Dolar

32,5841

Euro

34,8396

Altın

2.494,91

Bist

9.663,75

Endülüs'ün adaletine çeyrek kala

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-09-28 09:31:29

Endülüs'ün adaletine çeyrek kala

Bugünlerde kendimi kitaba vurdum. İbn-i Haldun'un “Mukaddimesi”, Ahmet Davutoğlu'nun “Stratejik Derinlik”i, Ziya Paşa'nın “Endülüs Tarihi” okuduğum kitapların başında geliyor.

Ancak proje kitaplarla aram olmadı hiçbir zaman. Hele kaos zamanlarında ortaya çıkıveren sözde yazarların “vurun kahpeye!” tarzındaki proje senaryolarına da karnım tok.

Zira muhalif dediğin mert olmalı bana göre. Yıllar boyunca kaleler ardında saklanıp, düşmanı zayıfladığında harekete geçenlerin sözleri de, kalemleri de itibarı hak etmiyor nazarımda.

Cesurca yazılmış ve eskimeyecek kitaplardan hoşlanırım ben. Bu yüzden Marks'ın Kapital'i bile daha değerlidir bana göre.

Ne Dawkins'i yadırgayabilirim bu noktada, ne de Nietzsche'yi eleştirebilirim asaletinden. Fikirlerindeki aykırılıklara binlerce “şerh” düşerek elbette...

Üstelik “adam satan kitaplardan” değil, “kitap yazan adamlardan” tevarüs etmişimdir yazma tutkusunu filhakika.

Mesela Tolstoy'dan, mesela Bediüzzaman'dan, mesela İbn-i Kayyım el Cevzi'den, mesela Umberto Eco'dan…

Okurum ve okudukça öğrendiklerimi paylaşmak isterim insanlarla. Bilginin çoğalması, hikmetin yayılması için banarım kalemimi hokkaya!

Kaldığım yerden başlayacağım bugün de. Başladığımız yerden daha doğrusu. Ziya Paşa'nın Endülüs Tarihi'nden.

Bu asrın bütün “en”lerini toplasak bir en/dülüs etmez” diye bahsettiğim kutlu dönemden ürperiyorum farkındaysanız.

Hikmetin, adaletin, hürmetin zirve olduğu bir evc-i ala orası. Ulaşamayacağımız belki asrın katılığından… Dokunamayacağımız belki katılığımızdan...

İsterseniz gelin yüreklerimiz, o günlerde tecelli eden engin adaletten küçücük bir örneğe dokunsun sessizce.

Belki katılığımızı parçalar bu nasihatler de yeni bir adalet mevsimi kuşatır ruhumuzu ve dünyayı baştan başa.

Ziya Paşa, Endülüs'ün âdil meliki I. Abdurrahman'ın melik olacak oğlu Hişam'a şöyle nasihat ettiğini nakleder eserinin bir sahifesinde:

Ey oğlum! (De ki: Allah'ım, mülkün sahibi sensin, mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın.) âyet-i kerimesinin âli hükümlerini aklından bir an çıkarmayıp, nail olduğumuz mülk ve saltanattan bunları bize veren Allah'a hamd ve sena etmek ve Hak teala'nın emaneti olan halka iyilik etmek, himayeye dair görevimizdir.

Zenginler ve fakirlere yüksek derecede adalet ile davranmayıp zulüm ve cefaya devam etmek, nimetin son bulmasının ve cezaya düçar olmanın sebeplerinden olup, doğru yoldan sapmaktan başka bir şey değildir.

Teba hakkında güzel muamelede bulunulmalı, iyilik ve merhametle davranılmalıdır. Zira onlar da Hak Teala tarafından yaratılmışlardır.

İşleri akıl ve dirayetle sıfatlandırıp, durumları tecrübe edilmeden görevlendirilmiş, yaptığı haksızlıkları alışkanlık haline getiren memurları affetmeden terbiye etmeli ve uzaklaştırmalı…

Çiftçi de azık ve zahiremizi yetiştirdiğinden o sanatı teşvik et, himayede kusur eyleme. Tebaya özen göster, çünkü hükümetin emniyeti, onların memnuniyetleri ve güvenlerine bağlıdır.

Bunun tam tersi olarak, tehlikelerin de onların nefret ve güvensizliğinden doğduğu açık bir göstergedir.

Sonuç olarak, bu şekilde hareket ile iyilik ve güzelliğin gölgesinde bütün ahali günlerini güzel bir şekilde geçirip devlete pek çok dualar etmekle iştigal ederler. İşte padişahın şanına ve şöhretine sebep olan hareketler bunlardır.”

Aslında burada bahsi geçen adalet kavramı, mezkur kelimelerin darlığında değil, Endülüs'ün varlığında tecessüm etmiş bir adalettir baştan başa.

Endülüs'ü, asr-ı saadeti ve İslam medeniyetin en müreffeh dönemlerini okumak yeterli olacaktır “adaletin” neliğine vakıf olabilmek için.

Rawls'ın, Hayek'in, Nozick'in sesinden daha gür bir şekilde, “adalet-i mahzaya” istinad eden “gerçek adaleti” zulümlerle boğulan insanlığın buhranlarına bir can yeleği gibi ulaştırabilmeliyiz.

İşte bu yüzden koca bir ünlem işareti gibi insanlığın önünde dimdik duran Endülüs örneğini çokça düşünmeli ve oradan bulacağımız ibretlerden çokça nasihat almalıyız.

Bugün işte bunun derdinde olmalıyız daha çok. Birkaç milyon insanı “ülkemizde misafir etmekle” insanlığın bir bölümünü kurtarmış olabiliriz elbette.

Ancak Endülüs'ü düşünmek, dünyanın bütün kara parçalarındaki birkaç milyonları nasıl kurtaracağımızı düşünmektir tam da bu noktada.

Osmanlı'nın düşünüp de Endülüs Yahudilerini kurtarması gibi bir düşünce serüvenidir bu ama daha da ötesidir, ötenin de ötesi…

Tarihin Sonu” zinhar liberalizmden değil, bu düşünce sürecinin meyvesinden doğacaktır ey insan kardeşlerim!

Gerçek Adalet, öyle raflarda, öyle tozlu kitapların arasında, öyle Endülüslü bir mazide, öyle bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkan nasihatlerde kalmasın diye, sistemleştirilmeli, mücessem hale getirilmeli ve uygulanmalıdır.

Gerçek Adalet birliği… Adaletin ataleti ve adaleyi yeneceği kutlu dönem… Zenginlik… Coşku… Saadet… Huzur… Barış…

Ve insanlık böylece, onur kaybından nasıl da kurtulacaktır!

Haber Ara