Dolar

32,5361

Euro

34,8895

Altın

2.488,46

Bist

9.564,85

İslam’da devlet başkanlığı

8 Yıl Önce Güncellendi

2017-01-30 09:56:43

İslam’da devlet başkanlığı

İslam, hayata hükmeden bir nizam ve her yönüyle insan ihtiyaç ve sorunlarına çare olması itibariyle; hem kişisel hem de sosyal anlamda devlet yöneten bir dindir. Rasulullah(sas) hayatta iken Medine'de hicretin hemen akabinde kurulan bir şehir devleti olarak tarih sahnesinde yerini almış ve daha sonrasında eksiklik ve hatalara rağmen insanlığa vahiy kaynaklı ideal hayat sistemini devlet nizamı olarak uygulayarak dünyaya adalet ve intizam vermiştir.

Bugün pratikte İslam devlet sisteminin temellerine uygun kurulmuş ve sürdürülen bir örnek olmadığından olsa gerek, insanlar İslam'ın devlet yönetme yeterliliğini ve hatta ideal devlet nizamı olduğunu unutuyorlar. Bu vahiy temelli sistem aslında daha sonra insanlar tarafından parçaları alınarak taklit edilerek kullanılmaya çalışılmaktadır. İnsanların uydurdukları ideoloji ve devlet yönetme sistemlerinin tamamının temel çıkış noktası da yine vahiy temelli yönetim sistemidir.

Bunlara net örnekler verecek olursak; İslam'ın şura prensibinden şari' yani kanun koyucu olarak Allah'ı ve Rasulü'nü çıkardığınızda elinizde kabaca bir demokrasi kalır. Ya da İslam'ın sosyal adalet sistemini tek başına alır diğer yönlerini bırakırsanız sosyalizme ulaabilirsiniz, keza İslam'ın mülk edinme ve ticaret sistemini diğer düzenlemelerinden koparırsanız kapitalizme bir yol bulursunuz. İnsanlar, İslam'ın devlet başkanına verdiği mutlak yetkiyi denetim mekanizmalarından vahyi çıkartarak ya da hiç bir denetime tabi tutulmaksızın bir kişiye vererek mutlakiyet idaresine ulaşabilirler.

Bu şekilde elde ettikleriniz elbette ideal ve insanlığa en uygun sistem olamazlar zira eksik birer parçanın zorlanarak bütüne dönüştürülme çabası başarısızlığa mahkumdur. Yeryüzünde bu sistemleri eklemeler ve çıkarmalarla uygulayarak yönetilen toplumlarda sorunların bitmemesi ve insanların bir türlü nihai huzura ulaşamaması bundandır.

Keza bugün dünyada müreffeh ülkeler olarak gösterilenlere baktığımızda uygulanan sistemlerin İslam'ın devlet nizamına yakınlaşmasıyla bu başarının elde edildiğini görmek çok kolay olur. Bazı eksiklerine rağmen kullandıkları sistem İslam'a oldukça yakındır.

Geçmişte ve günümüzde önde gelen mamur ve müreffeh ülkelerin yönetim biçimlerini incelediğimizde hemen hepsinde son otorite sahibi bir kişiye ve onu denetleyen, gerektiğinde yerine yenisini seçen, gerekli düzenlemeleri kanunlaştıran bir meclise rastlıyoruz.

Bu girişten sonra islam devlet sisteminde en önemli kişi olan ve İmamet-i Kübra makamında bulunan Halife veya Emiru'l Mü'minin olarak isimlendirilen İslam devlet başkanı hakkındaki hükümleri hatırlatmak istiyorum. Böylelikle saldıranların da savunanların da bir bilgi ve delile dayanmasını teminde bir katkı olmasını arzuluyorum. Ülke gündeminde bir sistem tartışması varken İslam'ın sistemini bu vesileyle bilmenin ve ona göre karşımıza çıkan örnekleri değerlendirmenin hayra vesile olacağını umuyorum. Yazının devamında özellikle İmam, Emir, İmamet-i Kübra, Halifelik ve Devlet Başkanlığı isim ve tamlamalarını karışık olarak kullanacağım, bundan maksadım bu kelimelerin zihinlerimizde aynı yere yerleşmesinden ibarettir.

Halifelik

Halifelik lugatte, ‘birinin yerini alma ve ona vekillik etme' manalarına gelir. İslam ıstılahında ise, ‘Hz. Muhammed(sas)'e vekil olarak müslümanları ve İslam'ı koruma görevini yerine getirmektir'. Bu vazifeyi üstlenen kişiye Halife denir. Halifelere aynı zamanda İmam veya Emir de denilir. (Nesefi)

İmamet-i Kübra olarak isimlendirilmesi konunun kitaplarda anlatılırken namazdaki imamlıkla karıştırılmaması içindir ve gürev olarakta Emir'in müslümanların en büyük imamı olması hasebiyledir. Konu daha çok akaid kitaplarında işlense de hemen her geniş fıkıh kitabında da mutlaka hakkındaki hükümler sıralanmıştır. Zira o makamın getirdiği sorumluluklar olduğu gibi bazı ayrıcalıklar da vardır. Bunları konunun devamında işleyeceğiz.

Hilefat veya İmamet-i Kübra'nın niteliği alimlerimizce yapılan tariflerden de anlaşılabilmektedir. Bunlardan bazılarını buraya naklederek anlamaya çalışalım:

‘Muhammed(sas)'e vekil olarak umuma riyaset edip din ve dünya siyasetini korumaktır.' (Maverdi, Teftazani) Bunlardan Teftazani'ye göre İmamet-i Kübra itikadi değil ameli hükümlerdendir.

‘İmamet-i Kübra, kullar üzerinde umumi tasarrufa hak kazanmaktır.' (Timurtaşi, Haskefi)

İmamet-i Kübra'ya birini tayin etmek müslümanların en mühim vazifelerindendir. Çünkü şer'i vaciplerin bir çoğu buna bağlıdır. Onun için Akaid-i Nesefi'de şöyle denilmiştir: ‘Müslümanların hükümlerini tenfiz edecek, şer'i cezaların tatbik ve sınırlarını muhafaza ile ordularını hazırlayacak, zekatlarını alacak, yol kesici zorba ve hırsızları kahredecek, cuma ve bayram namazlarını kıldıracak, hukuki isbat eden şahitleri kabul edecek, velileri olmayan kızları ve erkekleri evlendirecek ve ganimetleri taksim edecek bir halifeleri bulunması mutlaka lazımdır.'

Sahabenin (radiyellahu anhum) Rasulullah(sas)'in defninden önce bir halife seçmesini delil alan alimlerimiz bir halife vefat edince yerine yenisi seçilmeden defnedilmemesine hükmetmişlerdir. (Tahtavi)

Bu ifadeler bir Emir'in seçilmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yeterli olsa da konunun Kitap ve Sünnet'ten delillerini zikretmek gerekiyor.

Kur'an'dan: ‘Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasulü'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin...' (Nisa 59)

Bu ayetin tefsirinde Razi, Hz. Ali(ra)'in, ‘İmamın, Allah'ın indirdiği ile hükmetmesi ve emanetleri yerine getirmesi vaciptir. O, bunu yaptı mı halkın da ona itaat etmesi vacip olur' dediğini nakleder. (Razi, Tefsiri Kebir, C 8, s 103)

Sünnet'ten: ‘Bir kimse biat etmeden ölürse cahiliyye ölümüyle ölmüş demektir.' (Müslim)

Bu ağır tehdit, zamanın imamına biat etmenin dinen vacip olduğunu beyan etmektedir.

İcma'dan: Mütevatir olarak sabittir ki imamsız bir vaktin geçmemesi hususunda bütün sahabe ittifak etmişlerdir. Sahabenin ittifakı ise dört asli delilden icma olur. Rasulullah(sas)'in vefatı üzerine Ebu Bekir(ra) meşhur hutbesinde şöyle demiştir:

‘Dikkat edin ey mü'minler, şüphesiz ki Muhammed(sas) öldü, bu dini ayakta tutacak bir kimse mutlaka lazımdır.' (Buhari, Müsned, Tabakat İbn-i Sa'd, Siret İbn-i Hişam)

Kıyas'tan: Yerine getirilmesi gereken bir çok dini ve dünyevi iş imamın mevcudiyetine bağlıdır.  İslam'ın muamelat, mucazat, munakehat, cihad ve ahiret menfaatleri içindir. Bunların yerine getirilmeleri vaciptir. İslam fıkhındaki umumi kaideye göre, ‘vacipleri vesile olan şey de vaciptir'. Bu sebeple müslümanların bir imam seçmeleri kendi selametleri ve dinin devamı için şarttır.

Halife'de bulunması gereken şartlar

Ömer Nesefi Halife'de bulunması gereken şartları şöyle sıralamıştır:

  1. İmamet-i Kübra makamındaki Halife'nin hür bir müslüman olması şarttır. Zira kafirin müslümanlar üzerinde velayet hakkı yoktur yani kafirlerin müslümanları idare etmeleri kabullenilemez. Köleden yahut esirden de halife olmaz, onların kendileri haklarında bir yetkileri yokken başkalarına nasıl olur? Çocuk ve deli de köle gibidir.

Kadından da emir olmaz çünkü kadınlar evlerinde oturmakla memurdurlar, onların hali tesettüre mebnidir. Rasulullah(sas) buna işaretle; ‘hükümdarları kadın olan bir kavim nasıl felah bulur' buyurmuşlardır. (İbn Abidin)

  1. İmam'ın açıkça bilinmesi gerekir, korku sebebiyle de olsa imam gizli olamaz.
  1. Muntazar(gelmesi beklenen) bir imam kabul edilemez.
  1. İmam, Kureyş'ten olmalıdır, ancak Haşim ve Ali oğullarına mahsus değildir.

Halife'nin Kureyş kabilesinden olması, Nebi(sas); ‘İmamlar Kureyş'ten olur' buyurdukları içindir. Bu hadis sebebiyle Ensar, hilafeti Kureyşlilere teslim etmişlerdir. (Halebi, Umdetu'n Nesefi Şerhi) Şiiler Ebu Bekir, Ömer (r.anhum)'un hilafetlerini reddebilmek için halifenin Alevi(Hz. Ali neslinden) ve masum olması şartını öne sürerler. Halifenin masum olması şartını koşan fırkalar İsmailiye ve İmamiye'dir.  Ehli Sünnet itikadında böyle bir şart hiç kimse için ve hiç bir makam için mümkün değildir.

  1. İmam'ın zamanının en faziletlisi olması şart değildir.
  1. İmam kamil ve tam bir idareci olmalıdır.
  1. İmam İslam nizamının yürürlükte kalmasını temine, İslam ülkelerinin sınırlarını korumaya ve mazlumun hakkını zalimden almaya muktedir olmalıdır.

İslam alimleri Halife'de bulunması gereken şartlar hususunda 8 konuda ittifak etmiş ancak 4 konuda ihtilaf etmişlerdir.

İttifak edilen şartlar şunlardır:

  1. Müctehid olmak. (Herhangi bir mevzuda hüküm verebilecek ilme sahip olmak.)

İbn Abidin, müctehidlik ve cesaret şartlarını kabul etmez ve bunların her zaman bir kişide bulunmasının çok zor olduğunu ifade eder. İctihad gerektiren hususlarda alimlerden, cesaret gerektiren konularda da komutanlarından destek almak suretiyle makamını yürütmesini mümkün görür.

  1. Savaş ve diğer askeri meselelerde basiret sahibi olmak.
  1. Cezaları tatbike ve mazlumun hakkını zalimden almaya güç yetiirebilmek.
  1. Adil olmak.

Hanefi alimleri adaleti hilafetin sıhhatinin şartı olarak kabul etmezler, mekruh olmakla birlikte fasığın hilafeti de sahihtir derler. Bir kimse adil iken halife seçilmiş ancak sonradan fıska düşmüşse azledilmiş sayılmaz ama fitneye sebep olmayacaksa azledilmesi evladır. Böylesi bir halifeye dua etmek vaciptir, isyan etmek caiz değildir. Buna Umeyye oğullarının zalim sultanları ardında sahabenin namaz kılmaları delil getirilmiş olsa da zaruretler umumi kaide tayin etmeye kafi olmazlar. İmam Ebu Hanife(ra), ‘Zorbalardan sadır olan işler zaruretten dolayı sahih olur' buyurmuştur.

  1. Mükellef (akil ve baliğ) olmak.
  1. Erkek olmak.
  1. Hür olmak.
  1. Hükmünü sürdürmeye ve emrinden çıkanı yenmeye gücü yetmek.

İhtilaf edilen şartlar ise şunlardır:

  1. Kureyş'ten olmak.
  2. Haşimi olmak.
  3. Masum olmak (fasık olmamak).
  4. Zamanın en faziletlisi olmak.
İmam'ın Kureyş'ten olması meselesi üzerinde İslam alimleri ayrıca durmuşlardır. Zamanla şartların değişmesi bu imkanı ortadan kaldırınca alimlerimiz şöyle ictihadda bulunmuşlardır:

‘Münasip olan İmam'ın Kureyş'ten olmasıdır fakat bulunmazsa adil, emin ve hakimliğin şartlarını bilen bir kimseyi seçmek evladır.' (Fetavay-ı Hindiyye)

‘Eğer Kureyş'ten muteber şartları üzerinde toplayan bir kimse bulunmazsa, Kenani'lerden biri imam olur. Bu da olmazsa İsmail oğullarından biri tayin edilir. Bu da mümkün olmazsa şartlara haiz başka ırktan birisi imamete tayin edilir.' (Teftazani)

Hilafette aslolan tayindir, birazdan bu tayin yollarını ayrıca inceleyeceğiz. Ancak zorbalıkla hilafeti ele geçiren kişinin halifeliği meğer ki yukarıdaki tüm şartları taşısa da ancak zaruretten dolayı sahihtir.

Çocuğun halifeliği de ancak zaruretten dolayı sahih olur ancak bu görünüşte böyledir, hakikatte değildir. Eğer halk vefat eden bir sultanın çocuğunu halife tayin etmek isterlerse işleri bir valiye havale etmeleri gerekir. Böylelikle resmen sultan çocuktur hakikatte ise validir. (Eşbah, İbn Abidin)

İmam'ın seçilme metodları

Ehli Sünnet'e göre bir kişinin imametin bütün şartlarına haiz olması onun imam olması için yeterli değildir, aynı zamanda bu vezifeye seçilmesi veya tayin edilmesi gerekir. Bu tayin veya seçilme üç şekilde olur:

  1. Bizzat Rasulullah(sas) tarafından seçilmekle, Ebu Bekir(ra)'ın hilafeti böyle olmuştur. Nebi(sas) onu hayatında veziri gibi yanından ayırmamış ve namazlara imam olarak tayin etmiştir. Din işinde öne geçirilenin dünya işlerinde de öne geçirilmesine işaret sayılmıştır zira O'nun için namazdan değerli birşey yoktu.
  1. Bir önceki imamın tayin etmesiyle. Ömer(ra)'ın hilafeti böyle olmuştur ve bu şekilde halife tayininin sahih ve caiz olduğunda icma vardır. Ömer(ra) da kendisinden sonraki imamı seçmeleri için bir şura oluşturmuş ve bunu müslümanlar itirazsız kabul etmişlerdir ki bu da icmadır.
  1. Müslümanların tasvip ve güvenini kazanmış (Ehl-i hal ve'l akd) ve imam seçmeye ehil olan kimselerin seçmesiyle.

İmam seçmeye herkesin iştirak etmesi doğru değildir. İslam alimleri imamı seçecek olan müslümanlarda bulunması gereken vasıfları üç grupta toplamışlardır:

  1. Adaletin bütün şartlarına sahip olmak. Bunlar şöyle sıralanabilir:
  2. Büyük günahlardan sakınmak
  3. Küçük günahlarda ısrardan sakınmak
  4. Hırsızlık gibi insanı küçük düşüren fiillerden sakınmak
  5. İnsan vakarına uygun olmayan şeylerden kaçınmak
  1. İmamete ehil olmanın şartlarını ve kimin bu işe daha müstehak olduğunu ayırt edebilecek kadar bilgi sahibi olmak.
  1. Millet ve din işlerini düzenleyip idare etmede kimin daha salahiyetli olduğu hakkında görüş ve bilgiye sahip olmak.

İmamı seçecek kişilerin sayısı hakkında da ihtilaf edilmiştir. Bazı alimler imamı seçecek olanların her beldede çoğunluğu bulmasının şart olduğunu ileri sürerler. Bazıları da en az dört ya da beş kişinin rızası ile bir kişinin seçimi yapması yeterlidir demişlerdir. Bunlar Hulefa-i Raşidin'in seçilmelerinden yola çıkarak ortaya konulan şartlardır. Zamanların ve toplumların değişmesiyle imam seçimi için bu temel metodlardan yola çıkarak ümmetin maslahatına en uygun yolu bulmak gerekir.

İmam seçme ehliyetine sahip olanlardan oluşan şura meclisi bir imam seçmek için toplandıkları zaman, imam olabilecek vasıflardaki insanların hallerini ve özelliklerini araştırırlar ve bunlardan en faziletlisi ve vasıfları en mükemmel olan hangisi ise onu seçerek biat ederler.

Şartlara göre seçimler ve kriterler değişebilir. Buna örnek olarak alimlerimizi şunu verirler: İmamete ehil olanlardan birisi daha alim diğeri ise daha cesur olsa zamanın icaplarına bakılır: eğer fitneyi, asileri ve düşmanları önlemeye ihtiyaç olunacak bir devirdeyse cesur olan seçilir. İslam ülkelerinde huzur ve sukunetin devam ettiği bir devirde ise alim olanı seçmek daha uygundur.

İmamı seçen meclisin imama biatleri açık olmalıdır ki, başka biri kendisine biat edildiğini iddia edemesin, çünkü bu hal fitne sebebidir. İmamı seçenlerin seçimi ve biatleri ilan edilip bu haber tüm İslam yurduna ulaştıktan sonra imamlık iddia eden asi olur ve kendisiyle Allah(cc)'in emrine dönünceye ve imama itaati kabullenip biat edinceye kadar savaşılır.

Devlet Başkanının Vazifeleri

  1. Ahkamı tenfiz yani adaleti temin ve tesis için İslam nizamının emirlerini tatbik etmek.
  2. Hadleri ikame yani Allah(cc)'in hududunu (irtidat, zina, içki içme, zina isnadı, ğasp, katl ve yaralama suçlaarının cezaları) ve İslam hükümetinin emirlerini çiğneyenleri cezalandırmak.
  3. Askeri techiz yani topyekun müdafa hizmetlerini yerine getirmek.
  4. Sadakaları toplamak, mü'minlerden ve gayri müslim tebaadan alınan vergileri toplamak.
  5. Teröristleri, hırsızları ve eşkiyaları kahretmek.
  6. Cuma ve bayram namazlarını kıldırmak ve/veya kıldıracak olanları tayin etmek.
  7. İnsanlar arasında vuku bulan ihtilafları çözmek.
  8. Hakların isbatına vesile olan şahitlikleri ve sair ispat vasıtalarını kabul etmek.
  9. Velisi olmayan gençleri evlendirmek.
  10. Ganimetleri taksim etmek.
  11. Ve bunlara benzer coğrafyalara ve toplumlara göre değişen diğer tüm devlet vazifelerini yerine getirmek.

İmam'ın Azledilmesi

Devlet başkanlığına seçilen kişi şartları taşıdığı müddetçe ölünceye kadar bu vazifede kalır ancak bazı sebeplerle azledilmesi gerekebilir. Bunlardan ilki fasıklıktır ki bu sebeple azledilmesi şart değildir ancak evladır yani daha uygundur. Fitneye sebep olmayacaksa azledilir.

İmamın bedeninde herhangi bir sebeple bir noksanlık ortaya çıkarsa azledilir. Bunlar; hislerin, uzuvların eksikliği ve tasarrufta noksanlık olarak sayılır. Hislerin noksanlığından maksat akli melekelerini kaybetmesidir ki böyle bir durumda imam derhal azledilir. Gözlerinin görme duyusunu kaybetmesi de azledilme sebebidir zira bu vazifelerini yerine getirmesine manidir. Ancak koku ya da tat almaması azl sebebi olmazlar. Sağırlık ya da dilsizlikte imametten azledilme sebepleridir.

Organlarında ortaya çıkacak noksanlıklar da görevini icrasına engel olup olmadığına göre değerlendirilir. İmamın görünüşünde insanların ikrahına sebep olacak bir bozukluk meydana gelmişse bu da azl sebebi olabilir.

İmamın şehvete düşmesi ve fıska dalması azledilme sebebidir. Ancak en önemlisi imamın itikadında şüphelerin doğmasıdır. Bu durumda imam derhal azledilir. Yine imamın şehvete kapılması hali haramlara ve kötü arzularına esir olması durumuna ulaşırsa onun da derhal azledilmesi gerekir.

İmamın işleri adil ve salih bir vezire havale etmesi ve sadece onun yaptıklarını tasdik makamında kalması imamlıktan azledilmesine sebep değildir ancak o vezirin icraatlerine bakılır; bu vezir dinin hükümlerini terkeder ve adaleti bırakırsa imamın onu azletmeye güç yetirmesi gerekir aksi halde imametin devamına manidir. Buna fıkhımızda ‘hicr' denilir.

İmam'ın esir düşmesi imamlığını düşürmez ancak bakılır; kısa sürede kurtulma ümidi varsa imameti devam ettirilir değilse azledilir ve yerine yenisi seçilir. Yeni imam seçildikten sonra eski imam esaretten kurtulsa bile göreve dönemez.

İmam'a İtaat ve İsyan

Devlet başkanı elbette kendisine itaat edilmek üzere görev yapar ve isyan herhalde tüm insanlık tarihi boyunca suç sayılmıştır. Ancak İslam her hususta olduğu gibi itaat ve isyanı da bir kurallar silsilesine bağlamış ve tabiidir ki ne devlet başkanına mutlak itaati ne de toplumu ifsad eden bir isyanı tavsiye ve emretmemiştir.

Emir sahiplerine itaati emreden Nisa 59. ayetin nüzul sebebi olarak aktarılan hadis bu konuda gayet net ve çarpıcı bir örnektir.

İmam Ahmed, Hz. Ali(ra)'dan şöyle nakleder: Allah'ın Rasulü(sas), bir askeri birlik gönderdi, başlarına da ensardan birini komutan tayin etti. Yola çıktıktan sonra komutan onlara kızınca, odun toplamalarını ve ateş yakmalarını emretti. Sonra da ateşe girmelerini istedi. Aralarından bir genç, ‘siz ateşten kaçarak Rasulullah(sas)'e geldiniz, O'nun yanına varmadan acele edip ateşe girmeyin, O girmenizi emrederse o zaman girin' dedi. Bunun üzerine dönüp Nebi(sas)'e haber verdiler, O da onlara, ‘eğer ateşe girseydiniz sonsuza kadar çıkamayacaktınız (yani cehennemlik olarak ölecek ve ebedi cehennemde kalacaktınız), itaat ancak meşru işlerdedir' buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, Ahmed bin Hanbel, İbn Hibban)

Bir başka rivayette ise Ubade bin Samit(ra) şöyle dedi: Neşeli ve kederli anlarımızda, zor ve kolay hallerde dinleyip itaat edeceğimize, amirlerimiz haklarımızı vermese bile onlara itaat etmek, onlarla iktidar ve yönetim konusunda çekişmemek üzere biat ettik. Rasulullah(sas) şöyle buyurdu: ‘Ancak idarecinin bir küfrünü, yanınızda kuvvetli bir delil bulunacak derecede açık bir şekilde görmeniz müstesnadır'. (Buhari, Müslim)

Bu ve benzeri bir çok kesin ifadeli rivayetleri delil alan İslam alimleri yöneticilere itaatin şart olduğuna ve emirlerine isyanın caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Ancak bazı meselelerde tereddütler hasıl olması durumunda fıkhımızda detaylı yollar ve çözümler sunulmuştur. Öyle ki mübahlar ve mekruhlar hakkındaki emirlere itaatin hükümleri neredeyse mesele mesele kitaplarımızda yer almıştır.

İslam toplumunun salah ve menfaatine olan işlerde bozgunculuk yapmak şiddetli bir şekilde reddedilmiş ve yine müslümanların birliklerini bozacak ve onları cihaddan alıkoyacak işler de yasaklanmıştır.

Bütün bu hükümler devlet başkanının müslüman olması ve ülkesinde İslam ahkamı ile hükmetmeye devam etmesi durumunda itaatin şart olduğunu aksi hallerde yani şirke, küfre veya haramlara düşmesi ve zulmetmesi hallerinde ise itaatsizliği ve isyanı emreder. İsyandan maksat silahlı ayaklanma değil emirlerine itaat edilmemesidir. Bazı hallerde ise eğer güç yetirilebileceği kanaati varsa ayaklanmaya da cevaz verilmiştir. Aksi halde müslüman halkın helakına sebep olmayacak şekilde hazırlık yapmak ve mümkünse ‘ehli hal ve'l akd' şura vasıtasıyla görevden almak değilse güç kullanarak indirmek gerekir.

Herhangi bir İslam beldesinin idarecilerinin haram ve zulümlerle halkı helaka sürüklemeleri halinde ise topyekun isyan gerekir. Müslümanların canlarına ve mallarına kasdeden hatta namuslarına el uzatan bir idarenin kabullenilmesi ve itaat edilmesi sözkonusu değildir. Ancak bu umum müslümanların buna güçleri olacağına kanaat edilmesi durumundadır. Bu durumda Allah'a tevekkül edilerek yola çıkılır ve müslüman toplumun ıslahı için cihad ilan edilir.

Benzer bir durumda İmam-ı Azam Ebu Hanife(ra), zalim hükümdara karşı ayaklananlara destek vermenin nafile hacdan 40 kat daha büyük ecre sebep olacağı fetvasını vermiştir. Dahası İmam, daha sonra göreve gelen zalim idareci tarafından işkence ve eziyetlere muhatap olmuş ve bu şekilde zindanda vefat etmiştir. Ondan istenilen zalim bir idarecinin Kadıyyu'l Kudat (Kadılar Kadısı) makamında  olmak ve alacağı ücretle rahat bir hayat sürmek yerine zindanda işkencelere rağmen ona destek olmayı reddetmiş ve şehadeti tercih etmiştir. (İbn-i Abidin)

Benzer şekilde tabiinin en büyük alimlerinden Said bin Cübeyr(ra) da bir tek cümleyi söylemeyi reddettiği için zindanda işkenceyle katledilmiştir. Onunla beraber zindana atılan alimlerin, insanların onun ilmine ve fıkhına ihtiyaçları olduğu sebebiyle kendilerinden istenilen ‘Kur'an mahluktur' sözünü kerhen de olsa söylemesini ve canını kurtarmasını istemeleri üzerine Said(ra); ‘insanların onlara fıkıh öğretecek birine ihtiyaçları olduğu kadar bu dinin hakikatleri uğrunda can vermeyi öğretecek olanlara da ihtiyaçları vardır' diyerek tekliflerini reddetmiş ve hakikati ikrar ve batılı reddederek zalim hükümdara isyanı seçmiş, canını Alemlerin Rabb'ine şehid olarak teslim etmiştir. Kitaplarımızda benzer durumda kalan halktan birisinin canını kurtarmak için zorlandığı küfür sözünü söyleyip canını kurtarmasının caiz olduğu ama alimlerin bunu yapamayacağı zikredilir zira onlar halka örnektirler ve azimeti tercih etmek zorundadırlar, ruhsatlar halk içindir.

Selef-i Salihin'den benzer bir çok hatıra aktırılabilir, onlar bu dini en saf ve aslına en uygun şekilde anlamış, yaşamış ve o haliyle bize aktarmak uğruna herşeyi göze almışlardı. Allah hepsinden razı olsun ve ecirlerini artırsın. Onlar devirlerindeki idarecilerden zalim olanlara ve fasık olanlara hak ettikleri şekilde karşılık vermiş ve müslümanların itikadını muhafaza edebilmişlerdir.

  1. yüzyılında bulunduğumuz tarihimiz boyunca adil, salih ve mücahid idarecilerimiz olduğu gibi zalim, fasık ve korkak idarecilerimiz de olmuştur. Bütün bu devirleri, bugüne kadar yaşananları mümkün olsa tek bir resimde toplasaydık, kahir ve kesin netice müslümanların salah ve menfaatlerinin temel hedef olduğu ve buna ulaşmak için nesiller boyu süren bir mücadele yapıldığı görülecektir. İşte bunu alimlerimiz siyaset olarak tarif ediyorlar. İslam'ın idarecilerinden istediği temel siyaset budur; halkın dünya ve ahirette kurtuluş ve menfaatlerini temin etmek için çalışmak.

İslam'da devlet başkanı ömür boyu görev yapmak üzere seçilir ve bir şura tarafından denetlenir. Fert olarak Allah'ın kullarından bir kuldur ve tüm müslümanların tabi olduğu hükümlere tabidir. Neslimizden bu büyük görevin hakkını vermiş olduğunu düşündüğümüz Sultan 2. Abdulhamid Han'ın kendisini ‘halkının tüm yükünü omuzlarına almış, onların en altındaki ferdi' olarak takdim etmesi idarecilerin kendii konumlarına bakışlarına en muhteşem örneklerden biridir. Halka düşen ise bu büyük yükü taşıyanlara hele de hakkıyla taşıyanlara hürmette ve itaatte kusur etmemeleridir.

Ülkemizde yaşanan politik gündem sebebiyle insanların İslam'ın hükümleri hakkında ileri-geri konuşmaktan çekinmiyor olması maalesef yine biz müslümanların kafalarını karıştırıyor. Oysa burada özetlemeye çalıştığım, İslam'ın devlet idaresi yöntemlerinden sadece devlet başkanıyla ilgili hükümler idi. Bu alanda ihtiyaç duyulan çalışmaların yapılmasına ya da üzerinde düşünülmesine vesile olmasını umut ediyorum.

Allah, bu halkın dünyalık ve ahiretlik dertlerini omuzlarında taşıyan ve onların salah ve menfaatleri uğrunda hayatlarını feda eden geçmiş ve halen yaşayan tüm idarecilerimizin ecirlerini artırsın ve onları mahşerde makamların ve taltiflerin en büyüğü olan ‘cennetlik' nişanı ile diriltsin.

Haber Ara