Dolar

32,4456

Euro

34,4528

Altın

2.489,53

Bist

9.679,80

Şubat ve Erbakan

8 Yıl Önce Güncellendi

2017-02-28 11:40:58

Şubat ve Erbakan

Tüm şer cephelerinin ortak ittifakı ile gerçekleşen 28 Şubat darbesinin merkezinde ve hedefinde Rahmetli Erbakan'ın oluğu her kesçe malumdur.

Zira bu ülkenin yetiştirdiği nadir şahsiyetlerinden birisi olan Erbakan, yaşamı boyunca şer güçlerine karşı “hak mücadelesi” içerisinde olmuştur.

Deha niteliğindeki zekâsı, imanı ve yılmaz mücadele azmi ile ülkemizin batıya dönük yüzüne, yerlileştirme yolunda verdiği mücadele ne kadar anlaşılabilmiştir tartışılır.

Ancak şurası muhakkak ki Erbakan Hoca yerli ve küresel sömürgecilere savaş açmış, yerel ve ümmetçi bir anlayışın toplum katmanlarına ve yönetim kadrolarına yerleşmesi için ömrünü adamış bir dava adamıydı.

Yerelde Milli ama milliyetçi olmayan bir bakış açısına sahipti. Mücadele alanını ise sadece ülkemiz hudutlarında sınırlamayarak dünyadaki İslam karşıtı küresel işbirlikçilerin tümüne karşı adeta bir ümmet hareketi başlatmıştı.

Yıllarca “Kâbe Arab'ın olsun bize Çankaya yeter” diyen beyin okumalarını ters yüz ederek “kalbimizin atışlarının Kâbe'den başlayarak tüm coğrafyalarda yaşam sürmesi gereği” üzerinden bir büyük davayı omuzlamıştır.

Bilim adamı olarak başladığı kariyer hayatına Avrupa'dan kendisine yapılan tüm cazip tekliflere rağmen- işte bu öğreti üzerinden- yeni ve zorlu bir mücadeleye çevirmiş ve Evrensel değerlerin ışığında yerelden genele bir mücadele alanı oluşturmuştur.

Nitekim, yeryüzünü ifsat eden ve Kur'an Azimuşşan'da sürekli işaret edilen Siyonizm'in bilinmesi, tehlikelerinin anlaşılması için verdiği mücadele, sömürgeci ve emperyalist sistemlerin coğrafyalarımızdaki işgaline yönelik olarak da devam edecekti.

Bütün bunlar; İslam Medeniyetinin son temsilcisi olan Osmanlı topraklarında başlatılan bu mücadele elbet şer güçlerin hedefinde yer aldı.

Dolayısı ile de 1995'yılında Erbakan'ın Genel Başkanı olduğu Refah Partisinin önlenemez yükselişi ve seçimlerden birinci parti olarak çıkması, söz konusu şer odakları tarafından kabul edilmez bir durum oldu.

RP, Meclisin sahip olduğu 550 sandalyenin 158'ini alarak Hükümeti kurma yetkisini aldı. Zorlu ve fırtınalı bir sürecin ardından DYP ile Koalisyon kurarken Erbakan Başbakan olmuştur.

Akabinde beklenen oldu ve düğmeye basıldı.

Tüm iç ve dış şer odakları el birliği ile harekete geçti ve “Erbakan'ın indirilmesi” için sergilenecek oyunlar tiyatro sahnesinde yerlerini aldı.

Sudan sebepler adeta birer heyulaya dönüştürüldü.

Ki, kartel medyasının desteği ile evlerimize kadar getirilen iddialar sadece ”Taksime cami, iftar yemeği, Ayasofya'nın ibadete açılması, Libya ziyareti, defilelerin yasaklanması, örtüsü olmayan hanımların dövülmesi vs masumiyetinde kalmayarak Cindoruk'un da ifadesi ile “Erbakan'ın düzeni silahla değiştirmesine” kadar uzanan bir heyulaydı bu.

Siyaset, iş dünyası, sendikalar kartel medyanın desteği ile korku senaryolarından bahsediyor ve son olarak ta İslamcı kesim bu senaryoların içerisine çekiliyordu.

Bu anlamda sahnelere çıkan aczimendilere, Fadime şahinlere ahlaki itibarsızlaştırma için rol verilirken, susurluk gibi faili meçhul cinayetler de şaibelerin merkezinde yer alıyordu.

Ordunun tankları yürüterek verdiği gözdağına ülkenin en çok itibar gösterilen cemaat önderi olan Gülen'den yorumlar geliyordu. Başta Doğan Grubunun kanalları olmak üzere kartel medyasında açıklamalarına yer verilen Gülen bir yandan “Erbakan tehlikesine” dikkat çekerken diğer yandan da orduyu göreve çağırıyordu.

Tüm bu tiyatrolar sahnedeyken, siyasi yaşamında her daim karşısında bulduğu Cumhurbaşkanı Demirel de Erbakan'a uyarı mektubu gönderir.

Ardından 28 Şubat'ta 6 saat süren MGK toplantısından Erbakan'ın önüne tavsiye kararları konulur. Kararda “laiklik için yasaların uygulanması istenirken, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı. Tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı” deniyordu.

Fakat tüm unsurların elbirliği ile baskı altına aldığı Erbakan, kendisine ter döktürülen bu toplantıda her şeye rağmen söz konusu kararları imzalamadı.

Ardından Başsavcı Vural Savaş tarafından “ülkeyi savaşa sürüklediği” yolundaki iddia ile RP'ye kapatma davası açıldı ve Erbakan siyasi baskılar, askeri tehditler ve toplumsal linç operasyonu neticesinde Başbakanlıktan İstifa ettirildi.

Neticede ahlakı ve etiği olmayan bir darbe gerçekleşti.

Darbenin baş aktörlerinden Gülen  yeniden malum TV kanallarını dolaşarak darbe taraftarı açıklamalarına devam etti bu kez.

"Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan."(Fethullah Gülen 16 Nisan 1997 Kanal D)

Bu, dünün “hoca efendisi” bu günün “fetösü” tarafından ortaya konan ifadelerden yalnızca birine örnektir.

Keza sadece bununla iktifa edilmeyerek İslami camiaya da bir algı operasyonu yapıldı. Tüm kesimler “Erbakan bu darbeyi hak etti faturasını da bize kesti” şeklinde oluşan bu mantıkla karşı karşıya bırakıldı. İslami caima tarafından tam 16 yıl boyunca Erbakan'a “28 Şubat kararlarını imzalamış olmasının” hesabını sordu.

Erbakan 28 Şubat kararlarını imzalamadığı ve halkının zarar görmemesi için başbakanlıktan çekildiği halde İslami çevrelerce hem “koltuk hırsı” ve hem de “kararları imzalamakla” itham edilerek hakarete uğradı, itibarsızlaştırıldı.

Erbakan Hocaya 28 Şubat'ın bedelini son nefesine kadar ödetmeye yemin eden darbeciler bu hakaretlerin, iftiraların, ithamların, itibarsızlaştırma operasyonunun başını çekerken, öte yandan onu “kendi siyasi geleceğine rakip” görenleri de bu algı üzerinden işleyerek onun -ömrünü adadığı bir davanın ifadesi olan- siyasi hareketini böldüler.

Küresel sömürgeciler ve Siyonistler tüm gelişmeleri ellerini ovuşturarak izlerken, Erbakan Hoca ömrünün son günlerini, içerden ve dışarıdan yediği hançerlerin yol açtığı acıları ve dibine kadar yaşadığı hüzünleri bastırarak geçirdi.

2016'ya gelindiğinde 28 Şubatın ve Erbakan'ın mücadelesinin bölünmesindeki baş aktörlerden olan doğan medya ve Gülen cemaatinin “Darbeci” yüzleri bir kez daha sahnelere çıktı. Hem de Erbakan'ı itham ettikleri “tank- tüfeklerle” ve bu kez bedeli yine çok ağır oldu..

Türkiye'nin yeni siyasi gücünü temsil edenler Erbakan'ın yapmış olduğu uyarıya ”Hoca cemaat ile olan yakınlığımızı kıskanıyor” diyenler 15 Temmuzdan sonra ne hissettiler bilinmez, ancak şurası muhakkak ki Hoca'ya saplanan hançer bu kez tüm Ülkenin bağrına saplanmıştır.

İlahi adaletin terazisinin sapmayacağına iman etmişiz elbette ki, Yaşananlara dair ilahi adalette “zaman aşımı” da olmayacaktır şüphesiz.

Lakin son 25 yılına –yakinen-şahitlik ettiğim ülkemiz siyasetinde tanıklık ettiğim pek çok ibret verici hadiseden sonra geriye dönüp baktığımda tanıklıklarımıza dair -söyleyebildiklerimiz ve söyleyemediklerimize- şerh koyarak kısaca diyorum ki;bu ülkenin laiklerine ve İslam düşmanlarına bir sözüm yok lakin, ey imanlı kardeşlerim!.

Cemaat, siyaset, Stk, medya, sivil halk, biz hepimiz Erbakan'a “ümmet için verdiği mücadeleden dolayı minnet” ve “yapmadıklarından dolayı hesap sorduğumuz, yüreğini yaktığımız için” fena halde özür borçluyuz.

Ve elbet artık geçmişten ders çıkararak yanlışlarımızdan sıyrılmayı, Hak ve Hakikat üzere bir yolda yürümeyi yeniden öğrenmeliyiz

Ümmet davası aynı zamanda “insanlık” davasıdır.

İnsanlığın hidayetine, İslam dünyasının dünya ve ahiret kurtuluşuna dair Allah Resulünün kurmuş olduğu medeniyeti yeniden inşa etmeyi murat ederken, çıkar dostlarını terk ederek Allah için beraber olacağımız dostlarla yolumuza devam etmeliyiz.

Erbakan yeryüzündeki vazifesini tamamladı, sadaka-i cariyelerini bırakıp Hakka yürüdü,Her birimizin yüreğine işlediği ümmet davası ise omuzlarımızda birer sorumluluk olarak kaldı.

Biz şahidiz ki o ümmetin yaralarını sarmaya, insanlığın buhranını ortadan kaldırmaya yönelik olarak adanmış yaşam sürdü.
Allah cc kendisinden razı olsun...
 

Haber Ara