Dolar

32,3352

Euro

35,0901

Altın

2.234,39

Bist

8.733,32

'Başörtülü aday yoksa oy da yok!' kavgası

Bazı kadınlar bir araya gelip 'başörtülü aday yoksa oy da yok' adlı bir kampanya başlattı. Türkiye'nin tanınmış İslamcı yazarlarından Ali Bulaç, bu girişim hakkında ağır bir yazı kaleme alınca önce twitter'de sonra gazete köşelerinden cevap gecikmedi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-04-03 21:35:07

'Başörtülü aday yoksa oy da yok!' kavgası

HABER MERKEZİ / TİMETURK


Zaman Gazetesi yazarı ve Türkiye'nin tanınmış İslamcı yazarlarından Ali Bulaç, aralarında başörtülü yazarlarında olduğu ve kendilerine "Başörtülü Milletvekili İstiyoruz İnisiyatifi"adını veren girişimin 'Başörtülü aday yoksa oy da yok' kampanyasını eleştirince kıyamet koptu.

"Bana öyle geliyor ki 'iyi saatte olsunlar' bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti'ye yeni bir tuzak kuruyorlar" diyen Ali Bulaç'ın bu girişimın Ak Parti'yi kapattırabileceğini belirtmesi önce twitter'de tartışma başlattı sonra da inisisiyatif üyesi kadın yazarların tepkisine neden oldu.

İŞTE ALİ BULAÇ'IN YAZISI VE NİHAL BENGİSU KARACA'NIN ALİ BULAÇ'A CEVABI:

ALİ BULAÇ: Başörtülü aday

12 Haziran seçimleri için 'adaylar'ın tespit edildiği şu günlerde başörtülü bayanların da aday olup seçime katılmalarını sağlamaya matuf bir platform oluşturuldu.

Kadın adayları destekleme dernekleri milletvekillerinin tam yarısının, yani 275'inin kadınlardan seçilmesini istiyorlar. Ancak her üç kadından ikisinin başını örttüğü bir ülkede başörtülü kadınlara getirilen seçilme yasağı bu talebi bir ölçüde havada bırakıyor. Bazılarının açıklamasına bakılırsa genel kampanyayı desteklemek üzere başörtülü kadınların da seçilebilmelerini savunan platform oluşturulmuş bulunuyor. Sloganı şu: "Başörtülü aday yoksa oy da yok!"

Kişisel olarak bu platforma pek sıcak bakmadığım gibi, bana 'işin içine iyi saatte olsunlar' karışmış gibi de geliyor, sebebini anlatmaya çalışacağım.

Önce genel bir gözlemimi aktarmayı gerekli görüyorum: Başından beri başörtüsü davasını canla başla savunan önemli sayıda insan, iki sebepten dolayı son yıllarda bu mücadeleden soğumuş bulunuyor:

İlki, başörtüsü mağdurları olarak öne çıkan "bazı bayanlar", bunu bir ticaret ve statü aracı haline getirdiler, adeta başörtüsü mağduriyetini birtakım yerlere gelmenin, mesela yerel ve merkezî iktidardan iş koparmanın, çeşitli kurum ve kuruluşlarda mevki kapmanın vasıtası olarak kullandılar, bu alanda hayli de mesafe aldılar.

İkincisi, zaman içinde bu dinî vecibeyi savunmak her inanmış erkek ve kadın üzerinde bir görev iken, yine aynı sözcüler ve onların 'başkaları'yla bir araya geldikleri kişiler, resmî, yarı resmî veya tamamen sivil oluşum ve platformlar, başörtüsünü dinî muhtevasından kopardılar, içini boşalttılar, feminizmden mülhem basit kadın hakları seviyesine, kişisel tercih ve bireysel özgürlüklere indirgediler; başörtüsü üzerinden 'birbirlerinin velisi' (yardımcısı, dostu, koruyucusu, destekçisi, kardeşi ve savunucusu) olan erkeklerle kadınların arasına cinsiyetçilikte, yani kadın ırkçılığında ifadesini bulan ayrışmalara, kutuplaşma ve rekabetlere dönüştürdüler.

Başörtülü kadınlar ve kızlar büyük acılar yaşıyor, ezici çoğunluğu yoksul, bir kısmı asgari geçim derdinde, doğru dürüst iş bulamıyorlar, araştırmalara konu olduğu üzere, iş bulabildikleri yerlerde de yarım ücret alıyorlar, kötü şartlarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Başörtüsünü araçsallaştıranlar ise para, şöhret ve statü kazandıkça cemaati, sıradan Müslüman halkı, içinden çıktıkları ve nimetinden istifade ettikleri çevreleri, mahallelerini küçük görmeye, onların mütevazı, dindarâne hayat tarzlarına ve masum taleplerine tepeden bakmaya başladılar. Yetkin birer fakih edasıyla dinin asli referanslarını keyfi okuma ve yorumlara tabi tuttular veya ikincil referans çerçevesi durumuna düşürdüler. Dinî hayatın ve tesettürün anlamını yitirdikleri gibi dinin dilini de bir kenara bıraktılar.

Gelelim ikinci noktaya! Soru şu:

12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde "başörtülü aday" konusunun gündeme gelmiş olmasında 'iyi saatte olsunlar'ın payı var mı? Elbette bu platform içinde yer alanların tamamına yakını iyi niyetli insanlar ve artık başörtülülerin de diğerleri gibi siyasi haklarını kullanmaları mücadelesini veriyorlar. Bu hanımları istisna ediyorum. Ama içlerinde öyleleri var ki, başından beri ilişki ve sıkı dostluk içinde oldukları bazıları, kendilerine İslamî çevreleri ve İslamî hareketleri içeriden çökertmek, zihinsel haritayı değiştirmeyi görev yapmışlardır. Birer 'beyaz casus' gibi beşinci kol faaliyeti yürüten bu kimseler devşirme ve zihin haritasını değiştirme işinde bir miktar başarılı da oldular. Bunların bazıları son olaylar dolayısıyla deşifre oldular.

Daha birkaç sene önce başörtüsü konusu neredeyse AK Parti'yi kapattırıyordu. Para cezasıyla kurtuldu. Bana öyle geliyor ki 'iyi saatte olsunlar' bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti'ye yeni bir tuzak kuruyorlar. Ne değişti ki, AK Parti yeni bir kapatma davasıyla karşı karşıya gelmesin! Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin, seçimden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıksın, herkesle beraber başörtülüler de rahatlasın.

Nihal Bengisu Karaca: İslamcı aydın oryantalizmi
 
ALİ Bulaç, cumartesi günü yazdığı yazıda “Başörtüsü yoksa oy da yok” sloganıyla ortaya çıkan ve siyasi partileri seçilebilecek sıradan başörtülü aday göstermeye davet eden kampanyayı masaya yatırmış. Bir cerrah gibi değil ama Dr. Mengele’yi andıran bir haletiruhiye ile. Platforma olmadık amaçlar, tekinsiz niyetler yüklemiş; o da yetmemiş, kampanya dolayısıyla öne çıkan kadınların dindarlık kalitesini masaya yatırmış, handiyse “dalak sorgusu” yapmış. Bir mail grubuna mensup olmaktan başka hiçbir araca sahip olamayan ve tamamen “spontane” olarak gelişmiş bir kampanyanın “iyi saatte olsunlar” dediği bir çıkar grubunun maşası olduğunu iddia etmiş. Kullandığı “soğuk savaş” dili, bazılarımızın beşinci kol faaliyeti gösteren “beyaz casus” olarak suçlanmasına, başörtüsünü ticari amaçla kullandığımızı iddia etmesine kadar gitmiş.

Buzdan kılıcını çekmiş, düşmanına hamle etmiş adeta. Düşmanlık evet, çünkü normal şartlarda oylarını AK Parti-Has Parti-SP çizgisinde kullanacak kadınlardan oluşan bir girişimi, KADER’in “alt kampanyası”, “tamamlayıcısı” olarak gösterme “hesabı”, ancak azmetmekle mümkün olabilecek bir çarpıtma. Gerek bu vurgu, gerekse “iyi saatte olsunların sızdığı hareket” ithamı, “Başörtülü kadınlar tek başlarına bir şey yapamaz, kesin bunlara bir yol gösteren var” noktasından hareket ediyor. Gerçekten yazık. Kim derdi ki, dindar insanların bir-iki nesline önemli katkılar yapmış, onları seküler, üsttenci ve sömürgeleştirici mantığın içimize sokmaya çalıştığı aşağılık kompleksine karşı uyarmış biri, içinden çıktığı kesimin kadınlarına aynı aşağılık kompleksinin içinden bakacak?

Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken dindar kadınlar sizin de yıllarca yaptığınız gibi, bazı ticari faaliyetler içine girmişlerse ya da meslek sahibi olmuşlarsa bunu mutlaka “başörtüsü mağduriyetlerini kullanarak” yapmışlardır, öyle mi? Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken başörtülü kadınlar, sizin de yıllarca yaptığınız gibi düşünce kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle yani kamusal hayatla temas eder, sorunları birlikte tartışır hale gelmişlerse, bu olsa olsa “casusluk” ya da “statü kazanma ihtirası” ile açıklanabilir, öyle mi? Size göre sadece çoraplarınızı yıkaması gereken başörtülü kadınlar “Başörtüsü İslam’ın beş şartı içinde yok” diyenleri eleştirdiği zaman bu Kuran’ın bir emrini hatırlatmak değil, “cemaati ve mahalleyi küçümsemek (!)” olmak olur, öyle mi! Öyle ya, “mahalle eleştirilecekse”, bu “eleştirme hakkı” olsa olsa, sizlerin hakkı olabilir. Biz başörtülü kadınların tek bir hakkı vardır: Sizi ve sizlerin temsil ettiği gücü ve iktidarı övme ve ona hizmetçi olma, hazır kıta olma hakkı! Kadın ve erkek, mutfak ve banyo, bütün üç oda bir salon evler, bu hakikati böyle bilsin! Öyle mi?
Buna içine Mahmut Esat Bozkurt kaçmış oryantalizm denir.

Bu esef veren bakış açısı, yakın zamanlara kadar sadece kendisini Kemalist ve laik çizgi üzerinde konumlandırmış olan, başörtülü kadınları “çağdışı” gören kesimin militanlarında görülüyordu. Ne zaman ki, muhafazakâr demokratlar baskıcı rejime karşı demokratikleşmeyi savunarak belirli bir başarı kazandılar, yeni statülerini koruma çabası içine girdiler, başörtülü kadınlara karşı mesafe alma gereği duyanların da sayısı arttı, niteliği değişti. “Batılı modernist” kalıplardan devşirdikleri “ideal”ler tarikiyle başörtülü kadınları aşağı bir varlık düzeyi olarak konumlandıran bir dindar erkek tipi ortaya çıktı. Başı açık kadınlarla son derece arkadaşça ve eşit ilişki kurabilirken başörtülü kadınlarla aynı kareye girmekten kaçınmaya başlayan bir muhafazakâr tipi...

Çoğunu tenzih ediyorum, ama bugün “başörtüsü görünmeyen erkek” cenahında ciddi bir çarpıklık söz konusudur.
Hem başörtülü kadınlara karşı “klasik Batı modernleşmesine özgü” derin bir aşağılama hissi taşımaktadırlar, hem de başörtülü kadınların “hak taleplerini” feministleşme, modernistleşme, dünyevileşme gibi İslamcılığa özgü bir jargon yoluyla boğmaya çalışmaktadırlar.

Ali Bulaç “Başörtülü kadınlardan soğudum” demeden önce, bu “paradoks” üzerine biraz düşünseydi keşke; o zaman bizim nasıl buz kestiğimizi anlardı. Tabii içinde bir parça “adalet” duygusu kalmış olsaydı.


Haber Ara