Dolar

32,3844

Euro

35,0654

Altın

2.325,92

Bist

9.079,97

İslam’da Devlet Başkanı seçimi

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-05-21 13:36:54

İslam’da Devlet Başkanı seçimi

“Hulefâ-iRâşidîn Örnekliğinde İslam'da Devlet Başkanı Seçimi” adlı kitabımız Pınar Yayınları'nın katkısıyla bu hafta okurla buluştu.

Hz. Peygamber'in rehberliğinde yetişmiş ve dönemlerinin, İslam'ın altın dönemi olarak anılmasına sebep olmuş olan Hulefâ-i Râşidînin seçim şekilleri ile ilgili temel ilkeleri açığa çıkarmayı amaçlayan bu kitap, râşidhalîfelerin seçimi sırasında yaşanan diyaloglar, takip edilen süreçler ve sahabe toplumunun örnekliği ile ortaya konan seçim şekillerini incelemektedir.

Hulefâ-i Râşidî'nin devlet başkanı seçilme şekillerini incelediğimiz bu çalışmamızda onların her birinin doğrudan ya da dolaylı olarak toplumun iradesi ile devlet başkanlığı görevine getirildikleri anlaşılmaktadır. Râşidhalîfelerin dördünün de seçilme süreçlerinde halkın iradesi doğrudan seçime yansımış birkaç istisna dışında toplumun hiçbir kesiminden kendilerine bir itiraz gelmemiştir.

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in seçim süreçlerinde ne istihlâf (ardından halîfe bırakma) ne de ahid (halîfe tayin etme) vaki olmuştur. İlgili başlıklar altında ele aldığımız nasslar açıkça bu yöntemlerin meşru olmadığı ve halîfe seçilme yollarından biri olamayacağını göstermektedir. Hz. Peygamber, ne Hz. Ebû Bekir'in, ne de Hz. Ali'nin, ne de başka bir kimsenin halîfe olması noktasında bir nass ortaya koymuştur. Bunun da ötesinde sahabenin bir halîfe bırakmasını istemeleri üzerine Hz. Peygamber Şayet bir halîfe tayin edecek olursam siz de ona isyan ederseniz Allah size azab eder buyurarak bu talebi reddetmiştir. Buna rağmen Hz. Ebû Bekir'in halîfeliği hata işlemekten münezzeh olmayan Hz. Ömer'e, aynı şekilde Hz. Ömer'in altı kişilik şura heyetine bırakması düşünülemeyeceğinden istihlâf, mevcut halîfenin aday göstermesinden öte bir anlam ifade etmemektedir. Haddi zatında mevcut halîfenin kendisinden sonra halîfe adayı önerme hakkının en azından diğer Müslümanlar için de geçerli olduğu düşüncesi de göz ardı edilmemelidir.

İlk iki halîfenin seçim sırasında yaşanan diyaloglar içinde geçen “estahlifü” ifadeleri halîfe atamak değil sadece aday göstermek anlamına gelmektedir. Konuyla ilgili diyalogların kritiğini yaptığımız sırada farklı varyantları ile gördüğümüz gibi estahlifü/tayin ederdim ifadesini “önerirdim” şeklinde anlamamıza neden olan temel düşünce bizzat bu ifadelerin sahipleri olan râşidhalîfelerinhalîfe seçme işinin toplumun işi olduğu gerçeğine sürekli vurgu yapmış olmalarıdır. Durum böyle olunca “bize halîfe bırakır mısın” veya “bıraksaydım şunu bırakırdım” ya da Hz. Peygamber'e atıfta bulunularak “ondan daha hayırlı olan bırakmamıştır” şeklindeki ifadelerin tayin değil bir aday önerme olarak anlaşılması gerektiği ilgili diyalogların mefhumundan açıkça anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer'in yaralandığında kendisinden halîfe bırakmasını isteyenlere “Şayet bir halîfe (adayı) bırakırsam benden daha hayırlı olanın yaptığını yapmış olurum, şayet bırakmazsam da ondan daha hayırlı olanın yaptığını yapmış olurum”, Hz. Ali'den aynı şeyi istediklerinde Hz. Ali'nin de “Allah'ın Resulü ardından birini bırakmadı ki ben bırakayım” demesi râşidhalîfelerin bu türden girişimlerinin aday önerme anlamındaki girişimler olduğunu göstermektedir. Zira onların aday göstermeleri devlet başkanlığı seçildikleri anlamına gelmemiş, onlar ancak toplumun kendilerine biat etmeleri sonrasında devlet başkanlığı yetkilerine sahip olmuşlardır.

Yukarıda ifade edilenler göz önünde bulundurulduğunda devlet başkanlığı görevinin cebir ve şiddet yoluyla, güç kullanılarak ele geçirilmesi kesinlikle meşru bir yöntem olarak görülemeyecektir. Bu durumda geri kalan tek seçenek halîfenin bizzat insanların özgür iradeleri ile seçilmesidir. Bu bağlamda şimdiye kadar ortaya koyduğumuz delillerden; Kur'an, sünnet ve sahabenin icmâından çıkartılabilecek şer'î hükme göre devlet başkanının sadece ve sadece Müslümanlarındoğrudan ya da ehlü'l-hal ve'l-akd aracılığıyla dolaylı olarak serbest iradelerini yansıtabildikleri biat ile seçilebileceği söylenebilir. Bunun dışında başka her hangi bir yöntemle devlet başkanlığı görevini ele geçiren kişi İslam toplumunun meşru yöneticisi sayılamaz. O kişi topluma ait olan yürütme erkini onun rızası olmadan gasp etmiş sayılır. Toplumun iradesi olmaksızın zorla yönetimi ele geçiren kimseye itaat yükümlülüğü yoktur.

Hulefâ-i Râşidî'nin dördünde de halîfenin, ehlü'l-hal ve'l-akd üyelerinin seçiminin ardından, onların seçimine toplumun rıza gösterip göstermediği noktasında tercihini sunabileceği genel bir biatın eşlik ettiği de görülmektedir. Her ne kadar bu itaat/bağlılık biatı da olsa sonuçta sahabe toplumu, temsilcileri olan ehlü'l-hal ve'l-akd'in seçimine razı olduklarını ve onayladıklarını göstermişlerdir.

Bilindiği gibi Şûra Meclisini oluşturan ehlü'l-hal ve'l-akd üyeleri Müslüman toplumun temsilcileri sayılmaktadır. Raşidhalîfelerin hem ehlü'l-hal ve'l-akd üyelerinden hem de kendisine vekalet ettikleri toplumdan biat almaları tereddütsüz toplumun iradesinin devlet başkanını seçmede belirleyici olduğunu göstermektedir.

Hulefâ-i Râşidînin birbirinden farklı üsluplarla seçilmelerinden, İslam'ın devlet başkanının seçiminde muayyen bir yöntem belirlemediği anlaşılmaktadır. Elbette bu çoğu zaman dile getirildiği gibi İslam'da belli bir yönetim sisteminin olmadığı anlamına gelmez. Bu sadece, yönetim sisteminin başında yürütme görevini yerine getirecek kişinin seçiminin belirlenmediği anlamına gelmektedir. Ümmet, gerekli şartları taşıyan her hangi bir kişiyi devlet başkanı olarak seçer. Seçim sürecinde adalet ve şûra prensipleri gözetildiği sürece seçimin yöntem ve üslubunun ne olduğunun hiçbir önemi yoktur.

İslam hukukunun temel kaynakları Kur'an ve sünnet ışığında ve raşidhalîfelerin seçimi sırasında oluşan sahabe icmâı ile halîfe seçiminin toplumun rızasına bağlı olduğu ancak bunun çeşitli yöntemlerle gerçekleştirilebileceği anlaşılmıştır. Toplumun iradesini en ideal şekliyle yansıtacak seçim şekli İslam'ın da idealize ettiği seçim şeklidir. Buna göre günümüzde seçim sistemleri göz önünde bulundurulduğunda devlet başkanının seçimi için şu aşamalar takip edilebilir: Doğrudan/Tek Turlu Seçim:

Elbette toplumun iradesinin doğrudan yansıtılabildiği seçim en ideal seçimdir. Ehlü'l-hal ve'l-akd üyeleri/toplumun vekilleri tarafından devlet başkanlığı şartlarını haiz adayların belirlenmesinin ardından adayların toplumun seçimine sunulması ile devlet başkanının seçimi gerçekleşebilir. Kendisini hilâfete aday gösterdiklerinde mescitte insanların biat etmeleri şartını öne süren ve böylece doğrudan toplumun biat ettiği Hz. Ali'nin seçimi biçim olarak halkın devlet başkanını doğrudan seçebildiği bir sistemi andırmaktadır. Dolaylı/İki Turlu Seçim:

Devlet başkanlığı görevine aday olanların, ehlü'l-hal ve'l-akd üyeleri/vekiller tarafından daha önceden belirlenmiş sayıda aday kalacak şekilde elenecekleri birinci tur seçimleri.

Hz. Ömer'in içlerinden birini halîfe seçmeleri için altı kişilik şûra heyeti oluşturması ve Müslümanların buna sükut etmeleri toplumun devlet başkanlığına talip olan adayları sınırlandırabileceği üzerinde sahabe icmaının oluştuğu anlamına gelmektedir. O halde Şûra Meclisi devlet başkanlığına aday olacak kişilerin sayısını sınırlandırabilir. Şûra Meclisi bu sınırlandırmayı adaylarda aranan şartları göz önünde bulundurarak gerçekleştiremezse kendi içinde yapacağı seçimler ile ön eleme turları sonucunda sınırlı sayıda adayları belirleyebilir.

Şûra meclisi birinci turda belirlediği adaylar içinden birini toplumun seçimine sunabilir. Böylece devlet başkanlığı için en liyakatli olan adaylar birinci turda belirlendikten sonra bunların içinden en liyakatli olanı devlet başkanlığına seçilmiş olur.

Devlet başkanlığına Şûra Meclisi üyeleri aday olabileceği gibi meclis üyesi olmayan bağımsızlar da aday olabilir. Meclis içinde bulunan grupların başkanları aday olabileceği gibi herhangi bir üye de aday olabilir. Nitekim Hz. Ömer'in sağ olsaydı aday olarak önerirdim dediği Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim ve Ubeyde b. Cerrah altı kişilik şurâ heyetinden değillerdi. Ayrıca be'y (satma) ve şirâ (satın alma) akidlerinde akdin her iki tarafında bulunma hakkı –istisnai durumlar hariç- kısıtlanamayacağına göre, benzer bir sözleşme olan biat sözleşmesinin alan ya da veren tarafı olma hakkı da İslam'ın her kese verdiği bir haktır. Burada önemli olan toplumun rızasıdır.

Devlet başkanlığı için belirlenen aday bir kişi ise önerilen adayı seçip seçmeyeceği, birden çok kişi ise adaylardan hangisini seçeceği noktasında oyunu kullanması için adaylar toplumun onayına/oyuna sunulabilir. Özellikle iletişim ve ulaşım imkanlarının olabildiğine yaygın olduğu günümüz koşullarında bütün toplumun katılımının sağlanacağı bir yöntemi belirlemek devlet başkanını seçme hakkını topluma veren İslam'ın temel ilkelerine uygun olacaktır.

İslam'da yönetim sistemi ya da siyaset teorisi bağlamında ele alınan bu konu yeni seçim sistemleri de göz önünde bulundurularak toplumun iradesini en ideal şekilde yansıtacak şekilde revize edilmelidir. Şu asla göz ardı edilmemelidir ki, biat yada seçim kavramı ekseninde ifade ettiklerimizin tümüegemenliği millete veren bir sistem için asla söz konusu edilemez. Seçim, ancak egemenliği kayıtsız şartsız Allah'a has kılan bir İslam toplumu için söz konusu olabilir. Zira biat Allah'ın indirdikleri ile hükmetme kaydu şartı ile alınır ve verilir. Bu bir vekalet sözleşmesidir. Müslüman toplum yöneticide aranan şartları haiz bir adaya, işlerini İslam'ın hukuku ile deruhte etmesi için vekalet verir. Vekil ile müvekkil İslami açıdan meşruiyeti olmayan bir sözleşmenin tarafı olamayacaklarına göre burada zikredilenler ancak ve ancak İslam'ın hukukunun uygulandığı bir toplum için geçerlidir.

@abdurrahimsen

VİDEO HABER

İsrail'in Gazze'de bir vahşeti daha görüntülendi!

Haber Ara