Dolar

32,3237

Euro

35,0666

Altın

2.295,44

Bist

8.989,85

İslamofobi değil İslamohobi sorunu

8 Yıl Önce Güncellendi

2017-03-20 10:33:03

İslamofobi değil İslamohobi sorunu

İnsanlar hayatları ve tercihleri konusunda elbette saygıyı hakederler. Kimse kimsenin neden şu ya da bu şekilde inandığı ve yaşadığını reddedemez ve reddetse de zaten pratik hiçbir karşılığı olmaz bunun. Neredeyse hemen herkes bu konuda en azından teorik olarak hemfikirdir. Biz müslümanlar için ise aslolan doğru ve samimi bir iman olduğundan ve hidayet bir lütuf olduğundan zaten kimseyi zorla islama davet etme derdimiz olmaz. Ve haliyle samimi olarak mensup olduğu dine uygun yaşamaya çalışanlara saygı duyarız.

Saygı duymaktan kastımız yanlışı onaylamak ya da hoşgörmek değildir ve hatta onunla yanlışı düzeltme hususunda mücadele etmektir. Zira ancak saygı duyduğumuz ve değer verdiğimiz insanların yanlışları bizi incitir. Ve onların sonlarının iyi olmasını arzu ederiz. Saygı duyduğumuzu dinler, yanlışını düzeltmek isteriz. En önemlisi de saygı duyduğumuz kişi hakkında varsa olumsuz bir fikir ya da zannımız bunu ya atarız içimizden ya da bizzat kendisinden aslını öğrenir, kapatırız konuyu.

Hoşgörmemek ise bizim için kötü olan bir hal ya da davranışı onaylamadığımızı ifade etmemizdir. Aslında bizce kötü olan karşısında susmamız olanı onaylamak gibidir. Hoşgörmek değildir bu. Günahı hoşgörmek gibi bir zaafımız olamaz bizim. Ancak iman ya da ameli olmayan birilerinin hatalarını hoşgörmek yerine katlanmak tabirini kullanabiliriz. Ki bu bizim için ayrı bir ızdıraptır. Hem günahı işleyene merhamet ederiz hem de Allah bize bunu gösterdiği için kendimiz hakkında üzülürüz.

Ne gariptir ki, günah ve isyana batmış bir toplumda yaşayan müslümanlar bundan ızdırap duymaz hale gelebiliyor. Başkasının günahına üzülmek, sosyal erdemliliğin ve sorumluluğun his bakımından en yüksek noktasıdır.

Müslümanların en çok zorlandığı husus bulundukları ortamlara uygun sahih tavırlar belirlemektir. Bu noktada zorlanmanın doğal sonucu olarak ise bir çok konuda yaşanan reel durumun, gerçeklerin ve sahih anlayışın yerini alması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yaşadığına inanmak olarak özetlenebilecek bu hal, ilim ve amelleri de etkilemekte ve engellemektedir. Yanlış bilgi ve harekete doğru olarak inanmış bir toplumu ikna etmek ise işin en zor yanıdır.

Biz böyle gördük, biz atalarımızdan böyle öğrendik ya da adet budur şeklindeki bütün yaklaşımlar sakattır, yarımdır. Halbuki imanda yarımlık ya da sakatlık kabul edilir bir hal değildir. Ataların dini ile alakalı tehlike ve tehdidin Kur'an'da yer alması aslında bunun devamlı bir tehlike olduğunun işaretidir.

Bir diğer tavır sorunumuz ise içinde yaşadığımız grup ve kitlelerin yönlendirmelerinin kesinlikle kontrol edilemiyor olmasıdır. Bu ise tabiri caizse ‘sürü' psikolojisi üretmenin en kestirme yoludur. Zira bu tür yapılar tamamen homojendirler. Yani kapalı bir duruş, kapalı bir bakış ve kapalı bir sonuç! Değişmesi teklif dahi edilemez birtakım anlayışlarımız, değişmesi mümkün dahi olmayan Kur'an ayetleriyle tartıldığında halimiz ortaya çıkacaktır.

Materyalist dünyanın bize de empoze ettiği maddeci ve menfaatçi bakış açısı maalesef dinin ve mensuplarının da bundan payını almasına sebep olmuştur. Grupların ve tavırların dinleşmesi diye özetlenebilecek bir tehlike hızla büyümüştür. Bu sürecin en tehlikeli yansıması menfaat temininin dini motiflerle kaplanmasıdır.

Bunun en net sonucu ise; dünyasını islam üzere kuran bir ümmet anlayışının yerini dünyasında islama da ‘lütfen'  yer veren bir pratik felaketin almasıdır. Yine kanarya sevenler derneği yaklaşımıyla camilere bakarken, oraların bize vermesini istediğimiz katkıları Mescid-i Nebevi seviyesine yükseltmekten çekinmiyoruz. Çevresi Ukaz panayırına dönen mescidlerden bir Suffa ashabı yetişmeyeceği Sünnetullah gereğidir.

Herhangi bir hobi gibi ya da boş vakitleri değerlendirmek için en masrafsız yol olarak görülen tavırlar herşeyden önce din ile alay etmek hatta hakaret ve küçümseme olmasına rağmen yaşanılagelen normal bir hadiseye dönüştüğünden yanlışlığı tamir bir yana yanlışı kabullenmek bile büyük bir adım hatta aşılmaz bir dağ haline dönüşüveriyor.

Hele bir de yanlış kitlesel bir kabule dönüşmüşse tedavi kanserleşmiş bir kine sebep olabilmektedir. Öyle ki müslümanlar kendi kontrollerinde görmedikleri ve çoğu zaman içeriğini bile bilmedikleri ve araştırma ihtiyacı da duymadıkları adı ne olursa olsun girişim ve hareketlere meğer ki hayra yorumlanacak bir şey de olsa karşı çıkabilmekte ve bunu da islami anlayış ve değerlerle izah ederek kendi çapında gayet mantıklı ve hatta islami bir tavır sergilediğini iddia edebilmektedir.

Fakat heyhat hangi yüce menfaat ya da maslahat ortaya konursa konsun namı ‘islam' olan bir şeye karşı durmadan önce Kur'an ayetleri sayısınca bir kez daha düşünmek, tefekkür etmek, idrakleri zorlamak gerekmez mi?

Ya karşı çıktığımız şey, hak ise, doğru ise yani? Hakk'ın doğru anlaşılmasına vesile ve aslına uygun bir şeyi Hak adına reddetmenin dayanılmaz zavallılığına düşmek bir mü'min için ne acıdır.

İslam olana muhalefetten Allah'a sığınırım!

Haber Ara