Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

Küskün islamcı gencin trajedisi

8 Yıl Önce Güncellendi

2016-08-16 13:15:07

Küskün islamcı gencin trajedisi

İlk bakışta gündemden uzak görünen ancak gündemimiz olması gereken hususları yazmaya gayret ediyorum. Bunun için de düzenli olarak değil düzensiz ama gerektiği kadar yazmaya özen gösteriyorum. Çünkü somut olaylar gelip geçici, soyut amaçlar ise kalıcıdır ve insana ruh verir. Gençlik ve adam yetiştirme meselelerimiz hakkında her yazdığımda bazı peşin hükümlülerin yazılarımızı “atanamayan İslamcı” kategorisine sokup meseleye bu nokta-i nazardan baktığının farkındayım. Ancak birazdan bahsedeceğim küskünlük tam da bu önyargılarımız neticesinde oluşmaktadır. Her yazımda söylerim (sanki çok yazı yazıyormuşum gibi) sistematik anlatımı kalıcı olduğu için severim. Bu sebeple yine maddeler halinde küskün İslamcı gençlerin anatomisini kendi perspektifimden anlatmaya çalışacağım:

1- Bağlantısız Hale Gelen Gençler: 80'li 90'lı yıllarda çok fazla gençlik hareketi yoktu ve siyaset kurumu ile gençlik hareketleri arasında büyük oranda bir zihinsel uyum söz konusuydu. Örneğin sadece MGV değil diğer gençlik ile ilgilenen yapılar da Erbakan Hoca'yı sever ve destek olurlardı. Bazıları siyasallaşmaktan çekindiği için Milli Görüş kurumlarında kalmaz ama gönül bağını da koparmazdı. Yağmur yağdı, seller aktı, arap kızı camdan baktı derken Ak Parti adında “muhafazakar demokrat” bir hareket kuruldu. Eski hızlı İslamcılar bir ideoloji partisi olmaktan çıkıp kitleselleşmekten bahsediyordu. İlk dalga küskünler bu aşamada kafası karışıp da ortada kalanlardan oluşur. Bir yandan Erbakan Hoca hayatta, diğer yandan hapisten yeni çıkmış, şiir kaseti “bu sevda burada bitmez”i ezbere bildiğimiz Erdoğan'ın kurduğu hareket tek başına iktidar. İlk meclisin yarısı yılların milli görüşçülerinden oluşuyor, geride kalanlar da yılların milli görüşçüleri. Doğal olarak yukarıda bahsettiğim gençlik de siyasal aidiyet duygusu bağlamında bölündü. Tabi ki gidenler birçok eleştiriyi de göğüslemek zorunda kaldı. Hatta iki Lideri de desteklemenin şizofrenisini yaşayanlar “ya Erbakan Hoca'nın metoduyla olmuyor işte, olsa Erdoğan ayrılır mı hiç” veya “aslında Erdoğan'a bu görevi gizliden yine Erbakan Hoca tevdi etti” gibi mitler oluşturmaya ve bunlara kendileri de inanmaya başladılar. Küskünlüğü yenmek için ortada duran, arayı bulmaya çalışan kişiler kardeşlik hukukuna zarar vermemek adına çaba sarfetse de bu durum küskün bir kitlenin oluşmasına neden oldu. İki hareketin gençliği birbirine küstüğü gibi, her ikisine de küsüp siyasal alandan çekilen bir bağımlı olmayanlar kitlesi de ortaya çıktı. Oy kitlesi de boşa gitmesin diye Ak Parti'ye kayınca sonunda Erbakan Hoca rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun konumuna indirgendi. Doğruyu söyleyen, herkesin sevdiği ancak oy vermediği bir insan. Erbakan Hoca 2011 yılında rahmetli olunca ve tam o sıralarda da Ak Parti ve Paralellerin arası limonileşince sosyal medya başta olmak üzere Erbakan Hocanın sözleri ve videoları çokca paylaşılır oldu. Nureddin Yıldız hocamın ifadesiyle “zamanında anlaşılmamak büyük liderlerin kaderidir maalesef…”

2- Arayışa Geçenler: Küskünlerden bir kısmı bari bir vakfa veya derneğe gideyim de İslami çalışmalara devam edeyim düşüncesiyle kamuoyunca malum dernek ve vakıflara takılmaya başladı. O güne kadar “hayat iman ve cihaddır” düsturuyla her işe koşturan gençler bu yerlerde aynı heyecan ve hareketliliği bulamadı. Nitekim gittiği kurumun genelde tek bir misyonu vardı, ya yurt hizmeti olan bir vakıf, ya eğitim hizmetleri ile ilgilenen bir dernek veya bir yardım kuruluşuydu bu kurumlar ve gencin alışık olduğu çok yönlü “İslami hareket”e benzemiyordu. Gittiği kurumdaki ağabeyleri kendisiyle ilgilenmiyordu çünkü kendisini kazanmak gibi bir misyonu yoktu. Marşlar söyleyemiyor, kamplar yapamıyor, mitingler organize edemiyor, devlet kurup devlet yıkamıyordu. Üstelik gittiği kurumda iktidar nezdinde kendi PR çalışmasını sağlamak üzere İslamcılık oynayan bazı ağabeylerinin oyuncağı oluyordu. Kendisine görev veriliyordu, başarılı olursa o abisi gidip birilerine neleri başardıklarını anlatacak, başarısız olursa abisi tarafından beceriksizlikle suçlanacaktı. Tek bir yerde umduğunu bulamayan küskün gencimiz zamanla birden fazla kuruluşa takılır oldu. Önce çeşitli toplantılara katıldı ancak ev sahipleri gelip tanışma nezaketinde dahi bulunmadı, sadece programı kenardan izledi ve çıktı. Gencimiz keşfedildiğinde ise elli tane kuruluş çeşitli görevler yükler ve sürekli olarak fakir bırakılır. Mezun olduğunda ise öldü mü kaldı mı, işi var mı yok mu, evlendi mi diye bir Allah'ın kulu arayıp sormaz. Unutulur gider. Ama unutulanlar unutanları asla unutmazlar… Zaten el üstünde tutulan gençler de 2010 yılına kadar paralel yapıya mensup gençlerdi, istedikleri yere geliyor, istedikleri ülkede eğitimlerine devam edebiliyor, imkanlardan imkan seçiyorlardı. Derken Mavi Marmara olayı meydana geldi ve gençlere müthiş bir heyecan geldi.  19 yaşındaki bir genç olan Furkan Doğan'ın şehadeti “hayat iman ve cihattır” sözünü yeniden hatırlattı ve küskün gençler tekrardan kendini meydanlarda buldu. Devlet nezdinde paralellerin de engellemesi ile pek kıymet görmeyen gençler “toy sizin av bizim olsun” diyerek yeniden kendini Siyonizme taş atarken buldu…

3- Bağlantılılar: bağlantıdan siyasal bir harekete bağlı olan Milli Görüş gençliği ve Ak Parti gençliğini kastetmekteyim. Bu Netameli bir husus çünkü kimi eleştirirseniz hedef halindesiniz, eleştirdiğiniz sizi bombalar diğeri sizi alkışlar. Hiçbirini eleştirmezseniz bu sefer de her ikisi birden bombalar. Benim derdim eleştiriden ziyade halimizi anlamaya çalışmak. Bu “eleştirmem lazım” işgüzarlığı bize bir fayda vermiyor sadece küskünleri ve kavgayı çoğaltıyor. Şunu kabul etmek zorundayız bir kitlenin tamamı kategorik olarak iyi veya kötü değildir. İçlerinde iyiler de vardır kötüler de. Milli Görüş gençliğinin AK Parti gençliğine dair eleştirileri genel itibariyle dava şuuru, kız-erkek ilişkileri, para ve zenginleşme meseleleri üzerinde yoğunlaşıyordu (15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasını ayrı değerlendirmek gerekir). Unutmamak gerekir ki bazı kimseler iktidar partisine “tekkeyi bekleyen çorbayı içer” mantığıyla yanaşır ve hep de çorbayı bunlar içer. İktidar 15 yıl Milli Görüşte olsaydı bu “şampiyon takıma oynayan omurgasızlar” yine en hızlı milli görüşçü kesilip gelip çorbalarını içmeye çalışırlardı. Bu her iktidarda olabilecek bir şey. Önemli olan bunun olmaması için çaba sarfediliyor mu? Mesela kendinden önce kardeşini düşünmek, her ne olursa olsun davası için bedel ödemek, yılmadan çalışmak, yaptığı işi en güzel şekliyle yapmaya çalışma ve karşılığında sevaptan başka bir şey beklememek gibi düsturlar gençlere aşılanıyor mu? Bunları yapan her gençlik hareketine Allah bereket verir. Bunları yapan her genç başımızın tacı olmayı hak eder. Gönül ister ki Yenikapı'da üç partiyi bir araya getirebilen inanç bu iki gençlik hareketini de istişare yapmak üzere bir araya getirsin. Her ikisinin iddiası da insan ayırt etmeden gönüllere girmekse neden olmasın? Hele 15 Temmuz'dan sonra…

4- Adam Yetiştirme Problemi: Esasen küskün olsa da olmasa da en büyük problemimiz gençlerin omurgalı bir biçimde yetiştirilmemesi ve gerekli donanımları edinememesi. Bu ikisinin bir arada olması gerekiyor. Nitekim birincisi olup ikincisi olmadığı zaman, sağlam ancak yetişmemiş yani ülkesine hizmet etmek için hiçbir özelliği olmayan genç ortaya çıkıyor. Yani liyakat eksiği olan sağlam genç. İkincisi olup birincisine sahip olmayınca da CVperest veya omurgasız genç elde ediliyor. Yani her puanı almış, birkaç dil biliyor, yurtiçi/yurtdışı en iyi okullarda okumuş ancak ilk fırsatta ülkesini ve milletini küçük bir menfaat karşılığı satabilecek karakterde bir genç. 15 Temmuz hadisesi her iki kanadı da kuşanmış adam eksikliğimizi bir kez daha yüzümüze vurdu. Milli Mücadele ruhunu yeniden kuşandık. Şimdi bu neslin karakterini bozmadan onları yetiştirecek projeler üretilmesi lazım. Yetiştirmekten kastım burs verelim yurt dışına gönderelim değil. Yurtdışının hali ortada, mülteciler meselesinde, 15 Temmuz meselesinde Türkiye'ye nasıl baktıkları ortada. Gencimiz burada öyle bir şuur alsın ki dünyanın neresine giderse gitsin mayası sağlam kalsın. Sağlam temel üzerine binayı dil, master, doktora vb. eğitimle kursun. Yoksa gönderdiğimiz genç yeni bir şey üretmek yerine ya mevcut bilgiyi tüketiyor ya da Batı'da yeni bulduğu bir bilgiyi tetkik etmeden getirip bize kakalıyor. Bu ruhu vermek herkesin üzerine vecibedir. Genç bizim gencimizdir. Sayısı bellidir. Küstürdüğümüz ve ilgilenmediğimiz gencin yerine leylekler hemen yenisini getirmiyor. Adam gibi adamlar yetiştirmediğimiz müddetçe sorunlarımız belli aralıklarla devir daim edecektir.  

Sözümüz çok, derdimiz çok. Artık icraat zamanı. The Adjustment Bureau adlı filmde şöyle diyordu Matt Damon: “Mesele yere düşüp düşmediğin değil, asıl mesele ayağa yeniden kalkınca ne yapacağındır”. İşi vaktinden çok olanlara selam eder, çay ısmarlarız…

Haber Ara