmiş bir zemin üzerine yapılmış külliyenin yerleştirilme düzeni çevreye uyum itibarıyla başlıbaşına bir mimarî harikasıdır.

Ya Cedit (Yeni)Valide Camii? Sultan 3. Ahmed’in annesi Hatice Gülnuş Sultan tarafından 18. asrın başında yaptırılan bu cami ve külliye de Sinan sonrası mimarimizin yüzük taşlarındandır. Cesameti, çevre düşünülerek ve nüfus dikkate alınarak belirlenmiş olmalıdır. “Yeni Valide Camii” olduğuna göre, “eski”si de vardır elbette! O da “Atik Valde” diye anılır. Yahya Kemal meşhur şiirini bu cami etrafındaki mânevî havadan aldığı ilhamla yazmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar da Beş Şehir’de ve Huzur’da bu camiden büyük bir hayranlıkla bahseder. Eski Valide’yi 3. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan yaptırmıştır; Sinan eseri muhteşem bir külliyenin merkezinde yer alır.

Üsküdar camilerinin en güzelleri, en etkileyicileri bu ve benzeri küçük camilerdir. Hele hâlâ sahilde bulunan, yani denizle arasına –doldurularak- mesafe sokulmamış olan, o benzersiz güzellik? Yani Şemsi Paşa Camii?

Osmanlı büyük camiler de yapmıştır elbette... Bursa’da, İstanbul’da ve Edirne’de yapılmış olan bu büyük camiler, bu şehirlerin payitaht olması yanında, nüfus durumu da dikkate alınarak planlanmış olmalıdır. Fakat hiçbirinin büyüklük olsun diye yapılmadığı şüphesizdir. Mesela, bu yüzden Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii, Süleymaniye’den daha büyük değildir. Zaten Osmanlı camilerinin büyükleri size büyüklüğünü ilan etmez. Öyle bir tenasüp gözetilmiştir ki, o eserin büyüklüğü karşısında kendinizi küçük hissetmezsiniz. Adeta, Osmanlı mimarları tabiî-insanî büyüklüğün sırrına ermiştir.

Ya Tanzimat sonrası yapılan camiler? Mesela Sultan Abdülhamid Yıldız Camii’ni yaptırmıştır. Hayatı boyunca saray, kışla, mektep ve valilik binaları gibi çok büyük eserler yaptıran Abdülhamid, Yıldız Camii’ni çevreye uyumlu bir şekilde tabiî bir cesamette inşa ettirmiştir.

Hep şu söylenmiştir: “Osmanlılar Anadolu’yu ihmal etti! Asıl eserlerini Balkanlar’da yaptı.” Bu doğru değildir. Balkanlar’daki Osmanlı camileri de ne Edirne, ne Bursa ve elbette ne de İstanbul camileri ile kıyaslanabilecek cesamettedir.

Anadolu’da Osmanlı inşacılığının Selçuklu’nun büyük eserlerinin bulunduğu yerlerde yüksek sesle konuşmamak prensibini hassasiyetle koruduğunu söyleyebiliriz. Konya’da Sivas’da, Kayseri’de, Erzurum’da güzel Osmanlı eserleri vardır; fakat bunlar hiçbir zaman Selçuklu’nun muhteşem yapılarını gölgeleyecek cesamette değildir. Diyarbakır’da yapılan Osmanlı camileri de Ulucami’den büyük değildir.

Cumhuriyet’in ilk 25 yılında cami yapımından uzak durulmuştur. İstisnalar dışında 1950’ye kadar Türkiye’nin hiçbir yerinde cami yapılmamış, bazı vakıf camiler ihtiyaç olmadığı iddiası ile satılmıştır. Bu arada nüfusun iki katına çıktığını, şehir nüfuslarının göçlerle arttığını dikkate alırsak, en azından yeni ortaya çıkan semtlere, şehir kesimlerine cami yapılması ihtiyacı kendini hissettirmiştir.

Hele Ankara’ya cami yapmak bir tabu olduğu için, bizzat Başbakan Menderes’in müdahil olması ile iki cami; biri Cebeci’de diğeri Maltepe’de, inşa edilebilmiştir. Kocatepe Camii de birçok maceradan sonra 1980’li yılların sonunda tamamlanabilmiştir.

Gelelim, Çamlıca tepesine yapılması mutasavver “dev” camiye...

İstanbul’un görünen yüzünün “dev” camiye ihtiyacı olduğu kanaatinde değiliz. İstanbul siluetine her hangi bir yapı ile müdahale etmek, doğru bir yaklaşım değildir. Hele Osmanlı güzelliğini gölgeleyecek cesamette cami yapmak, Osmanlı medeniyetinin timsali İstanbul’a şedit bir müdahale olarak değerlendirilir.

İstanbul’un yeni semtlerine büyük camiler yapmakta beis yoktur. Kendimizi oralarda gösterebiliriz. Ataşehir’de yapımı devam eden Mimar Sinan Camii bu bakımdan doğru bir uygulamadır. Yaklaşık 5 bin 800 metrekare üzerine kurulan camii, güzellikçe olmasa bile büyüklükçe önemli bir eser sayılabilir. Açılışı ramazana yetiştirilmek istenen cami, çok büyük yapıların yükseldiği bu çevrede bir sükûnet adası gibi durmaktadır.

Çamlıca’da yapılması düşünülen “dev camii” ise, tabiî çevreye müdahale olduğu gibi, tarihe ve mimarimize de “dev bir müdahale” olarak görülmelidir.

Güzel ve büyük camiler yüksek yerlere mi yapılmalıdır? Bir sembol olarak camilerin tepelere yapılması göze hoş gelmektedir. Fakat İslâmın ibadethane olarak diğer yapılardan öncelikli sayılan mekânı Kâbe’nin Mekke’nin en çukur yerine inşa edildiği akıldan çıkarılmamalıdır.

Putperest dinler, mâbedlerini yükseklere yaparak güç, büyüklük ve ulaşılmazlık tesiri uyandırmak istemişlerdir. İslâm büyüklüğü, yüceliği tepelerde aramaz. Mekân bulunduğu yere yücelik ve itibar katar.

Haber Ara