Dolar

32,5999

Euro

34,7368

Altın

2.498,21

Bist

9.524,59

Recep Songül: Halk savaş istemiyor

Davet ve Kardeşlik Vakfı başkanı Recep Songül yaşanan terör olaylarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-10-09 17:11:31

Recep Songül: Halk savaş istemiyor

Davet Mektebi dergisinden Ekrem Özgüç, Davet ve Kardeşlik Vakfı başkanı Recep Songül ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Davet ve Kardeşlik Vakfı başkanı Recep Songül, gündeme dair açıklamalarda bulundu. 'Kan ve çatışma istemiyoruz' diyen Songül, 'Kürt halkı Müslümandır ve mukaddesatına uygun yönetilmelidir. Söylemlerimiz İslami, yönetimimiz İslami, yöntemlerimiz İslami, dilimiz İslami olmalıdır. Yoksa hiçbirimiz rahat etmeyeceğiz.' dedi.

İşte o röportaj:

Barışa dair umutların arttığı bir dönemde ülkemizde silahların yeniden konuşmaya başladığını ve masum insanların ölümlerinin artmasına yeniden tanık olmaya başladık. Barışın, huzurun ve güvenliğin olmadığı, kardeş kavgasının yaşandığı ve ölümlerin bitmediği bir ülkede, elbette geleceğimizi ve güzel günleri inşa edemeyiz. Ülkemizin bu içler acısı durumunu, Türkiye'de ve özellikle de Doğu ve Güneydoğu'da açtıkları dernek, vakıf temsilciliği ve medreselerle geleceğin inşa sürecinde halka yönelik önemli hizmetler yapan Davet ve Kardeşlik Vakfı'nın Yönetim Kurulu Başkanı Recep Songül Hocamızla önemli değerlendirmelerin yapıldığı bir sohbet gerçekleştirdik.

Hocam, öncelikle sizi tanımak istiyoruz. Kısaca, başkanı olduğunuz Davet ve Kardeşlik Vakfı'ndan bahseder misiniz?

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Derginize yayın hayatında başarılar diliyorum. Her ay güzelleşerek ve yenilenerek çıkan yolculuğunuzun hayırlara vesile olmasını Rabbimden diliyorum.

Öncelikle yaptıklarımızı Rabbimizden bir lütuf ve nimet olarak ifade edip hamd ederek sözlerime başlamak istiyorum. Davet ve Kardeşlik Vakfı olarak eğitim, kültür ve İslami düşüncenin güçlenmesi için faaliyetler yapmaktayız. Sevgiye, adalete, birlik ve beraberliğe davet edecek çalışma ve projeler yapıyoruz. Kardeşliğe, ümmet anlayışına, sağlam bir mana ve medeniyete sahip olduğumuz gerçeğinden hareketle eğitim çalışmaları, sosyal aktiviteler, farklı alanlarda hizmet veren kuruluşlarımızla yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu genç kadroların, liderlerin, millî ve manevi yönleri güçlü anne ve babaların yetişmesi için sık adımlar atmaya çalışan bir hareket olan Davet ve Kardeşlik Vakfı, yaklaşık 30 ayrı yerde şube ve temsilciği olan bir vakıftır. Kendimizi istişareye, kurumsal deneyime, ortak akla, Müslümanların kardeşliğine ve özellikle Rabbani bir hareket olmaya dikkat eden bir yapılanma olarak ifade ediyoruz.

Hocam, Türkiye'de yaşıyoruz. Ülkemizin ve ümmetimizin geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?

Biz Allah'ın vadine iman etmiş Müslümanlar olarak, geleceği Allah'ın takdirinden öte görmüyoruz. Hayat bir imtihandır, biz imtihana tabiyiz ve Allah'a döneceğiz. Hesabımızı da ona vereceğiz. İnsanlar birbirleriyle imtihan olduğu gibi milletler de birbirleriyle imtihan edilmektedir. Yine de Kur'an bize der ki: “Allah nurunu tamamlayacaktır; sonuç Müslümanların zaferi olacaktır; uhuvvet kazanacaktır.” Herkes kendini buna göre değerlendirdikçe sorunlar bitmese de nispeten rahat edecektir. Müslümanların güçlü olması bu anlamda bütün dünyanın ihtiyaç duyduğu sevgi, adalet ve kardeşlik içindir. Hak ve batıl mücadelesi her hâlükârda devam ediyor ve edecek. Dünyada gerçek anlamda rahat etmeyecek ve asıl rahatı, asıl vatanımız olan ahirette göreceğiz.

Temennilerinize katılarak, müsaade ederseniz gündem ile ilgili sorulara geçmek istiyorum. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere, Murat Karayılan, Leyla Zana ve Osman Baydemir gibi PKK ve HDP'nin önde gelen isimleri, “PKK'nin Türkiye'de silahlı mücadeleyi sürdürmek için gerekli ve yeterli bir nedeni kalmadığı” konusunda hemfikir olduğu bir dönemden, yeniden silahların konuştuğu bir döneme girdik.

Barışa dair umutların arttığı bir dönemde silahlar yeniden gündeme geldi ve çatışmalar başladı. Kürt meselesinin çözümüne dair önemli gelişmelerin olduğu bir dönemde 6-8 Ekim olayları yaşandı. 7 Haziran genel seçimlerinden sonra başlayan kaos ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçmişte Kürtlere yapılan haksızlıklar küresel güçlerin bilgisi ve yerel destekçilerinin yardımıyla kasıtlı ve planlı bir şekilde yapılıyordu. Sorun giderek şişirildi, katmerlendi, belirli bir seviyeye getirildi ve şuan patlatılıyor. Çözüm süreci, başta devlet ile PKK arasında olup üçüncü tarafların yani küresel güçlerin müdahil olmadığı bir şekilde başladı. Tarafların başlangıçtaki samimiyeti, süreç devam ederken sekteye uğradı. Sekteye uğramasının Ortadoğu'daki gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çözüm süreci, Arap baharı dediğimiz ve Ortadoğu'daki diktatörlere başkaldırının meyvelerini verdiği bir dönemde başladı. Fakat daha sonraki zamanlarda küresel aktörlerin bu uyanışa karşı devrilen diktatörlere doğrudan ya da dolaylı destek olması ile uyanışlar sekteye uğradı. Yıkıldı, yıkılacak diye zannedilen Esed'in ömrü uzatıldı ve özellikle Suriye'de PYD'ye önemli bir rol verildi. Bu rolle güçlenen PYD, koalisyon güçlerinin de desteğiyle ‘'özerk sayılabilecek'' bir yer edinince; başta da ara ara sert çıkışlar yapan PKK'nin dilini de sertleştirdi.

Ortadoğu'daki gelişmeler küresel güçlerin stratejisi doğrultusunda geliştikçe HDP ve PKK'nin başta ABD olmak üzere birçok ülke ile fikir alışverişi oldu. Süreçteki değişikliklerin, küresel güçlerden bağımsız olduğunu düşünmüyorum.

Zamanla bunlar olurken baştan beri kamuoyuna detaylı bir şekilde açıklanmayan süreç; bazen HDP, bazen de hükümetin sert söylemleriyle sarsılmaya devam ediyordu. Birçok kesimin, “artık geriye dönüş olamaz” şeklindeki söylemlerine rağmen; bu gidişle sürecin daha fazla devam etmeyeceği sesli dile getirilmese de devam etmeyeceği ortadaydı. Hükümetin yıllarca süren silahlı çatışmalardan sonra hemen PKK'nin silahı bırakıp sınırların dışına çıkması fikrini defaatle vurgulaması, aslında çok da makul görünmüyordu. Zira silahlar bırakılmadan önce, anayasal reformların ve diğer sosyal ve kültürel hakların çabuk ve yoğun bir şekilde uygulamaya konulması gerekirdi. Bunların ardından PKK'nin silah bırakma konusundaki çıkışları daha etkili olabilirdi. Oysaki PKK silah bıraksın bırakmasın bu reformların yapılması, zaten PKK'nin silah kullanma gerekçelerini ortadan kaldıracağı için, doğal bir silah bırakma ortamı oluşturulmuş olurdu. Göz ardı edilmemesi gereken ve aynı zamanda PKK'nin silah bırakmamasının arkasındaki asıl neden olarak da ifade edebiliriz. O da Suriye'de hortlatılan DAİŞ örgütüdür. Bu yeni süreç, uluslararası bir hamle ile PKK ve uzantılarının silahı bırakmasının aksine silaha daha sıkı sarılmasına neden oldu.

Hükümet kanadındaki bu acelecilik ve reformlardaki kısmi gecikmeye, PKK'nin baraj ve kalekol yapımlarını bahane ederek yaptığı çıkışları da eklenince, zaten zayıf devam eden süreç, 6-8 Ekim olaylarıyla sarsıldı ve Suruç olaylarıyla da durdu. Çözüm sürecinin başında özerklik ve bağımsızlık diye bir fikirlerinin olmadığını söyleyen HDP ve PKK, bir anda nasıl olduysa “özerklik'' çıkışını da yaparak bölge halkını dahi şaşkınlığa uğrattı. Çözüm süreci devam ederken bölgede kamu düzeninin yerine yeni yapılanmaların organize edildiği fikri dillendiriliyordu. Bugünkü çatışma süreci, çözüm süreci devam ederken bugünlere bir hazırlık yapılmış olduğu görüntüsünü pekiştirir niteliktedir.

Önemli bir kısmı karşılıklı güvensizlik ve zorlama görüşmelerle devam eden çözüm sürecine rağmen; bölgeye yapılan yatırımlar, kısmi de olsa gerçekleştirilen sosyal ve kültürel reformlar, halkta olumlu bir intiba uyandırmıştı. Durum böyleyken ortaya çıkan çatışmalar Kürt halkı tarafından da tasvip edilmiş değildir. Silah kullanmaya gerekçe olarak sıralanan sebepler, 90'lar Türkiye'sindeki gibi Kürt halkı tarafından kabul görmedi.

Barışın savaşmaktan daha zor bir süreç olmadığını düşünüyorum. Savaşın bir bedeli olduğu gibi; barışın da bir bedeli vardır. Ölen kim olursa olsun bu ülkeye zarar vermektedir. Zira aynı gemide yaşıyoruz. Bu gemi battığı zaman hepimiz boğulmaya mahkûm olacağız. Şehirleri yaşanamaz çatışma alanlarına çevirmek hangi akla hizmet ediyor, bilemiyorum. Başıbozuk silahlı milislerle nasıl bir öz yönetim yapılacak bilemiyoruz. Barış gemisi tüm sıkıntılara rağmen yürüyordu. Ama şunu tüm açıklıkla söylüyorum; Bu gemi korsanların saldırısına uğradı. HDP bu korsanlara izin verdi, silah ve akıl verdi. Bu geminin kaptanına ‘seni kaptan yaptırmayacağız' gibi hezeyanlar sergilendi. Milletin istediği rota ve dümeni bozmaya, birilerinin kendilerine verdiği rotaya göre gemiyi sürmeye kalkıştılar. Bunu yaparken de kardeş kavgasına sebebiyet verdiler.
Halk olarak siyasilerin yaptığından daha büyük şeyler yaparak çözüm sürecini kurtarabiliriz. Çözüm sürecinin yolu; iş yeri de yansa, yüreği de yansa “Yüzyıllardır bir bütünüz ve bir bütün kalacağız” diyebilmekten geçiyor.

Türkiye'de bir iç savaş ihtimali korkusu var. Bu iç savaş aynı zamanda, “PKK'nin yönetimini isteyen Kürtler” ile “PKK'nin yönetimini istemeyen Kürtler” arasında da hissediliyor. Bu iç savaş tehlikesini yok etmek ve Kürtler arasındaki bu olası savaşı sona erdirmek için ne yapılmalıdır?

Şu anda bunu söylemek çok erken! Fakat halkın bir kısmı örgüt tarafından silahlandırılmış durumda. İç savaşta örgütten yana olmayan kesimin silaha sarılacağını söylemek zor. Çünkü halk bu işte kamu düzeninin oluşması için, güvenlik birimlerinden daha aktif bir koruma beklemekte. Halk savaş istemiyor. Şayet olursa bunu engellemenin yolu ne olursa olsun örgütün tehlikeyi görmesidir. Birileri örgütü hırçınlaştırıyor. Bakın insanlar korkudan konuşamıyorlar. Bedel ödediğini söyleyen bir örgüt var ve bu örgüt, farklı bir şeyler söyleyen herkese silah doğrultuyor. Kürtlerin hepsi bedel ödemiştir, Türkler bedel ödemiştir, ümmet bedel ödemektedir. Bu işin bedelini ödemeyen var mı? Kürtlerin en büyük gücü haklılıklarıdır, PKK veya herhangi başka bir örgüt değildir! Ama ne yazık ki PKK bağımsız olmadığı için bu konuda onları ikna etmek çok zor gözüküyor. Karşımızda Kürtlerin haklılığı üzerinden kendini haklı gösteren bir örgüt var ve bu örgüt maalesef dünyanın terk etmeye çalıştığı despot ve zorba bir anlayışı uygulamaya çalışıyor. Bu anlayış düzeltilmez ve mesele Kürt halkının meşru haklarına odaklanmazsa, gerek içerden ve gerek dışardan iç savaş çıkarma eğiliminde olan birçok tezgâhın hazır durumda bekletildiğini göreceğiz. Kızıltepe ve Hakkâri örneğinde görüldüğü gibi; bir ilde bir aşiret örgüte destek verirken, başka bir ilde başka bir aşiret devletin tavrına destek vermektedir.

Bu savaşın bitmemesinden, devam etmesinden kimlerin çıkarları olabilir?

Savaşın bitmemesi tamamen dış güçlerin çıkarınadır. Örgütün elindeki bazı silahlar poliste bile yok. Biz silahların bırakılmasını beklerken yeni silahlar, yöntemler ve hazırlıklar görüyoruz. Maalesef şöyle bir iddia söz konusu; son siyasi kaoslardan dolayı devletin içerisinde örgütlenmiş bazı yapılar, kendilerine yönelik yapılan operasyonlardan devletin istihbari bilgilerini ortalığa saçarak işi çığırından çıkarmak istemektedirler. Etkili oldukları asker ve polisler üzerinden olaylar tırmandırılmaya çalışılıyor. AK Partili eski bir milletvekilinin dediği gibi; devlet bölgede otuz devletle savaşıyor. Diyeceğimiz odur ki; derdimize dert, ateşimize benzin katan ve taziye halinde bile acımızı dindirmeyi değil, kabartmayı hedefleyen birçok güçle karşı karşıyayız. Dış güçler şu anda tümüyle devrededir. Uygun bir anlaşma havası başladığı andan itibaren hiç kimsenin faydasına olmayan saldırı ve patlamamalar yaşanıyor ve tarafların birbirlerine saldırmalarının ortamı hazırlanıyor. Mesele örgütle, Kürtlerle, Kürtçeyi serbest kılmakla bitmiyor. Halka yönelik hep olumlu açıklamalar yapmak gerekir. Ne olursa olsun uzlaşma yolunu aramak lazım. Benim korkum bir zamanlar olduğu gibi devletin büyüklüğünü unutması ve rutinin dışına çıkmasıdır. Maalesef bunun şartlarının oluşması için fitne odakları gece gündüz çalışmaktadırlar.


Ülkedeki kargaşa ve ölümler bahane edilerek, incitilen, onurları kırılan, zan altında bırakılmak istenen ülkenin batısındaki sivil ve masum Kürtlere yönelik yapılan saldırılara birçok medya organının da destek verdiği bilinmekte. Bütün bu yapılanların kimlere hizmet amaçlı olduğu söylenebilir?

Ülkemizde son iki ayda yaşanan çatışma ortamı toplumda büyük bir infiale yol açtı. Ülkemizin batısındaki şehirlerde ayarlanmış bazı gruplar, halkı galeyana getirmek istedi. Silvan, Cizre ve Yüksekova gibi yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları ise Doğu'da tedirginliklere ve bilgi kirliliğine zemin hazırladı. Başka savaşlara ait fecaatler, başka yıllara ve olaylara ait görüntüler medyada ve sosyal haber ağlarında hızla paylaşılarak insanlarımızın galeyana gelmesi hedeflendi.

Çatışmalar, şehir eşkıyalarının terörü ve bilgi kirliliğini tırmandırarak özellikle Türk ve Kürt milliyetçilerini sokağa çekmeyi amaçlıyor. Sadece Doğu'da değil Batı'da da insanlar sokaklara çekilerek 30 yıldır devletle örgüt arasındaki çatışmalar halklar düzeyine getirilmeye çalışılıyor. Bu çabalar nispeten sonuç da verdi. Zira kendilerini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan kesimler terör estirip adeta dehşet saçtılar. Başta Kayseri, Yozgat, Kırşehir gibi Anadolu'nun değişik şehirlerinde Van, Kars, Bitlis, Muş hatta Malatya illerine ait şehirlerarası otobüslerin önleri kesilip araçlar taşlandı. Mersin'de, Antalya'da yollar kesilip kimlik kontrolleri yapıldı; Kürt vatandaşlar şiddete, hatta linçe maruz kaldı. Olaylar o kadar mantık ve insaf ölçülerini aştı ki, bir Kürt inşaat işçisi yöreye özgü şalvar giydiği için “Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber!” sloganları eşliğinde dövülüp kendisine Mustafa Kemal'in büstü öptürüldü. PKK'nin yol kesmesi, sivilleri katletmesi ve kaçırması nasıl bir terör eylemi ise, Kürtlere ait iş yerlerinin kundaklanması ve Kürtlerin saldırıya uğraması da aynı şekilde bir terör eylemidir. Bin yıldır bu coğrafyada birlikte yaşamış, birbirlerinden kız alıp vermiş, et ve tırnak gibi iç içe geçmiş olan Türkler ve Kürtler, son hadiselerle karşı karşıya getirilip büyük bir infial oluşturulmaya ve çatışmalar ülke sathına yayılmaya çalışılmıştır. Ne yazık ki bazı medya organları da bilerek veya bilmeyerek ülkedeki bu ateşi söndürecek yayınlar yapmak yerine, yayın politikalarıyla ateşe körükle gitmişlerdir. Ülkemizde yaşanan çatışma ortamından bütün Kürtleri sorumlu tutmak, olaylarla ilgisi olsun olmasın hepsini cezalandırmaya çalışmak büyük bir gaflet ve ihanettir. Bu medya kuruluşlarının yayın politikalarıyla kimlere hizmet ettiğini bilmiyorum; ama vatana ve millete hizmet etmedikleri ortada. Bu anlamda bütün basın yayın kuruluşlarını sağduyulu yayınlar yapmaya, savaş ve şiddetin dilini bırakarak barışın ve kardeşliğin dilini kullanmaya çağırıyorum.

Ayrıca kurumlara ve siyasi partilere saldıranlara; cana ve mala zarar verenlere, bu cürümlerinin bir an önce hesabı sorulmalı ve ilgili merciler tarafından tolere etmeksizin cezaları verilmelidir. Zira zalimlere, fitneyi uyandıranlara merhamet etmek maraz doğurur.

Silahların susması, çözüm sürecinin buzdolabından çıkarılması ve yeniden barışın inşa edilebilmesi için neler önerirsiniz?

Türkiye'de 2,5 yılı aşkındır başta anneler olmak üzere bütün kesimlerin umut bağladığı bir barış süreci yaşandı. Bu süreçle beraber bölgede inkâr, asimilasyon, insan hakları ihlalleri, olağanüstü hâl ilanları, faili meçhul cinayetler gibi temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan olumsuzlukların ortadan kaldırılması ile önemli mesafeler alındı. Süreç boyunca silahlı çatışma ve can kayıplarının olmaması Türk ve Kürt halklarının eşit yurttaşlar olarak beraber yaşama iradesi göstermeleri, geleceğe yönelik olarak herkese ümit vermişti. Bu süreçte en büyük kazanım da çatışmaların ve bununla beraber annelerin akan gözyaşlarının durmasıydı elbette. Çözüm süreci, başta bölge halkı olmak üzere tüm ülkede iyimser bir hava oluşmasını sağlamış, insanların birlikte yaşama kültürünü perçinlemişti. Bölge halkı yıllar sonra üzerlerindeki baskının azalmasıyla biraz olsun rahatlamış, geleceğe daha güvenle bakmaya başlamıştı.

Barış süreçleri inişli çıkışlı bir seyir izleyen zor süreçlerdir. Bu durum sürecin doğasında vardır. Önemli olan barış için istekli olmaktır. Ülke içinde ve dışında çatışmadan nemalanan kesimler her zaman var olmuş ve olacaktır. Tüm bu mihraklara karşı çözüme olan inancı ayakta tutmak ve onu çeşitli yerlerden gelecek saldırılara karşı dayanıklı kılmak gerekir.

Barış sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi ve kalıcı hale gelebilmesi toplumsal destek görmesine bağlıdır. Bunun için de halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeni bir anayasanın hazırlanması; 30 yıldır çatışmaya yol açmış sosyal, kültürel ve ekonomik temelli sorunların konuşulması; devlet merkezli güvenlikten insan merkezli güvenliğe nasıl geçileceğinin iyi saptanması gerekmektedir. Sürecin selameti büyük ölçüde güven oluşturucu önlemler alınmasından; açıklanmış ve zamanlaması belirlenmiş bir yol haritasından; kullanılan dilin savaş dilinden barış diline çevrilmesinden; sivil toplumun sürece aktif olarak katılımından; tüm kesimlerin muhatap alınmasından; kısacası barışın toplumsallaşmasından geçiyor.

Bölge insanının sonu gelmez çekişmelere, tırmanan gerginliğe ve amaçsız ölümlere tahammülü kalmamıştır. Hiçbir neden insan hayatından daha önemli ve değerli değildir. Bu nedenle elinde silah bulunduran örgütün çatışma ve öldürme olaylarını sonlandırmaları, ellerindeki silahları bir daha kullanmamak üzere toprağa gömerek terk etmeleri gerekmektedir. Kürt siyasi aktörleri cesaret göstererek inisiyatif almalı ve bu toplumun gerçek temsilcileri olduklarını göstermelidirler. Diğer taraftan ülkeyi yöneten siyasi aktörler de toplumu kutuplaştıran söylem ve uygulamalardan vazgeçmeli, toplumun tüm kesimlerini kucaklayıcı söylemler geliştirerek toplumsal barış için çaba içerisinde olmalıdırlar. Bu anlamda barış sürecini AK Parti içerisinde AKP'lilerden ve HDP içerisindeki kaosçu, üst akla hizmet eden odaklar ile mantıksız bir şekilde silah kullanan PKK'den korumak gerekir. Kuşkusuz çözüm süreci devam ederken, yetkililer tarafından gerekli tedbirler alınmalı, insanlar üzerinde toplumsal baskı oluşturulmasına fırsat verilmemeli, vatandaşların can ve mal güvenliğine zarar verilmesine izin verilmemelidir. Uzun bir süreden beri yaşanan ve herkesin umudu olan barış sürecine zarar verecek nitelikteki olaylardan derhal vazgeçilmesi, toplumsal barışın devamlılığı için büyük bir önem arz etmektedir. Sürecin kırılmalardan korunması ve sorunsuz bir şekilde tamamlanması için bu ülkede yaşayan her bir ferde çok büyük sorumluluklar düştüğü kanaatindeyiz. Parti ve örgütlerin kendi menfaatlerini bırakıp ülkenin menfaatini düşünmeleri gerekmektedir.

Bu sorunun nihai çözümünün diyalogla olacağı gerçeğinden hareket edilerek, çatışmaların terk edilmesi için uzlaşmacı bir tutum sergilenmeli, bedeli ne olursa olsun toplumsal uzlaşının temelleri sağlam ve sağlıklı bir şekilde tekrar atılmalıdır. Zira bu ülkede kardeşlik tohumlarının filizlenmesi herkesin ve her kesimin birbirine tahammül etmesi bir ve beraber yaşaması ile mümkündür. Aksi ise düşmanlık, çatışma ve ölümdür.

Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu büyük sorunlardan biri olan Kürt meselesinin çözümü konusunda neler söylemek istersiniz? Sizce Kürt meselesi nasıl çözülür?

35 yıldır silahla çözülemeyen bir konu silahla çözülmeyecektir, herkes derhal bu tutumundan vazgeçmelidir. Gerekirse Öcalan da devreye sokularak, akan kan bir an önce durdurulmalıdır. Bununla beraber süreç sadece bir kesime de bırakılmamalıdır. Daha sonraki süreçte, şahıslar ve partiler değişse de belli bir sistem ve bu sistemin değişmeyeceği bir devlet aklı oluşturulmalıdır. Son iki aydır başlatılan silahlı mücadelenin gerekçeleri Kürt halkına iyi anlatılmamıştır. AK Parti, 7 Haziran'da Kürt bölgelerinde oy oranı düştü diye Kürtlerden vazgeçmemeli, Kürtleri marjinal gruplara bırakmamalıdır. Günlerce sokağa çıkma yasağı uygulanarak, sivil halk içinde yaşanan çatışmalarda ister istemez siviller ölmekte, yaralanmakta veya günlük yaşantı açısından olumsuzluklar yaşanmaktadır. Bütün bunlar sonrasında birkaç milis etkisiz hale getirilmekle birlikte, o yerleşim yerinde yaşayanların büyük çoğunluğunun örgüte kaymasının önü açılmaktadır. Bunda PKK'nin televizyon ve sosyal medya aracılığıyla yaptığı propagandanın da etkisi vardır. Sadece suç işleyen ve halkı huzursuz eden kişiler hedef alınmalı, çatışmaların sivil alanın dışına çıkarılması gerekmektedir. Şehirlerde yaşanan çatışmalarda çocuk ve sivil ölümlerinin inkâr edilmesi yerine, bu ölümlerden dolayı özür dilenmeli, konuyla ilgili gerekli soruşturmalar açılmalıdır. AK Parti'nin Suriye'nin Rojava bölgesine yönelik geliştirdiği söylem ve politikalar Kürtlerin tepkisini çekmektedir. Rojava'yı sadece PYD üzerinden okumak doğru değildir. Orada yaşayan Kürtlerin Türkiye'deki Kürtlerin akrabası ve ırkdaşı olduğu dikkate alınarak daha dikkatli bir dil kullanılmalıdır. Suriye'deki Türkmenlere sahip çıkma dili Suriye'deki Kürtleri de kuşatmalıdır. Maalesef 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 1 Kasım seçimleri için de bölgede halkın teveccüh ettiği milletvekili adayları belirlenememiştir.  Ama en azından milletvekili adayları halka karışıp onların dertlerini dinlemelidirler. Son olarak; AK Parti'nin şahin, kaosçu ve radikal söylemli AKP'lilerden korunması gerektiği gibi HDP'nin de siyasi dilini düzeltmesi, marjinallikten kurtulması, yüzyıllardır Müslüman olan Kürt halkına belli bir ideolojiyi dayatmaması, çoğulculuğu kabul etmesi gerekir. Kürt halkı kardeşçe, mukaddesatına değer verilerek ve hizmet görerek yaşamak istiyor.

Bu kanın durması için ve kalıcı bir barışın olması için İslami STK'lar ve Müslümanlar olarak sorumluluklarımız nelerdir?

Bu süreçte biz Müslümanlar, tüm STK ve cemaatlerimizle beraber akan kanın durması için seferber olmalı, çatışmayı başlatan PKK veya HDP üzerinde ciddi bir baskı kurmalıyız. Gerekirse çatışma ortamının olduğu yerlerde; Cizre, Sur, Yüksekova, Lice, Beytüşşebap gibi yerlerde halkın zarar görmemesi için tüm STK'lar canlı kalkan olup “Biz bu çatışmayı ve kanı istemiyoruz” diyerek barış istediğimizi haykırmalıyız.
Halkın her gün tek tek öldüğü ve zarar gördüğü bir yerde, Müslümanlar olarak bizim sessiz kalışımız sonucu; sözde özerklik ilan edilen yerlerdeki halk bizim hakkımızda tereddüde düşüyor ve şöyle diyor: “Hani sizler mazlum ve zavallı kadın ve çocuklar uğruna mücadele eden bir dinin mensuplarıydınız?”

Daha önce yapılan Kürt çalıştaylarındaki kararların ivedilikle hayata geçirilmesi gerekir. Bizler akan bu kanda dinimizin emrettiği sorumluluğu yerine getirirken, siyasi iktidarı da boş bırakmayıp nasihatlerimize devam etmeli ve siyasi iktidarı yanlış yönlendiren aç kurtlardan ve ağababalarından da kurtarmalıyız!

Bu kanın durması için Müslümanlar üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirebildiler mi, bu kanı durdurmaya çalışan siyasi iradenin yanında hakkıyla durabildiler mi?

İslami STK'lar maalesef bu süreçte pasif kaldı ve gerektiği gibi siyasi iradeye destek vermedi, veremedi. Bunun ana sebebi; İslam'dan çok cemaatlere ve şahıslara olan bağlılıktır! Her STK ve cemaat, Türkiye'de ümmet anlayışı yerine cemaat anlayışı ile hareket ediyor. Erdoğan liderliğindeki siyasi iktidar ümmetçi anlayışı geliştirirken, cemaat ve STK'larda bu anlayış öne çıkmıyor. Siyasi iktidar, Arap baharı ve Mısır Rabia direnişlerinde ümmetçi bir tavır ortaya koyarken, cemaatler bu ortamda ‘nasıl nemalanırım, kendi cemaatimin reklamını nasıl yaparım' derdine düştü. Hatta ‘devlet içerisinde keşfedilen ve tasfiye edilmeye çalışılan bazı yapıların yerini ben nasıl alabilirim' kavgası başladı. Siyasi iktidarın, ‘süt ineği' mantığıyla sütü sağılırken; bu zor süreçte, onlara nasihat edilmesi, destek verilmesi ve olayların iç yüzünün anlatılması gibi konularda yardım edilmedi. Bu yüzden STK ve cemaatler pek ümmetçi duruş ve açıklamalarda bulunamadılar. Bu açıdan STK'lar akan bu kanın durması noktasında çözüm sürecinde etkili bir tavır sergilemezken bir Müslümana düşen sorumluluğu da yerine getir(e)mediler. Fakat durum ne olursa olsun biz Müslümanlar siyasi iktidardan daha fazla cesur davranmalı, görevimizi yerine getirmeli ve cemaatçilik yerine ümmet anlayışını güçlendirmeliyiz. En bariz örnek, bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Türkiye'ye ciddi operasyon yapılırken, Millî Görüş çizgisinin Erdoğan'a destek vermemesi içler acısı bir durum değil mi?

Genel seçimler yaklaşıyor. Siyasilere hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Siyasiler savaş dilinden çok barış ve huzur dilini kullansınlar. Aşırı milliyetçi tavır ve söylemlerden kaçınarak hareket edilmesi gerekir. Son olaylarda, taraflar öldürdükleri kişileri teşhir ederek bir güç gösterisi yapmaktadırlar. Bu, terbiyesizliğin dışında bir şey değildir. Çatışmaların halkın üzerindeki bıraktığı ağır tahribatın anlatılması gerekiyor. Türkler ve Kürtler şunu iyi bilmeli; büyük bir ateş yanıyor ve bu ateş geleceğimizi tehdit ediyor. Dikkatli olmazsak sahip olmak istediğimiz haklarımız da gidecek, halkımız da ölecek, geleceğimiz de yıkım ve gözyaşı olacak. Siyasi iktidar, yaptıklarının Kürt halkının değerleri ve hakları ile alakalı olmadığını somut örneklerle açıklamalıdır. Halk belli bir kesimin yönlendirmesiyle, bu çatışma ortamının kendileri ve millî menfaatleri için olduğunu zannediyor ve maalesef bu kesim oldukça fazla. Bu şekilde halk belli bir kaosa doğru sürüklenmektedir.

Hocam, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Zamanında Kürtleri Saddam'a öldürten ABD'den fayda beklemek akılsızlıktır. Örgütten ve öfkeden başka bir seçenek bırakılmayan Kürt gençlerini savaşa sürmek ve sürüklemek ihanettir. Kürt halkı Müslümandır ve mukaddesatına uygun yönetilmelidir. Söylemlerimiz İslami, yönetimimiz İslami, yöntemlerimiz İslami, dilimiz İslami olmalıdır. Yoksa hiçbirimiz rahat etmeyeceğiz. Çektiğimiz acılar bizi adaletsizliğe yönlendirmemeli. Emperyalist Batı'nın şimdiki planı İslam dünyasındaki ayrılıkları derinleştirmek ve bu şekilde herkesi birbirine karşı intikam duygusuna büründürmektir.

Allah bütün mazlumları korusun ve Müslüman kardeşlerimize yardım etsin.

Haber Ara