TİMETÜRK | HABER MERKEZİ
Sosyalist - Aktivist Alisa Mufrec'in kaleminden BAAS zindanlarının hikayesi:
2011'in ilk baharıyla birlikte Beşar Esed diktatörlüğüne karşı yüz binlerce insan demokrasi ve özgürlük talebiyle sokaklara çıktı. Rejimin bu gösterilere verdiği cevap 1970'ten beri bütün siyasal gösterilere verdiği cevaptan farksız değildi. Süresiz gözaltılar, işkenceler ve cezaevinde kaybolmalar...
Gözaltında olmanın en kötü yanı gözaltında ne kadar tutulacağını bilememenizdi. Ayrıca her an ölümle yüz yüzeydik çünkü her gün mahkumlar işkenceyle öldürülebiliyordu. Hayatta kaldığım için kendimi şanslı hissediyorum doğal olarak. Dış dünyayla hiçbir bağlantımız olmadığını ve avukatlarımızla görüşemediğimizi de eklemeliyim. Bir aydan daha fazla süre otuzdan fazla kadınla aynı hücreyi paylaştım. Hepsi farklı suçlamalardan ötürü hücredeydi. Kimisi rejim kuşatmasındaki bölgelere yönelik yardım faaliyetlerinden ötürü, kimisi de muhaliflerle akrabalıklarından ya da asılsız istihbarat raporlarından ötürü tutukluydular. Birlikte kaldığımız hücre hepsi hepsi beş metrekarelik havalandırmasız soğuk bir odaydı ve işkence de mahpus hayatımızın rutinleri arasındaydı. Esed'in zindanlarında kalanlar bu rutini iyi hatırlayacaklardır. Esed'in zindanlarında kırk farklı işkence tekniği uygulanabiliyor. Mahkumları kollarından tavana asma, elektrik verme, dayak,vücuda çivi çakma ve sigara söndürme bu günlük rutinin acı parçalarıydılar. İşkenceye uğrayanların çığlıklarından ötürü neredeyse aklımı kaybedecektim. Aynı zamanda komşu hücrede altmışı aşkın erkek vardı ve haklarında herhangi bir resmi hüküm yoktu. Buna rağmen gardiyanlara göre teröristtik ve her gün dayak yiyorduk.
Bazen bulunduğumuz hücrenin nüfusu azalıyordu ancak bu tahliyelerden dolayı değil işkenceye uğrayıp hayatını kaybedenlerin olmasından dolayıydı..Ancak boşalan yerler hemen doluyordu. Bazı durumlarda işkenceye uğrayanlara yapılan en büyük işkence, işkence sonucu hayatını kaybedenlerin cesetleriyle birlikte yatmaya zorlanmaktı. Hayatta kalanların da vücutlarında bulundukları ortamdan kaynaklanan deri hastalıkları da dahil olmak üzere pek çok yara vardı. Ağır fiziksel işkenceye uğramadığım için kendimi talihli sayabilirdim. Öyle ki bir doktor asılsız bir şekilde Suriye Ordusu'ndan bir askerin kaçırılmasına yardım ettiği suçlamasıyla saçlarından tavana asıldı. Bedeni suyun içindeyken de vücuduna elektrik veriliyordu. Bilincini kaybedene kadar devam etti.
Saatlerce, günlerce, gecelerce süren sorgulardan ötürü depresif bir ruh hali içerisindeydik. Gözlerimiz kapalı, ellerimiz kelepçeli bir halde sorgu odalarına sürükleniyorduk. Sorgucu defalarca beni tokatlıyor ve hakkımdaki asılsız iddiaların yazılı olduğu bir kağıdı imzalamamı emrediyordu. Kırk gün süren ikinci gözaltının sonunda güvenlik birimlerine bağlı başka bir merkeze nakledildim. Ta ki hükümet güçleriyle muhalifler arasındaki bir müzakere başlayana kadar orada tutuldum ki o müzakereler sonucu serbest bırakılacak kadar şanslıydım. Bu "müzakereler" genelde şöyle şekilleniyordu: Rejim bir bölgeyi muhasara altına alıyor ve silahlı direnişçileri bir yerleşim biriminde sıkıştırıp o beldede açlık başlayana kadar bu muhasarayı kaldırmıyordu. Halk arasında açlık baş gösterince de buradaki askeri direniş unsurları halkın içinde bulunduğu sıkıntıyı giderebilmek adına rejim lehine tavizlerin verildiği müzakereleri yapmak durumunda kalıyorlardı.Zaman zaman bu müzakereler sonucunda bazen rejim zindanlarında kalanlar takas ediliyorlardı. Ben de bu süreçte takas edilenlerdendim.
Dışarı çıktığımda kocamın iki çocuğumuzla birlikte Lübnan sınırına kaçmayı başardığını öğrendim. Salıverildikten sonra da Şam'da ikamet etmek zorunda bırakılmıştım ve bunun üzerine bir de seyahat yasağı almıştım. Suriye hukuku kadınların haklarını tanımadığı için bu süreçte çocuklarımın velayetinden de mahrum bırakıldım. Nihayetinde bir yargıç bana geçici seyahat izni verdi ve Beyrut'a gidip ilgili makamlardan sığınma talebinde bulundum. Ancak çocuklarım eğitim hakkından mahrumdu ve ben de artık işsizdim.